- 574 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mühendis Damatlar
MÜHENDİS DAMATLAR
Nazım, köyünde doğup büyüdükten sonra, Üniversiteyi de büyük şehirde okuyarak, engelli olmasından dolayı güzel iş bulamayınca sıradan memurluğu kabullenmiş, işsizin yüzde 13 olduğu bir ülkede, engellilerin değeri olmadığının bilinci ile yaşamına devam etmekteydi. Annesi ve babası ölünce doğup büyüdüğü kasabaya sadece bayramlarda ve düğün cenaze gibi önemli günlerde gitmeye başlamıştı.
Ev hanımı olan ama kendisini gerçek manada seven eşi ve iki çocuğu ile il merkezinde kira evinde mutlu bir yaşam sürmekteydi. Mevki makamda ve parada pulda gözü olmayan bir insandı. Kimsenin işine karışmaz, kötü konuşmamaya gayret ederdi.
Kasabasını sevmesine rağmen, kasabadaki insanlar onun gelişmiş halini pek sevmez, çocuğunun okumasını ve memur olmasını isteyen ama olamayan anne ve babalar, çok zaman sebebi bilinmeyen bir kıskançlıkla O’nun kasabasını sevmediği iddiasında bulunurlardı. Ama o kasabasını unutmaz, kasabasından şehir merkezine gelen gençlere rastladığı zaman onlara çay ikram eder, yemek ikram eder, elinde olan kitap dergileri onlara da vererek kendisi gibi okumasını ve onların da gelişmesini isterdi.
Ama kasabanın insanı çocuklarının okumasını memur olmasını istemesine rağmen, öyle kitaplara dalan, çok okuyan insan olmasını da istemezlerdi çocuklarının. Okuyacaksın mesleğin olacak ama kitaba , deftere de kaleme de para vermeyeceksin.Çok okuyan insanın anne ve babaya asi olacağını zannederlerdi.
Genç adamın dayısının oğlu 2 üniversite tamamlamasına rağmen ilkokul mezunu bile olmayan annesinin fikirlerini aşamaz, annesinin, halasına duyduğu kin ve nefretten dolayı o da çok istemesine rağmen halasının yanına gidemez, annesinin onu ayıplamasından korkardı.Anne kuzusu olan insan profesör olsa, annesinin fikirlerine karşı çıkamıyordu işte.
Genç adamın Yengesi hacı olmasına rağmen nedense bilmediği, anlayamadığı nedenden dolayı annesine senelerce kin beslemişti. Genç adam bunun sebebinin seneler sonra miras kavgası olduğunu anladı. 40 yaşına kadar dayısının, onun eşinin ve çocuklarının, torunlarının kendisini sevmesini bekledi. Baktı ki annesine duydukları kini, kendisine de yansıtarak sadece zaaf yönlerini görüp kendisini eleştirmekteler, güzel yönlerini hiç görmeye niyetleri yoktu. En sonunda onlardan uzak kalmaya ve bayramdan bayrama gitmeye karar verdi. Annesi halbuki tek erkek kardeşim diyerek mirası fazlası ile vermiş, evden bile miras pay almamıştı. Üstelik tek ağabeyinden başka ne bacısı ne erkek kardeşi vardı. Genç adamın annesi, gelininin saçma sapan kıskançlıkları yüzünden üzüntü ile yeğenlerinin kendisinden uzak kalarak senelerce bir mazlum yaşantı sürmüştü. Bu yüzden genç adam bunları anlayınca 40 yaşından sonra artık hacı olmasına rağmen paradan başka bir şey konuşmayan, fırsatı kollayınca ölmüş anne ve babasına atmaya onları küçümsemeye devam eden dayısı ve yengesine bayramdan bayrama gitmeye karar verdi.
Onlarla boş boş konuşmaktansa, evinde gazetesini okur, kitabını okur, çocuklarına faydalı masallar anlatırdı. Varsın dayısı yengesi annesinden (ç)aldıkları sırça köşkte evlerinde mutluluk rolleri ile polyannacılık oynasınlar. Genç adam kira evinde eşi ve çocukları ile mutlu yaşantısına devam etmekteydi.
