- 920 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİZİ EN ÇOK ÜZENLER...
Sizi en çok “ Seni nasıl bu kadar üzdüler? Nasıl kıydılar sana?” diyerek ağlayanlar üzer.
En çok da sevmenin ve sevilmenin verdiği o en rahat dönemlerinde yaparlar bunu.
Sizi üzmeyeceğine dair size ve Tanrı’ya sözler verilmiştir oysa en başta. Sizi üzeceğini, üzdüğünü
defalarca deneyimledikleri halde tekrar tekrar aynı davranışlarını yine aynı rahatlıkla sergilerler.
Kendilerinin “muhabbetine” yani farazi olarak aynı koşulları muhataplarının yapmasına bile bir an
katlanamadıkları her şeyi sanki onlara mübahmış, hakmış gibi görürler. Bir an için kendilerini
muhataplarının yerine koyduklarını düşünmeleri ve anlamaları olanaksızdır. Düşünemezler,
farzedemezler, empati yapamazlar, çünkü yapmak istemezler. Ancak birebir yaşamaları gerekir ,
ki buna asla tahammül edemeyeceklerdir, ve sürmesi gereken süremeyecek, infazdaki bir mahkum
gibi başı bedeninden aniden koparılacaktır. Ve orada bitecektir sürmesi gereken. Ona hak olan,
mübah olan her şey size haram kılınmıştır. Sakın ha!
“Konuşarak halledilemeyecek hiçbir şey yoktur.” Sözüne olan inanç boş bir inançtır.
Birçok kez denenmiştir, kişiler değişse de sonuç değişmemiştir. Biri diğerine tam itaat etmedikten
sonra konuşmak boşa kürek çekmektir. Tersine, konuştukça, çözüm aradıkça, çözümleri denedikçe
arapsaçına döner sorun ve işin içinden çıkılmaz bir hal alır, ve hızla sona doğru gidilir…
İnsana en çok koyan da medeni, akıllı, anlayışlı, duyarlı, vicdanlı kişiler olduklarına inanan ve sizi de
buna inandıran ama iş yaşamaya, uygulamaya geldiğinde aksini görmeniz ve yine aynı sonla
karşılaşmanızdır. Üstelik her defasında bir kez daha deprem geçirmiş bir bina gibi daha
hasarlı ve hastalıklı kalakalırsınız ortada…
“Hiçbir yara tam olarak iyileşmez bilirsin” (Yılmaz Erdoğan)
Hiçbir bina şiddetli bir depremden sonra eski sağlamlığına döndürülemez ve birçok kez hasar almışsa bir de.
Her şiddetli depremden sonra sizden yepyeni bir bina olmanız beklenir. Onlara anlatamazsınız olamayacağınızı…
Sizi onarmaya azmederler ve görünüşte sağlamlaştırıp güzelleştirirler. Fakat duvar içlerine giremezler, içerdeki
çatlaklara ulaşamazlar. Sadece yüzeydeki çatlakları, yarıkları, yıkıntıları onarabilirler. Sizi yepyeni bir bina
yapamazlar, bunun için tamamen yıkmaları ve yeniden inşa etmeleri gerekir, ki o zaman siz olmazsınız yapılan;
yerine konan başkasıdır. Bu yüzden hasarlı, çok hasarlı yapılar üzerinedir anlatılan…
Nerde kalmıştık? Evet, duvar içleri…
Yüzeyde, görünürde olanlar tamam, artık yepyeni, pırıl pırıl görünüyorsunuz ve yeni ilave tasarımlarla daha
cazip ve gözalıcısınız. Eskisinden de güzel…
İçine girer coşku ve heyecanla keyfini çıkarır hanenin yeni sahibi ve hane.
Bir süre bunun verdiği mutlulukla unutulur eski depremler, yaralar, hasarlar…
Her şey sizi onarıp oraya yerleşene kadardır.
Anlayış, nezaket, duyarlılık, saygı, sevgi, üzmeme çabası, dokunsam kırılacak muamelesi, yüreğinizin
tam ortasına yerleşene kadardır.
