- 2858 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
MANKURT ?
"’Mankurt nedir bilirmisiniz?
’MANKURT’ sözcüğü, ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un ölümü nedeniyle gündemimize yeniden girdi. Geçtiğimiz cumartesi günü, Kırgızistan’da toprağa verilen Cengiz Aytmatov bütün Türk dünyasının en büyük yazarlarındandı.
Orta Asya ülkelerindeki ’Mankurt’ söylencesini, ’Gün Olur Asra Bedel’ adlı romanında anlatan Aytmatov, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketin, toplumun mankurtlaşması olduğunu söylerdi. Geçtiğimiz pazar günkü yazımızda, Aytmatov’un hikáyesinden yola çıkarak ’Batı bizi mankurtlaştırıyor’ demiştik.
Mankurtlaşmak, günümüzde ulusal kimlikten uzaklaşmak, topluma ve kültüre yabancılaşmak, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşmek, egemen güçlere ve dünyayı yöneten süper devletlere yaranmak anlamında kullanılıyor.
Beyni yıkanarak mankurtlaştırılan kişi, düşmanını efendi olarak kabul ediyor, kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köle oluyor.
Bu, elbette ki kısa sürede olmuyor. Uzun bir zaman dilimine yayılıyor, ulusal refleksler yavaşlatılıyor, milli direnç kırılıyor.
Çok yönlü bir saldırı altında olan ’güzel ve yalnız’ Türkiye’miz, ne yazık ki, Batılı dostlarımız (!) ve onların yerli işbirlikçileri tarafından mankurtlaştırılı yor!
* * *
Mankurt, efendisine sadık, onun sözünden asla çıkmayan, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen, efendisinin emriyle öz annesini bile öldüren bir yaratık!
Orta Asya’da, Juan-Juan isimli barbar bir toplum, tutsak ettiği insanları nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların hafızalarını silermiş. Bunu şöyle yaparlarmış:
Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bu arada bir deveyi keser, derisinin en kalın yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Kuruyup büzülen deri, kafayı mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış.
Tutsak, kafasını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek paralayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört-beş gün aç-susuz bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, kalanlar ise belleklerini yitirirmiş.
Tutsak zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toplarmış. Ama artık o bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan ’mankurt’ olurmuş.
Bir mankurt, kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmezmiş. Bilinci ve benliği olmadığı için, insan olduğunun bile farkında değilmiş...
Ağzı var, dili yok, itaatkár bir hayvandan farksız. Kaçmayı hiç düşünmeyen bir köle. Onun için önemli olan tek şey karnını doyurmak ve efendisinin emirlerini yerine getirmek...
* * *
İşte toplumumuzda olup bitenleri, ’mankurt efsanesi’ ile değerlendirmek gerek... Bugün, Türk toplumunun hızla mankurtlaştırıldığı görülüyor. Ulusal kimliğimiz, kişiliğimiz, büyük bir saldırı altında... Geçmişimiz ve kim olduğumuz bize unutturulmak isteniyor.
Televizyonda, ’Ben Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum’ diyen türbanlı genç kadını hatırlayın. Onun kendisi gibi tesettürlü arkadaşının, ’Türkiye’yi İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar işgal etmiş olsa, belki de daha iyi olurdu. Yabancı manda altında inançlarımızı, dinimizi daha iyi yaşayabilirdik’ şeklindeki sözlerini düşünün...
Bu bir köleleşme olgusudur, mankurtlaşma sürecinin bir bölümüdür.
Peki mankurtlaştık mı, mankurtlaşmak üzeremiyiz?
Bu kadar hırsızlıklara, saldırılara, ülkenin kurumlarının satılmasına ses çıkarmadığımıza göre……’ "
SAVAŞMAK
Saraylarda oturup
Savaş kararı alıp
Bilimi kulanarak
Misket bombası yapıp
İnsanları vururlar basit çıkarlar için
Konuşmadan s a v a ş m a k söylermisimn ne niçin
Sarı -Esmer - Beyaz - Zenci
Hiristiyan - Yahudi - Alevi - Sünni
Vurulan ç o c u k l a r - insanlar - canlılarsa
B e n her zaman karşıyım dökülen eğer k a n s a
Necva Kıyak
Asi Karikatürist
YORUMLAR
’Ben Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum’ diyen türbanlı genç kadını hatırlayın. Onun kendisi gibi tesettürlü arkadaşının, ’Türkiye’yi İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar işgal etmiş olsa, belki de daha iyi olurdu. Yabancı manda altında inançlarımızı, dinimizi daha iyi yaşayabilirdik’
Ya da...
