129T ve Popülercilik
Kozyatağı, Göztepe, Libadiye, Boğaz köprüsü, Beşiktaş, Taksim... Geniş otobüsler. Taksim ya da Beşiktaş’a gideceğim zamanlar bu otobüsleri tercih ediyorum. Çok sık gittiğim ilçeler değil. En son Beşiktaş’a Alkım’a gitmiştim. Kozyatağı’nda otobüs durağında oluşan sırada beklemek ayrı bir keyif veriyor bana. İlk sırada olmam hiçbir zaman. Fırsatım olsa da ortalara bir yerlere geçmek için sıranın dolmasını beklerim. Yolcuları azarlayan otobüs şoförlerine rastlamadım şimdiye kadar. Bazı şoförler ayakta hazır kıta ’’Hoş geldiniz’’ söylemleriyle karşılıyor yolcuları çoğu zaman. Cep telefonu kullanmanın yasak olduğu otobüslerdi ama kurallara uyan bir millet olduğumuz için artık o uyarıları kaldırmışlar!... Otobüse her gün bindiğinden dolayı, ineceği durağa otobüsün kaç dakikada geleceğini hesaplayan insanların telefonlarının alarmını ona göre ayarlayıp, ineceği durakta alarmlarının çalmasıyla otobüsde uyuklayan diğer insanlarında uyanması Anadolu insanının fotoğrafını bir anda çekiyor. Susan insanların gözleriyle konuştuğu sahneler yaşanıyor.
Reklam düşkünü insanlar olduğumuz için en iyi bireysel reklamlar 129T otobüslerinde yapılıyor. İdeolojisinin gazetelerini okuyanlar. Gazetenin isminin görünmesi için birinci sayfayı görünür konumda tutanlar... Kültürlü görünmenin fiyakasında olanlar. Eline kitap alıp orta sayfalardan okuyanlar. Şu ana kadar kitabın birinci sayfasından başlayanı görmedim! Mp3 dinleyip, bir yandan kitap okuyarak idrak kuvvetinin zorunu başaranlar! Notebook modası yeni başladı. Otobüsün sarsıla sarsıla gitmesine karşın o sarsıntıyla mücadele ederek klavyenin tuşlarını bulmaya çalışanlar.
Hani demiştim ya, moda vari bir akımla moda kişiliklere bürünenler, işte bu otobüslerde çok sık rastlayabilirsiniz... Eşofman furyası bitmedi gitti! Marka olacak, adidas, nıke, reebook vb... Bu markalar olmazsa eşofmanın bir anlam değeri olmaz. Popülercilerin kıyafet defilesine çıktığı otobüsler 129T’ler... Ne de olsa otobüsün güzergahı Beşiktaş ve Taksim... Psikolojik olarak bir tanımlaması yok bu hastalığın. Kulaklıklardan dışarı taşan müzikler... Türkçe, yabancı rock müzikler... Ipot’larda video klipler de aynı husus. Şimdiye kadar slow müzik, halk müziği, türküler dinleyenleri görmedim... Emin olun ki, bu insanlar yalnız kaldıklarında dinliyorlar Neşet Ertaş... Benliğinden korkmak! Artık tarifi imkansız bir tanımlama... İnsanın kendisini hazmedememesi gibi bir şey. Benliğini hissedip hallere dökememek. Korkmak!
Bu tiplere rastladıkça, üstad Ömer Lütfü Mete’nin şu satırları düşer aklıma ve mırıldanırım;
Sarışın Değilmişim
Kara kaş, kara göz yasak
Has anadan gelmişim
Öz ocağımda öz yasak
Üç ayak
Bir şafak
Birkaç sefil
Gözde nesil
’’Taklit etmek baş eğmektir,’’ demişti askerlik arkadaşım Gabar. Lakabı Gabar... Askerlik süresince hiç ayrılmadık birbirimizden... Antalya Gazi Paşa’lı... Yörüklerden. Şehirde büyüdüğüm için dağ yaşamından uzakdım. O, dağları çok iyi bilirdi, bu nedenle lakabını Gabar Dağları’ndan alır. Diğer askerler gibi değildi. Diğerleri haftada 4 kez ailesiyle telefon görüşmesi yapıyorsa, Gabar ayda bir kez görüşürdü ailesiyle... Ailesinin maddi sıkıntısı gözle görülür durumdaydı. Yaşının genç olmasına rağmen düşünceleri oldukça olgun biriydi. Kimseyle bir arkadaşlığı olmadı. Konuşmazdı. İnsanın gözüne perde çekenleri bir bir tanırdı. Mütevazi görünüşlü insanların aslında birer biblo’dan farksız olduklarını anlatırdı. Kibirli olmanın insan vicdanında yeri olmadığını söyler dururdu. Çoğunluk Winston içerken, o Lark içerdi. Aramızda bir muhabbet şekeri oluşturmuştuk bu Lark sigarası üstüne... Ucuz olduğundan dolayı galiba, ’’Direk öldürür,’’ der, gülerdik. Birgün gün batımına doğru koğuştan dışarı çıktı. O an kara bir rüzgar esti sanki. Gururun anahtar deliğinden bakardı yaşama... Belli ki birisi gururunu incitmişti. Halsiz bir halde çömeldi yere... Gözyaşları sabrın nehriydi sanki. Bir sigara uzattım, ’’yak,’’ dedim... Sigarası olmadığı alamadığı zamanlar kimseden sigara istemezdi. Köylere gittiğimizde bahçelerden kenevir toplar, tavan arasında kurutur içerdi. Memleketlerinde hayvancılık yaparak geçinirlermiş. İnekleri varmış, süt satarlarmış... Köpekleri çok sever... Nerede köpek görsek hemen yanına gider, köpekle konuşurdu.
Köpekleri eğitmenin onu zorlamadığını her defasında anlatırdı. Verdiğim sigarayı yaktı. Sanki duman kanıyordu... Öyle bir içini çekti ki, o nasıl bir derin nefes çekişti, nefesi geri bırakmasıyla yüzünde haysiyet edası oluştu... ’’Hayırlısıyla askerliğim biterse, köpekleri eğitmeye devam edeceğim,’’ demişti...
Geçen hafta telefonla görüştük... İş bulmuş, Belediyenin köpekleri eğitme çiftliğinde çalışıyormuş...
Koray Demirkılıç