- 459 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
.
Bu gece yılbaşıydı. Lapa lapa yağan kar, iyice kararan havada caddeleri bembeyaz yapmıştı. İstanbul`un en işlek caddelerinin birinde insanlar neşe içinde alışveriş yapıyor, anneler babalar çocuklarıyla tatlı bir telaş içinde evlerine doğru koşuşturuyorlardı. Bu arada bütün bu tatlı koşuşturmacayı mahzun gözlerle izleyen birisi vardı! Caddenin bir köşesinde ellerine üşümemek için giydiği yırtık çoraplarla müşteri bekleyen boyacı çocuk. O`nun adı Yusuf`tu. Herkes yılbaşının coşkusunu yaşarken Yusuf`un içinde büyük bir korku vardı. Sabahtan beri kar yağıyordu ve kimse ayakkabısını boyatmıyordu. Para kazanmadan eve gitmekte istemiyordu, çünkü üvey babası para getirmedi diye hem onu, hem de kendisini korumak isteyen annesini gene dövecekti.
Yusuf dokuz yaşındaydı. Babası üç sene önce ölünce annesi yeniden evlenmişti. İlk zamanlar her şey çok kötü gitmese de, bir zaman sonra üvey babası eve sürekli sarhoş gelmeye başlamış ve hem annesini hem de Yusuf`u sürekli tartaklar olmuştu.
Yusuf çaresizlik içinde boya sandığını omzuna alıp eve doğru yürümeye başladı. Sabahtan beri doğru dürüst bir şey yememişti. Yoldan geçerken bir lokantanın önünde durdu. İmrenerek içeri baktı. Yutkundu. İçeride yemek yiyen insanları içi giderek izlerken bir an yüzü kızardı! Sınıftan bir arkadaşıyla babası içeride yemek yiyorlardı. Olduğu yerde büzüştü, küçük omuzları düştü. Hemen kendini gizledi. Artık okula da gitmiyordu, bu yüzden arkadaşlarıyla yüz yüze gelmekten de çok utanıyordu. Üvey babası sırf okula gitmek istediği içi onu kaç kere hırpalamış, bütün kitaplarını, kalemlerini de sobada yakmıştı. Tam bu sırada lokantanın önüne ekmek arabası geldi. Şoför arabadan hızla inip hızla iki kasa ekmeği, lokantanın kapısına bırakıp gitti. Yusuf sıcacık ekmeklere imrenerek baktı. O sırada ekmeklerin biri kasadan kayarak karların üzerine düştü. Yusuf hemen koşarak ekmek ıslanmasın diye onu yerden aldı. O an ekmekleri almaya gelen komi Yusuf`u elinde ekmekle görünce "Lan adi velet, utanmıyor musun sen ekmek çalmaya" deyip Yusuf’a bir tokat attı. Yusuf acıyla yere savruldu! Bu arada yere düşün boya sandığı darmadağın olmuştu. Yusuf bir yandan ağlayarak boya sandığının parçalarını topluyor. Bir yandan da acıyan yüzünü tutuyordu. Lokantadaki abinin kendisine tokat atması çok ağrına gimişti. O düşen ekmeği yemeyecekti ki, ıslanmasın diye sandığa geri koyacaktı. Başını öne eğip yerdeki karlara vurarak yürüyor, bir yandan akan gözyaşlarını siliyordu. Eve gitmeyi hiç istemiyordu. Gene üvey babasından dayak yiyecekti. Hele sandığı böyle gördüğünde atacağı dayağı düşündükçe eli ayağı tir tir titriyordu. Ama başka nereye gidebilirdi ki? Gidecek hiç bir yeri yoktu. Üzerine yağan ve başını bembeyaz yapan karlara aldırmadan gayesizce yürümeye başladı.
Yürürken bir parkın yanına geldi. Parka baktı. O an minik yüreği hızla çarpmaya başladı!
Aklına ölen babası geldi. Babası onu hep parka getirirdi. O`nu o kadar çok özlemişti ki birden elindeki boya sandığını fırlatarak, “ Baba, baba “ diye haykırmaya ve delice parka koşmaya başladı. Sanki babası orada onu bekliyormuş gibiydi. Acılara bürünmüş minik yüreği, şu an babasını yanındaymış gibi hissetti. O’nun öldüğü gerçeğini şu an asla kabul etmek istemiyordu. Kendini bir anda girdiği bu mutluluk düşüne kaptırmıştı. Sanki şu an babasıyla oynuyor gibiydi, tıpkı yıllar önce olduğu gibi. Şiddetle yağan kara aldırmadan kaydıraktan kayıyor, salıncakta sallanıyordu. Herşeyden önemlisi şu an canı babası onunlaydı. Babası şimdi kendisiyle konuşmuyordu, ama olsun sürekli kendisine gülümseyerek bakıyordu ya. Küçük yusuf kendisini bu mululuk oyununa o kadar kaptırmıştı ki, ancak uzun bir süre sonra çok yorulduğunu hissetti. Minik elleri üşümeye başlamıştı. Eldiven diye taktığı yırtık çorapla oradaki bir bankın karlarını temizleyip oturdu. Çok üşüyordu artık. Babasına baktı. Babası ona gülerek gökyüzüne doğru yükseliyordu. Babasına gülücüklerle el salladı. Yıllar sonra ilk kez bu kadar mutlu olmuştu. Oturduğu yerden gökyüzüne doğru bakmaya başladı. Bir an yüzüne düşen karları babasının gönderdiğini düşündü ve onları tek tek yakalamaya çalıştı. Ama, uzun süredir aç kalan küçük bedeni artık iyice halsizleşmişti. Bu arada çokta uykusu gelmişti. Banka uzandı. Babasının gönderdiği karlar onu beyaz bir yorgan gibi şefkatle örtmeye başlamıştı. Huzurluydu artık. Üşümüyordu da. Ve sabaha doğru, küçük mutlu bir kalp, babasının kendisine gönderdiği karlarla oynaya oynaya gökyüzüne doğru yükselmeye başladı.
YORUMLAR
Mustafa Sakarya
Çok gerçekçiydi...
Vede hüzünlüydü...
İçim burkuldu...
İyide anlatılmış, tebrikler
Saygılar selamlar