Bir Psikoloğun AŞK üzerine öğütleri
----Seni üzen şey nedir peki?
S’nin akşam kalbimi kırması, ve bunun üzerine özür dilememesi, en azından içten özür dilememesi.
----ne istiyorsun, yine özür mü bekliyorsun?
Ne bileyim işte, engel olamıyorum kendime. Kendimi anlayamıyorum, kendimi ideal bir insan yapmak yerine, mesela materayallere kaptırmamak yerine, bir insanın duıygularımı harabeye çevirmesine izin veriyorum.
----İzin mi veriyorsun acaba? O kadar da elinde mi bu? Yoksa sevmenin ya da aşık olmanın genel karakteristiği mi?
Sevmek, şimdiye kadar bile bende çok şey aldı, şimdiye kadar bile çok şey eksiltti. Acı, keder ve gözyaşları… Ben ağlamadığımı düşünürdüm eskiden, bazen sorardım hatta, en son ne zaman ağladım diye… Şimdi ise, ağlamaktan yoruluyorum. Gözyaşı yağmurlarım ne kadar da arttı. Kaçmak istiyorum çoğu zaman, ve acı ama gerçek, ve düşündürücü ki kaçmak istediğim yer S değil. Ona gitmek istemiyorum yani. Sadece kaçmak, kimsenin olmadığı karanlık, üzeri örtülü dört tarafı çevrili yerlere gitmek istiyorum. Hadi sevda o zaman? Sevmek ne zaman? "Üzüntün geçince görüşelim, seni üzgün görüp yine kahrolmak, somurtkan surat görüp sinirlenmek istemiyorum" diyor bana, o zaman ben de sorarım, neden sevmek, sevilmek hala geçerli bir fiil mibenim için, üzgünken ben, hele bir de senin yüzünden kahırlar içerisindeyken yanımda değilsen, yanımda olmayı istemiyorsan.
----Dostum, kendini bul, kendi kişiliğine dön. Bak, sen T A’sın değil mi, kimsenin seni bu denli etkilemesine izin verme, hani tabiri yerindeyse, biraz uzaktan sev.
Yani?
----Yani, beklentisiz olacaksın. Onunla bir olup, birlikte düşünme, olmaz mı. Tamam, seviyorsa seviyor seni, sen de seviyorsun ama ondan gelecek hareket ve sinyallere göre duygularının kendi başlarını alıp gitmelerine izin verme.
İyi de, ben de insanım, ve etkileniyorum, o zaman söyle bana, ne yapmalıyım, benim hareketlerime ya da hatalarıma kızıp sinirlendiği zamanlarda, kırılmasın mı kalbim?
----İşte,demiştim ya sana zaten önceleri de, "BEN’e ne oldu, ben kendime bakacaktım hani, boşver başkalarını ve başkalarının düşüncelerini" diye. Yani, sen varsın, ve senin prensiplerin var. Kendi prensiplerine uyup uymadığını kontrol et sen, olmaz mı?
Ne prensipleri?
- ---Mesela, sen sinirlenmeyen birisin, tamam, sinirlensen de bunu yansıtma, başkalarına yansıtma, içinde soğutmaya çalış, ya da başka bir yere yönelt.
Başka bilmediğim özelliklerim de var mı? Benim özelliklerimi bana siz mi söyleyeceksiniz?
---- Hayır, unutttun mu, bunları bana sen söylemiştin,nasıl birisin sen dediğimde sana. Sen, dedikodu yapmayan, başkalarını şikayet etmeyen, bunun yerine harekete geçen bir insansın.
Hmm… Evet, başkalarını ve benden başka hiçbir şeyi şikayet etmeyeceğim, sitem etmeyeceğim. Başka?
----Kendine bakacaksın, başkalarının kusurlarını görmezden geleceksin.
Evet! Bu özelliğimi ne kadar ihmal etmişim ya…! "Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol." Ben kişiliğimi mi kaybediyordum yoksa! Aman Allahım! Anladım şimdi, gerçekten ayakları yere sağlam basan birisi…
---- Evet işte, Hz. Mevlana’nın yedi öğüdünü dahi kendine rehber edinsen, üzüntülerinin, depresyonlarının çoğundan kurtulacaksın dostum. Ama bak, aslında bunun için önce nefsini kontrol etmen gerekecek. Şerefli bir yaşam için başka bir çok şeyden vazgeçmen gerekecek. Yani, kusursuz bir kişilik için de acı çekeceksin ama en azından vicdan azabı duymayacaksın.