Adamın amcası başka bir alemdi. O da hacıydı ama tek serveti 85 yıllık yaşıydı. O civarda O hacının hayatta çalıştığını gören olmamıştı. Hanımı ile beraber terbiyesiz, saygısız konuşmaları bir marifet gibi cesaret gibi senelerce konuşmuşlar, çevredekiler onlar ile sataşmamak için onlara ses çıkarmadıkça onlarda saçma konuşmalarının haklı olduğunu zannetmişlerdi. Yaşlı amcasının tek bildiği yaşı ve kızlarının Kur’an okuması ile övünmesi idi. İmam hatip mezunu torununun, annesinin amca çocuklarına selam vermez tutumunu bile marifet sanmaktaydı. Oku oku ama okuduklarını yaşama neye yararsa?
Genç adam bu duygularla bir bayram günü eşi ve çocukları ile kasabasına gitti.
Önce amcasına uğradı. Amcası 85 yaşına ulaşmış,4 tane ilkokul mezunu cahil kızı ve onunla bununla alay eden torunları, okumayı ve okuyanı sevmeyen çevresi ile zamanını harcamakta ve tek eğlencesi onun bunun dedikodusunu, özellikle okumayı ve yazmayı çok seven, sigara içki kullanmayan çocuklarına da okuma sevgisi aşılamış yeğenini çekiştirmekten sevk almaktaydı. Çünkü o okumuş ve bir geleneği yıkmıştı. Kendileri gibi çiftçi olmamıştı. Kendinden olmayan, kendi çizdiği yoldan yürümeyen kendi çocuğu olsa, sevemiyordu bu yaşlı adam işte. Ama Müslümanlık dedin mi kendisinden, imam hatip mezunu selam vermeyen torunundan, Kur’an okuyan ama sokakta dedikodu yapan kızlarından daha müslümanı yoktu dünyada. Herkes kendisine en iyi Müslüman muamelesi yapsın istemekteydi.Ama onların başkalarını adam yerine koydukları, saygı duydukları yoktu.
O gün bayramlaşmakta, bunlar konuşuldu. Hep aynı şeyler konuşulunca genç adam çıkmaktan başka çare olmadığını anladı. Tam bu sırada sütlaç geldi. Yaşlı adam biraz gerinerek “ Yeğenim duydun mu bizim Neslişah bir mühendisle nişanlandı” dedi. Bu Neslişah dedikleri kızının kızı idi. Azimle okumuş işletme mezunu olmuştu. Bu İşletme mezunu olunca hava atmaya, Ona buna Müdür oldum demeye başlamıştı. 30 yaşına kadar evlenmemiş, demek etiketli bir Mühendis bulunca hemen nişanlanmıştı. Bugün günümüzde evliliklerin sadece marka üzerine kurulduğunu anladığı için ses çıkarmadı. Şimdi ne dese ne etse kendi kafalarına göre yorumlayacaklardı amcası ve çocukları ” Allah mesut etsin” dedi. Tam çıkacakken, “ Neslişah’ta tam turnayı gözünden vurdu. Ben sana hemşire ve öğretmen ile evlen demiştim sen gittin ev kızı aldın” dedi. Ya sabır çekerek çıktı. Anladı ki amcası onu konuşturacak, sonra kahvede günlerce dedikodusunu yapacaktı. Susmak en iyisi idi. İçinden “Senin gibi Kaldırım Mühendisinin torunu da zaten Mühendisten başkasına varmazdı” diyerek oradan ayrıldı.
Akşama kadar evde oyalandı. Adamın canı başka akrabalara gitmek istememekteydi. Şimdi onlara gitse “ Bizim oğlana, bizim kıza, toruna iş bul” diyeceklerdi. O adam ise sıradan bir emekçiydi. Ne deseler yanlış yorumlanacak, konuşmasını başka tarafa çekecekler, hatta fitne fesat ile yoğuracaklardı. Bunu 40 yaşına kadar öğrenmişti. En iyisi evde kitap okumaktı. İnsanları tanıdıkça kitapları daha çok sevmekteydi işte.
Bu kasabada insanlar, çocuklarının okumasını istemiyor ama en iyi işe sahip olmasını istemekteydiler.Adam bunu anlamakta zorlanmaktaydı. Artık insanlarla muhatap olmamak, onlardan uzak kalmak ona daha cazip gelmekteydi. Onlarla bir araya gelince kendisi ile alay ediyorlar işte böyle ortamlarda durmak istemiyordu. İyi eğitim görmüş, güzel yazan, güzel konuşan insanları kıskanmak yerine, onları takdir etmek sevmek insana ne güzel hasletler kazandıracaktı ama anlayana .