"Atatürk'ü seviyorum.İngilizler,Fransızlar,İtalyanlar,Yunan'lılar tarafından istila edilen yurduma,itaati değil bağımsızlık yolunu gösterip,örgütlediği için.Bize "manda" olmak utancını yaşatmadığı için.."
C. Aytmatov,hangisine mankurt derdi?
Çarpıcı,güzel bir yazı okudum.
Selam,saygı.
"Mankurtlaşmak, günümüzde ulusal kimlikten uzaklaşmak, topluma ve kültüre yabancılaşmak, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşmek, egemen güçlere ve dünyayı yöneten süper devletlere yaranmak anlamında kullanılıyor. "
Teşekkür ederim değerli arkadaşım.
Bomba gibi bir yazıydı.
Düşünceyi örten her şey insanı köleleştirir.
Kronik hastalığımızdır huyumuz kurusun fikir, eylem, felsefe olarak muhalefet eden kim varsa damgayı vururuz. Bu bazı zaman "gerici" olur, bazı zaman "gomonis", bazen "faşo". Yeni trend de demek ki "mankurt" deniliyormuş.
Tam 72,5 milletin yaşadığı bir ülkede "ulusal refleks, milli direnç" kavramlarını irdelerken karşımızdaki ile en azından empati kurmazsak, ’Ben Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum’ diyen birisini hemen "mankurt" damgasını vurur, önce carmıha gerer sonra yağlı urganlara asar daha sonra kırk katırmı, kırk satırmı. Bunu diyen kişinin "eğer başıma bir şey gelmeyecekse" çekincesini görmezden gelerek.
Bu gün bu kıza "mankurt" diyen zihniyet(yazar hanımı kast etmiyorum yanlış anlaşılmasın), yarın Che'nin ölüm yıldönümlerinde zılgıtlar çektiği için, Nazım'dan şiirler okuduğu için, Nihal Adsız'a methiyeler çektiği için sadece sırasını beklesin "mankurt" damgasını yemek için, gerisini merak etmesin.
Sahi doğru nedir.Meseleyi birkaç örnekle izah etmeye çalışayım isterseniz. Bir okçu elindeki yayla atış halindeyken elindeki “yay” yandan kendisini seyredenler için bir “eğri”dir. Fakat hedefe konsantre olmuş bir okçu için o yay “gez, göz, arpacık” üçleminden bakınca yukarıdan aşağıya bir doğrudur. Kâğıt üzerine çizdiğimiz bir doğruya üç boyutlu ortamda baştan sona doğru bakabilme imkânımız olsa idi göreceğimiz sadece bir nokta olacaktı. Demek ki nazariye deki doğrularla, pratikte deki doğrular arasında bir senkron bozukluğu mevcut. Fiziki olarak doğru, bulunulan yere, bakılan açıya, göre değişkenlik arz etmekte. İşin içine birde duygularımızı kattığımızda, aynı düzlemde olup, aynı açıdan bakanların bile farklı doğru anlayışları olduklarını farkederiz. Yoksa en azından gerek sol gerek sağ görüşlerdeki bölünmeleri, fraksiyonları nasıl izah ederiz.
İşte herkes karşı türbündekini "mankurt" olarak gördüğü müddetçe gerçek mankurtlara sınıf atlatmış oluruz sanırım
Saygılar
Sözde "aydın", Türk kimliğini inkar eden solcularımız birer MANKURT mu?
Ya da batılılaşmak adına özünden sapan "batıcı-yoz" zihniyet?
Araplaşmayı en iyi "müslümanlık" sayanlar?
"Birileri"nin Mankurtlaştıramadıklarından mısınız... dedim ve aşağıdaki şiiri daha da bireye inerek yazdım.
