14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2480
Okunma
Birol, büyük oynamak istiyordu. Gayet uyanık arkadaşlarını da alarak sendikanın birindeki seçim çalışmalarını takibe gitti. Amacı, yönetim kadrosuna girebilmekti. Fakat umduğu fırsat hiç doğmadı. Kokuşmuş sendika yönetimi kendi içinde öyle kenetlenmiştir ki; değil görev kapmak, dayaktan zor kurtuldular. İşçi hak ve sorunları hariç her şey ele alınmıştı. Burada emek ve emekçi hariç her denge gözetiliyordu.
Birol ve arkadaşları, son bir umut ve gayretle; sendika başkanına bir pusula ulaştırdılar. Pusulada şöyle bir şiir vardır:
SİZ VE BİZ
Görmüyoruz sanmayın iç yüzünü işlerin…
O doğru duruşların o eğri gidişlerin.
Neler çiğnediğini hiç durmadan dişlerin…
Ne yolda olduğunu o yıldızlı fişlerin?
Biliriz yenileni kuzumudur, tavşan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Morgken koltukların çıkardınız tadını…
Yokladınız güzelin evcilini, yâdını.
Şu ince belli kızı şu fıkırdak kadını.
Ne dediniz olmadı bir yosma mı, civan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Sizlerde bendendiniz ne çabuk ayrıldınız?
Her biriniz en yüce yerlere kaydırıldınız?
Kiminiz doğruldunuz, kiminiz eğildiniz.
Böylece zevk içinde yaşarsınız yalan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Yok mu? Ata malından azıcık pay bize de?
Adınız hiç görülmez pasaportta, vize de…
Biz de gezmek isteriz Londra’da, Gize’ de.
İsterseniz gideriz hatta Portekiz’e de.
Bizim yerimiz sade Sivas, Erzurum, Van’ mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Neler sorulur bilseydik, amcamız, dayımız mı?
Değilse nemiz eksik aklımız, boyumuz mu?
Yoksa beğenilmeyen bir kötü huyumuz mu?
İnancımız mı bozuk, kanımız, soyumuz mu?
Bizim kanımız başka, sizin ki başka kan mı?
Sizin ki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Bizler de sizin gibi yorulmak istiyoruz.
Divanda, encümende kurulmak istiyoruz.
İnsanlar sırasında görülmek istiyoruz.
Kırk yıl pösteki gibi sürünen de insan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Süründük bu kadar yıl, Aydın’da, Muş’da, Van’da…
Kahve gibi kavrulduk, dövüldük bu havanda.
Şöyle bir yaşamadık Karlisbat’la Lozan’da.
Fakat arılar gibi çalıştık bu kovanda.
Balı, kaymağı sizin bize acı soğan mı?
Sizinki tatlı can da bizim ki patlıcan mı?
Hayat böyleydi işte. Herkes bir şekilde emeğinin karşılığını alsa da
Emekçinin emeğinin karşılığını kapitalist sermaye alıyordu. Sömürülüyor, satılıyor, horlanıyordular emekçiler. Birol, sendika başkanı Sarı Süleyman’ın cevap yazdığını fark edip umutlanmıştı.
Sarı Süleyman kronik doyumsuzluk çeken, gaddar, içinin karası dışına vurmuş biridir. Yediği haramlara çok nadir helal karışmaktadır. Ama denge adamıdır. Yılların kurdudur o. Biro’a cevap yazarken göbeğinin şişinden dolayı hayli rahatsız olmuştur. Sarı Süleyman, Sarı Çıyan, gençlerin mücadele azmini kırmayı hesaplamaktadır. Nihayet Birolun beklediği pusula gelir. Pusulada şunlar yazılmaktadır:
SEN BİR GARİP ÇİNGENESİN
İki gözüm eller gibi sefa sürmek hakkın değil,
Nene gerek apartman, nene gerek otomobil,
Çok ağır da olsa yükün taşımayı vazife bil,
Bu yarışa girme sakın altındaki topal eşek.
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek…
Çadır senin nene yetmez tutuşmuşsun villa diye,
Üzüyorsun yüreğini yat isterim illa diye.
Taştan taşa fırlatıyor felek seni bilya diye,
Ne anlarsın piyanodan çal kavalı eğlenerek,
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek.
*
Varsın onlar bezensinler, varsın onlar kurulsunlar,
Varsın bütün hısım kavim birbirine sarılsınlar.
Sen bahtına küste çekil onlar bol bol serilsinler,
Onlar yesin muz, ananas senin payın kabak, kelek.
Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek.
