- 2166 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
278 - EL CEBBAR
Onur BİLGE
Emir Sultan’ı ziyaret ettikten sonra oradan ayrıldık. İçinde bulunduğum ruh halinden çıkamadım. Caminin avlusu, gözlerimin önündeydi. Hayalimde, vaktiyle dershane olarak kullanılan yan yana yapılmış küçük odacıklarda yaşanan olaylardan sahneler canlanmaya başladı.
Odaların alçak ve küçük pencerelerinden birer birer içeriye bakıyordum. İlk baktığım sınıfta, yer minderlerine oturmuş, öğreticilerinin önüne diz çökmüş, rahlelerin üzerine koydukları Kur’an-ı Kerim’lerden okumayı öğrenen küçücük talebeler, minicik parmaklarıyla güderek harfleri birbirlerine bağlamaya çalışıyor, tertemiz ağızlarından çıkan sesler, petekten bal süzülür gibi ağır ağır damlıyor, incecik sesleri, külliyenin beyaz badanalı duvarlarına siniyor, ebedileşiyordu.
Yanındaki odada, kafa kafaya vermiş, bıyıkları terlemeye başlamış yeni yetme öğrenciler, tam anlayamadıkları bir konuda hararetle tartışıyorlardı. Diğer odada; nur yüzlü yetişkinler, ortadaki mangalın etrafında oturmuş, küllenmiş közlerin arasına konan çaydanlıkta kaynayan ıhlamurdan, doldurup doldurup içiyor, sohbet ediyorlardı. Bitişiğindeki odadan, güçlükle duyulan harika bir Kur’an sesi geliyor, içerdekilerden bazıları gözlerini kapatmış, kendinden geçmiş, huşu içinde dinliyorlar, kimisinin gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Avluda; küçük büyük erkeklerden bazıları, çıplak ayaklarındaki nalınlarla yürüyor bazıları ceketlerini çıkarıp omuzlarına atmış, paçalarını dışa doğru kıvırarak, kollarını sıvayarak abdest almaya hazırlanıyor bazıları da şadırvanın önündeki taş oturaklara oturmuş, musluklardan akan billur gibi sularla, yavaş yavaş abdest alıyorlardı. Külliyede ruhani bir hava, orada bulunanlarda huzur ve sükûn, en önemli işlerini yapmaya hazırlanıyorlar. O sırada, yanık sesli bir müezzin tarafından, insanın ruhuna işleyen bir ezan okunmaya başlıyor, odaların kapıları birer birer açılıyor, içeridekiler edeple dışarıya çıkıyorlardı.
Odanın birisinin kapısından, Emir Sultan Hazretleri, nurlu yüzündeki tebessümüyle çıkıyor, ışıklı gözleriyle çevresine bakıyor, etrafındakilerle camiye doğru ilerlerken, rastladığı kişilere selam veriyor, hal hatır soruyor, gönül alıyordu. Yanına gelenler, gül kokan elini hürmetle öpüyor, duasını almaya çalışıyorlardı. Bir anda çevresi kalabalıklaşıyor, hep birlikte kapıdan içeriye giriyorlar, bir süre sonra avlu boşalıveriyordu.
Üzerinden asırlar geçmiş olmasına rağmen, külliyede duyduğum sesler bir anda kesildi, etraf ruhani bir sessizliğe büründü. Odaların duvarlarına Kur’an ve ilim sesleri, havaya ezan yankıları, avlunun taş zeminine takunya tıkırtıları, şadırvanın musluklarına su şırıltıları gizlendi. Sadece, içerden kamet sesi geliyordu. Bir süre sonda Tekbir alındı ve külliye, külliyen namaza durdu.
Bütün bunlar, Yeşil Çay Bahçesi’ne gelinceye kadar olupbitti. Viranecilerin seslerini duyuyor, ne dediklerini seçemiyordum. İnsan içinde insan var sanki. Sanki ruh içinde ruh... Âlem içinde âlem... Kulak, göz ve ruh, beynin tahayyülüne itaat ediyor, dış dünyaya kapanmayı biliyor. İç sesler, iç görüntüler, dış sesleri kapatıyor, dış görüntüleri perdeliyor; tasavvur, bir anda maddeyi delip geçiyor. İnsan beyni, harikalar yaratıyor. Ne kadar süratle çalışıyor! Tüm duyu organlarına hükmediyor, hepsini kendisine ram ediyor.
Beyindeki küçücük bir hasar, vücudun ahenk ve işleyişini bozuyor. Parkinson hastasının ellerli titriyor, ayakları gitmiyor. Saralının gözleri kayıyor, yuvalarından fırlıyor, göz bebeklerinin biri bir tarafa, biri bir tarafa gidiyor, dişleri kilitleniyor, düşüp bayılıyor, elleri dışa dönüyor, kolları kıvrılıyor, bedeni kasılıyor, başı şiddetle ve ritmik hareketlerle sallanmaya, yere vurmaya başlıyor, bir süre sonra ağzından köpükler çıkıyor. Beyindeki arıza, bir insanı deviriyor, kendisini bilmez hale getiriyor. Kulağı, duymaya devam etse de bedeni devreden çıktığı için hiçbir şey yapamıyor.