Bu duygular ile akşama kadar evde oturdu adam, kayınpederine, baldızına gitti. Onlar gerçek manada kendisini seven her konuda yardımcı olan insanlardı. Kendisini seveni seven, kendisi ile dalga geçenden uzak kalan adam, birkaç arkadaşı ile bayramlaştı ve gene evine geldi. Okumaya başladı. Okuduğu şeyler kendisinin her gün gelişmesine sebep olmaktaydı. Bu okumalardan çok zevk almakta kitapları yaratana şükür, yazana teşekkürler etmekteydi.
Akşam eşi ve çocukları ile, ömrü annesine düşmanlıkla geçmiş dayısı ve yengesine bayramlaşmaya gideceklerdi. Eşi ve çocukları ile hep beraber yola çıktılar. İki sokak ötede oturan dayısı yaşlanmış, kimseyi tanımaz olmuştu. Yengesi kendi bacısını çocuklarına sevdirirken, düşman bellediği görümcesini ve çocuklarını kendi çocuklarından uzak tutmuştu.
Dayısının evine yaklaşınca anladı ki herkes evde. Çünkü, evin önü adeta araba galerisi gibiydi. Kızları zengin çocukları ile çalışanla evlenmiş, iki ev, arabalar elde etmişlerdi. Çocukları gelişmese de önemiş yoktu. Sevgi dedin mi ev araba sevgisi akraba sevgisinden önde olmalıydı Hacı dayısı ve görümce düşmanı yengesi bu felsefe ile yaşamaktaydılar. Eve gidince herkes her bayramda olduğu gibi sofraya oturmuşlardı. Genç adam ve çocukları bir kenara oturdular. Dayısının oğlu başladı sorgu suale, maaşın ne kadar, şu tarlayı ne kadara kiraya verdin? Para para para.. Genç adam bir an sıkıldığını anladı. Yemek yiyenlere baktı hepsi gelen misafirleri görmemezlikten gelerek aç kurtlar gibi sofraya üşüşmüşlerdi. Bayramlaşma, konuşmaya gerek yoktu. Konuşulacaksa para konuşulsun. Genç adam bir an kendisini Napolyon’un torunları ile beraber hissetti. Sevgiden uzak durmadan yiyen, Maaşı sormayı aklı eden ama “ Derdin var mı yeğenim” diye sormayı akıl edemeyen iki Üniversite tamamlamış, iki evi olan, çocuklarım tıp fakültesinde okuyor diye övünen, eşinin öğretmen olması ile gurur duyan ama, hayatta annesinin kendine sevdiremediği halasının oğluna yardım etmeyi akıl edemeyen, empati kuramayan bir insan ile muhatap olmak genç adamın içini acıttı. Baktı hanımına o da sevgiye önem veren bir insan olarak eşinin dayısını, yengesini bir zamanlar çok sevdiğini ve şimdi O’nun da dayısı ve yengesinden soğuduğunu anladı. Baktı sevgiden eser yok hemen kalktı.
Tam kalkacağı sırada yengesi ağzında yemeği şapırdatarak “ Yeğenim duydun mu, bizim Hilal kızımız bir mühendisle nişanlandı” dedi. Genç adam kendini gülmemek için zor tuttu. İçinden “Uyy, bu memlekette de kızları akrabalarımız hep mühendislere vermişler, zaten kendileri de kaldırım mühendisleri ile evli” diyerek bıyık altından gülmeye başladı. Bıraksalar ayıp olmasa kahkahalarla gülecekti. Amca torunu, dayı torunu hep mühendislere varmışlardı. O kadar mühendis arasında işini yapan genç bir memur olarak kendisini küçümsediklerini anladı. Hemen ailece kalktılar.
Kokağa çıkınca özgürlüğüne kavuşmuş mahkumlar gibi olmuşlardı ailece. O kadar insanın havası , kibiri içinde kendilerini mutsuz hissetmişlerdi. Sokağa çıkıp eşi ve çocukları ile gerçek manada sevgiyi o zmana hissetti. Evler arabalar, mühendis ünvanlar yoktu ama sevgi vardı aralarında. Kendini mutlu hissetti genç adam sokağa çıkınca. İçinden hanımına hissettirmeden “ Evlerin arabaların ünvanların esiri olarak sırça köşkte yaşayın ama verin bana özgürlüğümü yaşasın özgürlük “ dedi içinden. Sonra koluna giren hanımını, çocuklarına sevgi ile bakarak gecekondu evine huzurla gitmeye başladı..
TURAN YALÇIN-TOKAT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.