Birol, şiiri okumuş ve çok bozulmuştu. Arkadaşlarına; “bu sene buradan bize ekmek çıkmaz. Herifler organize. İşimizden ve dişimizden olmadan gidelim.”demiş ve orayı terk etmiştiler. Ama akılları orada kalmıştı.
Onca bilgi ve becerisine karşın pek çok sıkıntısı vardı birol’un. Kader Birol’a pek gülmüyordu. Gergin yüz hatları onu yaşından olgun gösteriyordu. Elleri ile ceplerini umutsuzca ama dikkatle tekrar karıştırdı. Birkaç kuruş demir para çıktı. Hatırı sayılan kâğıt paralar yoktu. Başı öne eğildi. Sarı sendikada sıkıntılı bir gün geçirmişti. İstirahat ile geçmeyen değişik bir yorgunluktu onunki. İçinin acıdığını hissediyordu. Engelsiz engelliydi. Para özürlüydü Birol da diğer ameleler gibi. Bayrama üç, aybaşına 15 gün vardı. Parası yoktu. Kira sorunu olmadığı, eşi ve kendisi çalıştığı halde parasız kalmıştı. Kiradaki dükkânının kirasını da alamamıştı. Ya kirada oturup tek çalışanlar ve yan geliri olmayanlar ne haldeydi?
Bayram, masraf demekti. Hem de ne masraf. Zaruri olmayan her türlü masrafı kısacaktı. Yine de hesapta olmayan şeyler çıkıyordu. Bütçe deliği her ay daha genişliyordu. Daha 20 yıl önce işçi memurun iki katı ücret alırken bu gün yarısını alamıyordu. Memuru kıskanmıyordu ama yaptığı işi dört memur yapamaz, kaçardı. Sendikaya ve devlete kızıyordu. Hele 12 Eylül ihtilalına deliriyordu. Mecburi ve fazla mesailer de, haftada bir değişen üç vardiya sistemi de iyice bıktırmıştı Birol’u. Her gün yeni yasak ve kısıntılar de çabasıydı.
Çocukları ile yaşlı annesi ilgileniyordu. Babası, evde hakkında konuşulmayan bir konuydu. Annesi çocukları yedirip yatırmıştı. Suzan da az önce uyanmış, giyinmiş ve işine gitmek üzere evden çıkmıştı. İşlerinin ağırlığı yüzlerine yansıyordu. Sürekli gergin ve asık surat olmuştular. Hayatları iyice monoton ve sıkıcı olmaya başlamıştı. Sosyal faaliyetleri yoktu. Birbirlerine sevgi sözcükleri söylemek dahi unutulur olmuştu.
Ülke yöneticileri ve sendikalar kör olmalıydı. Fakirlik hatta açlık sınırının altında asgari ücretleri hangi vicdan ile onaylıyordular? Vicdan? Nadir rastlanan bir erdemdi.
Birol, yorgun, sinirli, umutsuzdu. Hiçbir zaman hiçbir şey değişmeyecekti. Pijamalarını giyinip yatağa girdi. Kitap okumak gelmedi içinden. Gündüz yaşadıklarını bir süre analiz etti. Bir ara yanında olmayan Suzan’ı düşündü. Bazen böyle değişik vardiyalara düşerdiler ve ayrı kalırdılar haftalar boyunca. Birol, içinden “cinsel tazminat isteyeceğim.” Diye fikir yürüttü. Uykuya dalmak üzereyken kapının zili çaldı. Gelen Suzan’dı. Yeni servis sürücüsü, yolları karıştırıp bazı elemanları almadan fabrikaya girmişti. Birol bu işe sevinmişti. Hemencecik eşi ile güzel bir gece hayal etti. Suzan’da, makinedeki çamaşırları balkonda asıp odya geldi. O da güzel bir gece planlıyordu.
Acı acı çalan saat zili ile uyandı Birol. Saat 06.30’du.İştahsızca doğruldu. Yanındaki eşini gördü. Akşam onu beklerken uyuya kaldığını hatırladı. “Fakirin seksi de fakirmiş” diye hayıflandı. Giyindi. Bir ölü gibi ruhsuz ve isteksiz Guantanemo’ya doğru yola çıktı. Böyle çalışma, böyle verim mi olurdu? Fakat nice işsiz varken bu dahi bayağı bir şans idi. Tam kurtuluş için sendikalı olmak da yetmiyordu. Arpalığa düşmek gerekiyordu. Serviste bunları düşünürken, ince hesaplarını daha da detaylandırıyordu. “ Seneye Sarı Süleyman seneye” diyordu içinden. Sarı Süleyman’ı kafasından silip atamıyordu Birol.