Ondan sonra başlar rahat batmaya ve eşelemeye, didiklemeye, yeni çatlaklar, yaralar açmaya...
Üstelik bunu yaparken hâlâ yapmadığına inanıyordur. Sizi tanıdığına o kadar emin olmuşken başlar
yaralamaya. Sizi nelerin üzeceğini, nelerin kanatacağını öğrenmişken üstelik.
Nedenler, niçinler, geçmiş, şu an didiklenir nedense...
Ne kadar direnseniz de konuşmamaya, vereceği zararları anlatmaya çalışsanız da, mühendisimiz
bunun iyi geleceğini, ve olması gerekliliğinde ısrar eder. Israrlarda boğulmaya başlar ve çözülürsünüz
gönülsüzce ve kanayarak.
Çatlaklar çıt çıt açılmaya başlar iç duvarlardan ve kan sızmaya durur, yeni dekore edilmiş duvarlar,
döşemeler lekelenir, kusurlanır bu sürede. Bunlarla kalınmaz, mühendisimiz kendine o kadar
güvenmektedir ki bir yandan sizi onarmaya çalışır bir yandan da yeni sarsıntılara yol açacak
eylemlerde bulunur.
Ona göre yanlış bir şey yapmıyordur. Anlatırsınız, konuşarak çözüleceğini, anlaşılacağınızı ümit edersiniz
boş yere. Bir an anlamış görünür, tekrarlamayacağına sözler verir, inanırsınız; çok samimi
görünmektedir çünkü.
Bir gün geçmeden yine aynı şeyleri yaşarken bulursunuz kendinizi. Bir gün önceki, ve daha önceki ve
daha daha önceki konuşmalar yeni oluşan çatlaklara yenilerini ekler ama mühendisimiz, tadilatçımız
balık hafızalı olduğundan çabucak unutuverir ve anlam veremez artık bunların neden bu kadar üzdüğünü,
yaraladığını, karşılaştığı tepkilere, olumsuz tavırlara; aptallaşmaya başlamıştır o başlardaki duyarlı, hassas,
anlayışlı, üzmekten korkan adamımız.
Bir gün önce kendi kanattığı yaranın ellerini boyayan kırmızısı ertesi güne kalmaz.
Bunu hiç anlayamaz kanayan, kanatılan…
Ve bu o kadar sık olmaktadır ki büyük depremin öncü sarsıntılarının şiddeti artmaya başlar.
Her sarsıntıdan sonra, tüm ruhunuzla, kalbinizle, varlığınızla sıkı sıkıya bağlı olduğunuz o dönem yavaş
yavaş yerini kalın bir halatın tek tek iplerinin kopmasına bırakır. Halatta yer yer zayıflayan, tel tel atan
noktalar giderek artar; koptu kopacaktır halat…
Sonsuzluk bağı kurmaya ve onu sağlamlaştırmaya ant içen idealist tadilat mühendisimiz bağı giderek
zayıflattığının farkında bile değildir. Ya da farkındadır ama başlardaki heyecan ve coşku içindeyken
kendisinde He-man ya da Süperman gücü hissettiği için, süreç içerisinde aciz bir insan olduğunu
kavramıştır artık ve kendi haline bırakmıştır binayı ve halatı.
Her an olma ihtimali çok yüksek o son ve yıkıcı depremi beklemeye koyulursunuz…
Her an yıkılabilir tabelası asıp binayı terk etmek elzem olmuştur aslında ama bu yapılmaz.
Yıkılışına bizzat tanık olmak ve karşıdan seyretmek, filmi sonuna dek izleme merakı vardır…
Sadece kişiler değişir, yaşadıklarımız aynıdır hep, ta ki tamamen yıkılana, dümdüz olana dek.
Yalnızca isimler farklıdır, isimleri taşıyanlar özde aynıdır. Kara listeye bir isim daha eklenir…
4 Ekim, 2009
Ayşe Eren
--------------------
K e L e B e K
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.