MANKURT
Acı kahve tadında dudaklarım
Kalbim bir karanlık telve.
Üzerimi örten Eylül
Bir yanımı ısıtıp,diğerini üşütürken,
Karmakarışık duyguyla,
Sesleniyorum
Benden hızla uzaklaşan anılarıma...
“Son bir kez
Dokunabilir miyim size” diye
Aynada suretsiz aksim
Tanımasa da beni,
Elimi tutsam
Dokunsam tenime
Isınacak yüreğim
Dağılacak kara telvesi
Ah ! O kadar uzağım ki kendime.
Bir labirentin sonunda benliğim
Ürkek !
Bir sürü ben sesleniyor içimde
“Devam et,geri dön ,orada kal”
Bana engel kendim/ler
Yolumda bir yığın diken
Cin emaneti, vücuduma ters ayaklarımla
Attığım her adımda
Utkum uzaklaşırken biraz daha
İçimdeki inatçı ben
Haykırıyor
/Sakın vazgeçme
Bir ana gibi sarıp sarmala
Affet isyan eden senleri
Bir umut boyu yakınsın kendine
Gülümse! /
Eylül’ün son dokunuşu
Okşarken tüm bedenimi
Ben,kendim ve benliğim
Soluk güneşi kucakladık sevinçle
Gün daha aydın
Güz daha az acıtıyor
Beraberken,
El ele.
BANU ULUDAĞ - 28 EYLUL 2009
Necla haın affınıza sığınarak şiirimi sayfanızda paylaşmak istedim.
Eylül ayında,tatilde okudum Cengiz Aytmatov un Gün Uzar Yüzyıl Olur adlı kitabını.Kitabı 1991 de almışım:)O tarihte gerçi Selvi Boylumu okumuştum ama şimdi aldığım zevki almamıştım.
Kitap Cem Yayınevinden Mehmet Özgül çevirisiyle çıkmış .Bence çevirmenin katkısı büyük kitabın güzelliğiyle bütünleşmek için.
O kadar etkilendim ki kitaptan MANKURT adlı şiirimi yazdım.
Şiire başlarken kişinin kendine yabancılaşmasını iredelemek istedim ve google dan uygun resim ararken tesadüfen Mankurtizmin bu kitaptan sonra sosyo -psikolojide terim olarak yerini aldığını öğrendim ve doğru yol üzerinde olduğumu görünce çok sevindim.
Eski zamanda Orta Asya’da Juan Juan’lar "Deri geçirme işkencesi" ile tutsakların hafızasını tamamen yitirmesine neden olur, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir MANKURT yani geçmişini bilmeyen,daha önceden kim olduğunu bilmeyen bir köle yaparlarmış.Bu kişiler tamamen benliğinden uzak,kim olduğunu bilmeden yaşarlarmış. Mankurtizm bu eserden sonra dünya sosyo-psikoloji literatüründe yerini almıştır.Kendinden,özkimliğinden uzaklaşan bireyi anlatmak için.
Teşekkürler bu güzel yazı için.
Televizyonda, ’Ben Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum’ diyen türbanlı genç kadını hatırlayın. Onun kendisi gibi tesettürlü arkadaşının, ’Türkiye’yi İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar işgal etmiş olsa, belki de daha iyi olurdu. Yabancı manda altında inançlarımızı, dinimizi daha iyi yaşayabilirdik’ şeklindeki sözlerini düşünün...
....Malesef bende televizyonda izlerken irkildim...İşte biz böyle duruma düşürüldük....Özgürbirey olmak,bağımsız olmak,onurlu olmanın nimetleri çok geldi..
Kutlarım güzel ve anlamlı bir yazı..Saygılar
Kendi mantığı içinde harika kurgulanmış bir yazı.
Yer yer içim burkuldu.
Akıcı ve anlaşılır.
Son yorumunuza tamamen katılmamakla birlikte yaznın çok güzel yazıldığını kabul ediyorum.
Tebrikler.
10 Puan.
necva kıyak
belki ben yanılmışım mümkünse hangi konuda aynı düşünmediğimizi öğrenebilirmiyim.
teşekkürler:)