Beyin, cebbar bir organ... Beraberindekilerle, her şeyi yapabilme gücünü elinde tutuyor. Yani beyincik, omurilik soğanı, omurilik ve sinir sistemiyle birlikte... O, sanki bir ağaç... Vücut toprağında boy atan, hem soğanlı hem sırık hem de saçak köklü bir bitki gibi... Fabrikanın çatı katında, karantinaya alınmışçasına korumalı, kapkaranlık odasında kalan, fakat ışıklar içinde olan, her yeri, her şeyi gözeten, her yerden haberdar olan, bir şey yapmıyormuş gibi yerinde oturan bir müdür... Astığı astık, kestiği kestik padişah... Öyle bir amir işte! Diğerleri emir kulu...
Çay bahçesine gelinceye kadar yol boyunda kabirlere baktım. Birçoğunun başlarında asırlık taşlar vardı. Ne batıl inançlar var! Bazı kadınlar, mezarlık duvarına çıkmış, ellerindeki yeşil ipek makaralarındaki boşaltarak, kulaç kulaç iplikleri kabristana doğru atıyorlardı. Onlara ne yapmakta olduklarını sordum:
“Kısmet açıyoruz.” “Kızım var da evlensin istiyorum.” “Evlenmek istiyorum, bir türlü olmuyor, ondan...” gibi şeyler söylediler.
Makaradaki ipek mi bağlamış kısmetlerini? Onca iplik boşa gidiyor. İsraf haram değil mi? Bazıları da arka tarafa geçmiş, ellerinde makaslar; kelep kelep toplayıp, düğümlenemeyecek kadar küçük parçalar haline getirinceye kadar kesiyor. Demek ki ipek orada da düğümlenirse, kısmetin tekrar kapanma olasılığı var. İşini sağlama alıyor. Halkımız bu kadar saf! Bu kadar mı düşüncesiz? Kaderin kısmetin, makarayla ipekle, muradın yeşille ne alakası var? Kader...
Beyin için, cebbar bir organ, dedim ya... ‘Cebbar’, Kudret sahibi, yani Allah... Bize göre, gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesine verilen ad. Özellikle kadınlar için kullanılan, becerikli ve açıkgöz anlamında bir sözcük. Zorlayıcı ve zorba anlamına da geliyor.
Allah, Habir’dir. Yarattıklarının ihtiyaçlarından haberdardır. Her yarattığının ihtiyacını karşılar, her yönden sonsuz güç ve kudret sahibidir. Allah, Cebbar’dır. Yarattıklarını, iradesine mecbur eder, dilediğini zorla yaptırma gücü kendisindedir. Hüküm, O’nundur.
Hüküm O’ndadır ama insan, kendisine bahşedilen cüzi iradeyle, arzu ettiği iyi veya kötü işleri yapar. Allah, cebren ellerini kollarını bağlamaz veya zorla sevk etmez. Emir ve yasaklara uyup uymamakta serbesttir. Allah, akıl ve irade vermiş, sevap ve yasakları bildirmiş, doğru yolu göstermiş, iyiliği emretmiş. Yaşamakta olduğu sürece, Cebbar sıfatıyla kötülüğe veya iyiliğe zorlamamış. Fakat emirlerini dinlemeyenler, karşı gelenler, asiler, günahkârlar, istemeseler de cezalandırılacaklar. Her yaratığı, Allah’ın iradesi ve kudreti altınadır. Kuran-ı Kerim’de, göklerde ve yerde olanların hepsinin, ister istemez O’na teslim olduğu ve O’na döndürülüp götürülecekleri, yazılıdır.
Cebbar, ‘cebr’ kökünden türemiştir. Allah’ın kudret ve ululuk sahibi olduğu anlamına gelir. ‘Giriştiği işi mutlaka başaran’ demektir. Allah’ın, istediğine istediğini zorla yaptırmaya muktedir olduğunu ifade eder. Cebr’in iki anlamı vardır.
Cebr, kırığı yerine getirip sarmak, eksiği gidermek, tamamlamak anlamına gelir. Allah, Cebbar ismi gereği, yarattıklarının ihtiyaçlarını giderir, eksiklerini tamamlar.
’Cebr’, ’icbar etmek, zorlamak, zorla yaptırmak’ anlamını da içerir. ’Zorlu’ anlamına da gelir. Fakat Cebriye’nin iddia ettiği gibi ’insanlara her şeyi cebren yaptıran’ değildir. Allah, insanı iyilik ve kötülük yapmaya zorlamaz. İyiliği emreder, kötülüğü emretmez. İyilik yapana yardımcı olur. İçindeki korkuyu yok eder. Sabredeni ve kendisine tevekkül edeni mükâfatlandırır. Ona; dayanma, direnme, başarma gücü ve imkânı verir.