Bi dakka şimdi, beni başka yerlere çekme. Ben diyordum ki, S beni üzdü, ve gerçekten kalbimi kırdı. Depresyondayım, yani tamam, klasik olmayayım, canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Çünkü ben onu seviyorum. Ama onun beni sevip sevmediğini böyle anlarda bilemiyorum.
---- Ona bağlamışsın kendini, tamam bu suç değil, sevmeyi de seçebilirsin, deli gibi aşık olmayı da, ama artık bir süre sonra sana zarar vermeye başlıyor. Bak, şimdi, onun senin kalbin ve duyguların üzerindeki etkisi hiçbir engelle karşılaşmıyor, ve doğrudan senin ruhunu etkileyebiliyor. Ameliyat edilmek için açılan ve halen de açıkta duran kanlı canlı bir kalp gibi... Çünkü sen onu seviyorsun. Seni sayısız defalar mutlu etti, bunu da biliyorsun, ama bir kenarda unutuyorsun. Ben de sana sevme demiyorum, sev, ama severken kendi kişiliğini harap etme.
Ne oluyor ki benim kişiliğime?
---- Az önce kendin demedin mi, ne oluyor bana diye? Sen önceden bu kadar küçük şeyleri kafana takar mıydın, sorun eder miydin, senin için bir üzüntü vesilesi olur muydu?
Önceden S bana bu kadar sinirlenmiyordu ki…
---- İşte, gördüğün gibi aynı şeyleri o da yaşıyor, yani, sen de çok zaman fazlasıyla kaprisli oluyorsun, o da artık senden beklentileri ve hayalleri olduğu için kızabiliyor, daha fazla sinirleniyor, kaşlarını çatıyor, sana kötü konuşabiliyor.
Ne yapmak lazım?
---- Diyorum ya her zaman, şu önümdeki bilgisayarı ilk alırkenki hali gibi mi onun manevi değeri senin gözünde şimdi de? Yani, aynı derecede önemli mi şimdi hala?
İyi de, nasıl aynı derecede olacak! İnsan alışıyor işte, ne kadar para verdiğini de, onu ne çok istediğini de unutuyor.
---- İşte marifet de bu değil mi! Bütün dinlerin, felsefi sistemlerin,ideolojilerin ve hatta devletlerin amacı: insanın doğal bir şekilde kötüye gitmesini engellemek değil mi? Şeytan var, nefis var, bir çok kötülük kaynağı var. Bizim bunlara kaşı koyacak ne silahımız var? İlk günkü değerde hissedemesen dahi o günleri hatırlamaya çalışacaksın. İlk başta şunu hatırla: onu sahiplenmeyeceksin. Epikletos’un dediği gibi her şey zaten bir görüntü, dostum, ve senden başka insanlar da özgürler, her istediklerini yapabilirler. Hata yapma hakları var. Sen kırıcı bir şekilde müdehale ettiğin anda, suçlu duruma zaten sen düşüyorsun. Bırak insanları, ne yapıyorlarsa yapsınlar, bu senin sevgilin de olsa, eşin de olsa… Sahiplenme, beklentilere girme. Kendine yönel. Kendi huzurunu bul. Başkalarına odaklı yaşamaya başladığın anda, kendi kendini yiyip bitireceksin. "İnsanlar neden şöyle yapmıyorlar, insanlar neden böyle yapmıyorlar, ama efendim insanlar şöyle kötüler" falan da filan da… Ama sen önce bir kendine baktın mı azizim? Öncelikle kendine bakacaksın, ve kendi mükemmeliyetini tamamlayacaksın. Ama sakın yine de başkalarını o zaman suçlama hakkını elde ettiğini falan zannetme. Hayır, sen kötü konuşmakla, şikayet etmekle memur değilsin.
Peki, karşımdaki benim üzülmemden rahatsız oluyor, ve bunun için bana sinirleniyorsa ne olacak? Yani, sevdiğim kişi, onun yanında mutlu olmamamdan rahatsız oluyorsa?
