- 612 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
.
Etrafı çam ağaçlarıyla bezeli şirin bir köyde, çevresi tatlı kardeşleriyle örülü küçük bir evde yaşıyorum. Adım Bahar; daha on beşinde, bin bir umut içindeyim. Şimdi elimde bir boya fırçası, önümde bembeyaz bir kağıt. İçimde dinmeyen bir coşkuyla düşlerimdeki resmimi çiziyorum….
Önce mavi, masmavi bir gökyüzü çiziyorum, tıpkı yarınlarımda kurduğum tatlı düşlerin sevinci gibi. Ve bembeyaz bulutlar çiziyorum tıpkı kocaman pamuk şekerleri gibi beni alıp da yarınlarıma taşısınlar diye. Ağaçlar çiziyorum yeşil, yemyeşil, dallarında baharın en güzel çiçekleri, hani bir gün şu hayat yolunda yorulursam gölgesinde soluklanmak için. Ve kuşlar çiziyorum cıvıl cıvıl rengarenk, tıpkı kardeşlerim ve arkadaşlarım gibi. Billur bir dere çiziyorum şırıl şırıl Firdevs’ler gibi ve derenin içinde balıklar kıpır kıpır aynı küçük yüreğim gibi. En sona resmimin en güzel, en değerli objesini çiziyorum. Bembeyaz kanatlarıyla resimdeki her şeyi şefkatiyle saran bir melek çiziyorum, yani annemi çiziyorum.
Günlerimin böyle resimdeki gibi güzel geçtiği bir günde, bir şey içimi sıkıyor. Resmimdeki beyaz bulutlar hızla uzaklara sürükleniyor yerine kara kara bulutlar geliyor! Ve o akşam evimize misafirler geliyor. Sanıyorum bir bardak çay içer giderler. Ama ziyaret çaydan öte. Kelamlarsa benziyor bir hançere. Babam bakmıyor akan gözyaşıma, veriyor beni bir avuç para karşılığında, kendi yaşında bir adama. Anam kıyamıyor bana, ama karşı koyamıyor kör olası töre denen yanlışa. On beşindeki hayat dolu ben, on altısında gözü yaşlı kadın oluyorum, olduruluyorum.
Bir zalime düşen, bahtsızım artık. O zalim beni alıp getiriyor büyük şehire. Önce dayaklar başlıyor. Ardını namussuzlukları kovalıyor. Ve bir gün bana “Başkalarına da eş olacaksın” diyor, o, edepsiz, soyu nesepsiz. Koynumda iki yaşındaki kızım Gülşen. Yalvarıyorum anama, babama beni kurtarın diye. “Yok diyor babam sen evinin kadınısın dayaksa cennetten sana hediye.” Ve bir gün o nesepsiz koynuma sokmaya kalkıyor kendi gibi bir aynı soysuzu. Saplıyorum b.... saymıyorum sekiz mi dokuz mu? O mendebur gidiyor cehenneme, ben de kucağımda bebem gidiyorum mapushaneye. Namusumsa her şeyden üstte.
Yıllar geçiyor.. Resmimdeki mavi gökyüzünün önünde şimdi demir parmaklıklar. Ağaçlarım çürümüş ve kurtlanmış. Bense altında solmuş ve yitmiş. Billur derem çoktan zifiri kara, tıpkı kaderim gibi. Balıklarsa köpek balığı olmuş. O rengarenk kuşlar çoktan havalanıp gitmişler bilmediğim ötelere, yerlerinde akbabalar. Beni yarınlara taşıyacak beyaz bulutlarım artık kapkara taşırlarsa anca mezara. Bir tek meleğim kalmış, onun da kanatları güçsüz, gücü yok gelip beni sarmaya, kurtarmaya.
Çok mevsimler geçiyor, Hakim amca “Yeter artık” diyor resmimdeki mavi gökyüzümü kirleten demirleri söküp atıyor. Umut rüzgarları kara bulutları bir bir def ediyor. Pamuk şekeri bulutlarım resmime geri dönüyor. Ağaçlarımda yeniden rengarenk binlerce ümit tomurcukları. Bir tek meleğim yok, canım meleğim. O artık bulutların üstünde semalarda, mutluluk göz yaşlarıysa şu nur topu bulutlardan akan sağanaklarda. Ve o sağanaklar resmimdeki kokuşmuş suyu yeniden Firdevs menbalarına çeviriyor. Şimdi artık resimde ki melek benim. Artık hep kışsız baharların resmini çizecek canım kızım Gülşen’im.
(Gerçek bir hayat hikayesinden derlenmiştir.)