Bir hadise göre, cenine can verildikten sonra görevli bir melek ona ruh üfler ve hayatı boyunca yapacağı her davranışının nasıl olacağı Allah tarafından bilindiği için bu anlama gelen amelinin nasıl olacağını yazar. Kişinin ameli, işlediği hayır, şer, iyilik ve kötülük demektir. Ne zamana kadar yaşayacağı, rızkı, nasıl, nerede öleceği, nereye gömüleceği burada belirlenmiştir. Bütün bunlar Levh-i Mahfuz denilen, Allah katında olan bir kitapta yazılıdır. Cennetlik mi cehennemlik mi olacağı da bu kitapta kayıtlıdır. Her şeyin bilgisi, Allah’ın katında mevcuttur.
İsra Suresi’nin 13. ve 14. Ayetleri’nde: "Her insanın amelini boynuna doladık. Kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız. ’Kitabını oku! Bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter.’ deriz." buyrulmaktadır.
Her insanın amelinin boynuna dolanması, kader veya alın yazısı olarak adlandırılır. Başına ne geleceğinin, akıbetinin nasıl olacağının Allah tarafından bilinip kaydettirilmiş olması anlamına gelir. Allah, onun için yazdırmış ve onu zorlamış anlamına gelmez. Aksi halde, kötülük yapmasını ve günah işlemesini de O emretmiş olurdu ki bu defa da suç ortadan kalkar, ceza da zulüm olurdu. Allah, yarattıklarına zulmetmez. Adaletle muamele eder. Hatta fazlından iyiliklerin karşılığında aldığı sevapları katlayarak arttırır, hardal tanesine kadar değerlendirerek ödüllendirir. Kötülüklerin karşılığında yazılan günahların bire bir karşılığı vardır. Orada kimseye zulmedilmez.
Allah, Cebbar’dır. İsteseydi, hepimize boyun eğdirirdi. Bizi zorla kendisine ibadet ettirirdi. Akıl, ilim ve irade verdi, kendi halimize bıraktı. Aklı olan kazanır, akılsızca hareket eden cezalandırılır. Cebbar isminin anlamını, ahrette daha iyi idrak eder. Bir hadis, orada onların başına gelecekleri gayet iyi açıklamakta: “Cebbâr (olan Allah-ü Teâlâ) kıyamet günü mülkü olan gökleri ve yerleri eline (kudretine) alır ve buyurur ki: Cebbâr benim, Melik benim. Hani cebbarlar, mütekebbirler (kendilerini büyük görenler) nerede?”
Kibirli, zorba ve gaddar anlamına da gelir. Kibir, ibadetleri yok eder, sevapları bitirir. Kibirlenenler, cebbârlardan olurlar. İbrahim Suresi’nin 15. Ayeti’nde: “O peygamberler, düşmanları üzerine Allah’tan zafer istediler ve her inatçı cebbâr da hüsrâna uğradı.” buyrulmaktadır.
Bir rivayete göre, El-Cebbâr ismini okumaya devam eden, zalimin zulmünden korunur, özellikle yolculukta, kazadan beladan korunurmuş.
Kader, ipek makarasına dolalı değildir. Herkesin boynuna dolalıdır. Allah’ın isteği dışında çıkarılamaz, düzeltilemez. Kimin ne yapacağı, nasıl yaşayacağı bilindiği için belirlenmiş, kaydedilmiştir. Her işin olması için bir zaman tayin edilmiştir. Vakitsiz kuş uçmaz. Kimsenin kısmetini kimse bağlayamaz ve açamaz. Allah’a bu şekilde iman etmek, safsatalara inanmamak, boş işlerle uğraşmamak gerekir.
Bilgi edinmeye çalışmayan, dinimizi öğrenemez, aklını çalıştırmayan, mantık yürütmeyen kişiler, kulaktan duyma laflarla safsatalara inanır. Keşke dinimizin esasları, batıl inançlar kadar bilinseydi, boş işler kadar ibadetle meşgul olunsaydı da herkes cennetliklerden olabilseydi!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 278
YORUMLAR
Kader, ipek makarasına dolalı değildir. Herkesin boynuna dolalıdır. Allah’ın isteği dışında çıkarılamaz, düzeltilemez. Kimin ne yapacağı, nasıl yaşayacağı bilindiği için belirlenmiş, kaydedilmiştir. Her işin olması için bir zaman tayin edilmiştir. Vakitsiz kuş uçmaz.
cok güzel bir yaziydi yine.
evet kaderimizde ne varsa onu yasayacagiz.
yüregine saglik sevgili Onur Bilge.
sevgilerimle