---- Dostum, mutsuzluğunun sebeplerini inceledin mi? Bak, mutluluk, bana sorarsan şuna benzer, iyi dinle ama: senin beklentilerin var, ve bazı şeyler beklentilerinin ötesine geçtiği zaman mutlu olacaksın. Sen fark etsen de etmesen de beklediğin bir şey gerçekleşince mutlu olmazsın, mutlu olduğun şey beklemediklerinin, beklentilerinin ötesinin gerçekleşmesidir. İstemekle bunu sakın karıştırma, tamam mı? İstediğin şeyler olunca mutlu oluyorsan eğer, bu senin isteğin şeyin gerçekleşmeMEsinden korktuğun içindir. Dinle, senin beklentilerin bir bardağı oluşturuyorlar, bardağın cam kısmı. Bardağın içindeki su da gerçekleşen olayla, gerçek dünyada olanlardır. Bardağın ne kadar büyük olursa onun dolup taşması, dolayısıyla da senin mutlu olman o kadar zor olur. Toparlarsak, sen sevgilinin yanında suratı asık bir vaziyetteysen bu demek oluyor ki sen ondan bir şeyler bekliyorsun.
Peki, o zaman şuna cevap ver, aşk kocaman kocaman, içi boş bir beklenti midir?
---- Dostum, çok açık konuşmamı beklersen benden, beşeri aşk, ilahi aşkın sonsuz havası bir beşere, bir şaşara, bir hata yapma mecburiyeti olan bir insana yüklendiği için, insana hüzün verir, ve bir insandan istenemeyecek kadar büyük bir beklendir. Yani, bir insana aşık olmak bu yüzden acı verir. Senin sonsuz sayılacak, hiçbir zaman ucu bucağı olmayacak, ne şekli şemali ne de sınırları belli olan beklentilerin olacak. Bunu bir insana yönelttiğin zaman ise, ortada ya edebi eserlere konu olacak cinsten insan üstü bir şey ortaya çıkar, Ferhat’lar, Bülbüller olur, ya da Mecnun gibi, "Ah" deyip, "YANDIM" deyip gerçek aşkı bulursun.
Sıkıcı din adamlarının aşk-ı beşerinin aşk-ı hakikiye dönüşmesi hikayeleri bu mu yoksa?
---- Kim bilir, nereden bakarsan öyle görürsün, belki aşık olduğun kişiyi de, sevgilini de, bir süre sonra Her Şeyi Verebilecek Olan’ın penceresinden görmeye başlarsın. Hangisi doğru, hangisi iyi, hangisi gerçek … Bilinmez. Bilinse bunlar bu kadar değerli olmaz.
Dur bi, dur bi, dur bi…! Sen beni yine değişik yerlere çektin. Ben diyordum ki, sevgilim beni üzdü, S beni üzdü, kalbim kırıldı. Anlayamazsın sen beni tamam mı?
---- Diyorum ki sana, BEN’e bak, orada ne var. Ben anlamayayım, sen kendi kendini anla. Kendi kabiliyetlerinin farkına var, ama eksikliklerini de düzeltmeye çalış. Şikayet etme mesela, "Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol". Kızma sevgiline, herkese karşı gösterdiğini iddia ettiğin hoşgörü nerede, S’ye bunu gösteriyor musun, öncelikle S’ye karşı "Hoşgörülülükte deniz gibi ol" Öncelikle ona karşı sinirlenme, öncelikle ona karşı büyük sevgini göster,"Başkalarına yardım etmede akarsu gibi ol" ve o sana sinirlense dahi sen kendin "Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol." Onun zor zamanlarında ona yardım et, "Şefkat ve merhamette güneş gibi ol." - "Yaptım, ettim" deme lütfen. Bir şey yaptıysan, bir iyilik dokunduysa sevgiline karşı, bırak orada kalsın, Bilen bilsin ve sevgilinin yüzüne vurma. "Ben senin için şunu bunu yaptım" deme. "Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol." BEN’e bak diyorum, başkalarına odaklı yaşama. Sen nesin, kendine bunu itiraf edebiliyor musun? Kaprisler yaparken, sen gerçekten bu musun? Küçücük şeyleri büyütürken sen kendin misin? "Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol" her şeyin başı, önce, ne olduğunu bil.
Sevmeyeyim mi yani…
---- Hayır, diyorum ki sinirlenme, üzülme, başkalarına odaklı şekillendirme hayatını, sen ol, kendin ol, kendini bil… Neden okuyorsun, nelere çalışıyorsun? Ölünce gözüne ve ağzına dolan toprak yığınlarından başka seninle birlikte kişiliğin girecek mezara, yaptıkların ama bir de, ve en çok da nasıl bir insan olduğun… O yüzden kendini bil.
"İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır"
13.01.2010
14.12
T.A.
YORUMLAR
çok ça ısrarlı ve aynı şeyleri tekrar eden bir psikolog. :))
demek istediği öyle açıkki.sen sen olmayı bil her türlü olumsuzluk çıkabilir karşına.
ben olmayı bilmek .işin aslı bu.her ne olursa olsun öncelikle ben dersek (bencillik dozuna kaçmadan)ben e ,kendimize değer verip seversek ,çözüm çorap söküğü gibi geliyor.
denedim emin olun.artık hiç bir sevgili beni üzemiyor ister aşık, ister evlat,ister dost,
biraz daha kısa olsaydı dedirtti bana,yada tekrar tekrar aynı şey için örnekler verilmeseydi.sonra bir sonraki yazınızı okudum .tek satır:)))
kahkahalarla güldüm kendime .ona geçiyorum.tabii farklı olmuyacak yorumum
ben seviyorum ,önce kendimi
teşekkürler paylaşıma
Evet psikoloğa karşı düşüncemi ben de şöyle anlatmak isterim efendim.Hekim öncelikle dinler,dinlerken hastasının yaşamını göz önünde bulundurarak çok sakin bir tavırla sonuna kadar onun hiçbir sözünü kesmeden dinlemeye özen gösterir,özen gösterirken de mimiklerinden asla hayret verecek ifadeler bile kullanmaz,samimiyetle ona katıldığını başıyla elleriyle buyrun lütfen buyrun der gibi devam etmesini işaret eder hastanın sözleri bittiğin de zaten hekim hastasını çoktan çözmüştür hastası da karşısın daki hekimine güvenmiştir artık,artık diyorum eger hastanın hekimi karşısın da şüpheleri başgöstermiş ise hasta o hekimden ve vereceği ilaçlardan yararlanamaz böylelikle olan hastaya olur...Netice itibarı ile burda ki hekim bence başarısız bir hekimdir.
Not :Yazınıza gelince zevkle okudum tebrikler........
kendine ayna tutma ..kendi ile yüzleşme şeklinde bir diyalog..
psikolog hastayı konuşturur ve dinler..
burada öğüt verme durumu söz konusu ki psikolog bunu yapmaz...
sayfa rengi mavi hasta iyileşme umudu taşıyor..:))
sonuş itibarıyla yazar diyor ki ;
"hasta da sen "; hayata bakış açısını değiştirerek onu iyileştirecek "doktor da sen " bu da okuyarak araştırarak bilginin artması ve bilginin uygulanmasıyla olur ancak..
değerli yazar başarılı bir deneme ...mevlananın öğüdü de yazıya çok yakışmış..bu yaklaşım için ayrıca tebrikler..
yol gösteren düşündüren yazı için tebrikler TunçAY..
sevgimle..
Pisikolog, daha ne desin, bütün söylenilmesi gerekenleri en güzel şekliyle izah etmiş, gayet açık... Yalnız o kadar çok konuşmuş ki hastaya fırsat verilmemiş gibi, bolca nasihat dinlemiş...
Mutluluğun, iç huzurun sebebleri arasında , sahiplenmemek ve beklentilere girmemek var. Ne kadar az sahiplenir,ne kadar beklentilerimizi en aza indirir, ve karşımızdakini olduğu gibi kabullenirsek mutluluğumuz o oranda artıyor...
Saygılar ve selamlar
ilknur doganay tarafından 1/13/2010 3:08:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
ilknur doganay tarafından 1/13/2010 3:10:43 PM zamanında düzenlenmiştir.
Önce şunu söylemek istiyorum, kim kime yardımcı oluyor? Kim hasta, kim dr karışmış. Dr hastadan daha çok konuşmuş. Ki bu, bana göre çok yanlış. Bir diğer önemli yanlış, bana göre, dr, özellikle psikolog, hastasına ne yapması gerektiğini söyleyemez. Onun görevi, hastasını konuşturarak, onun doğruyu kendisinin bulmasını sağlamaktır. Bu terapi de bir yanlış var. Böyle olmaması lazım. Bir diğer konu da, bu kadar din'e girerek değerlendirecek bir şey yok ortada. Bu benim düşüncem, elbette...
Saygılar.