- 741 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Evin Halleri
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Hurşittt..Hurşit..Allah canını almasın emi! Daha yeni temizledim orayı.. Off ya off"
Hurşit hayatının en kötü pazar günlerinden birini yaşıyordu gene. Altı üstü bir pazar günü vardı zaten o da hep burnundan geliyordu. "Oraya oturma, buraya basma, tencereden yemek aşırma" Karısı Ayten’in dırdırından bıkmış, adeta cehennem hayatı yaşar hale gelmişti. Aslında her şeye rağmen karısını seviyordu. Ama ikisi de birbirlerinden çok farklıydılar. Kendisi, mülayim, serinkanlı, Ayten’se sinirli ve tam bir olumsuzluk dedektifiydi. Her şeyi hep karamsar tarafından ele alır, her şeyi eleştirirdi.. Cebinde kırmızı kartından başka kart asla olmazdı. Hurşit defalarca konuşmuştu karısıyla. "Bak karıcım sakin ol.. Her olaya hemen parlama! Senin bir dakika sonra unutacağın bir lafın beni bir gün boyunca kanatır" diye. Ama yinede değişen bir şey olmuyordu. Sürekli didişme sürekli inatlaşma... İşin kötü tarafı Hurşit her ne kadar hoş görülü bir insan olsa da, artık onun da bu huyu değişmişti. Sürekli kavga etmekten ve tartışmaktan dolayı o da asabi birisi olup çıkmış, hatta bazı tartışmaların ardından kendini tanıyamaz olmuştu.
Hurşit, bu pazar da yeni bir kavgaya meydan vermemek için çareyi kahveye kaçmakta buldu.
"Ben kahveye gidiyorum" dedi, ama karısının buna da bir şey söylemeden rahat etmeyeceğini biliyordu.
Ayten onu yanıltmadan arkasından avazı çıktığı kadar bağırdı,
"Kaç bakalım kaç. Aferin sana elini hiç bir şeye sürme sen emi. Ardında hizmetçin var ya!"
Hurşit kahveye gelip, köşedeki masada tek başına oturan arkadaşı Selim’in yanına oturdu. Selim Hurşit’i gene tatsız görünce hafif sırıtarak sordu,
"Ne o lan Hurşit! Ne bu surat! Gene yengeyle mi kapıştınız?"
Hurşit önce derin bir "Off" çekti. Sonrada dertli dertli konuşmaya başladı,
"Ya arkadaş bu kadın milleti var ya..Ne kadar iyi olursan ol, yinede yaranamıyorsun. Arkadaş evde kadın gibi her işlerine yardımcı oluyoruz, çocuğun annesi sanki benmişim gibi ona da bakıyoruz. Eeee yine vır vır... yine hır gür"
Selim Hurşit’in bu yakınmasını, onu küçümser bir gülümsemeyle dinledikten sonra,
"Lan oğlum" dedi. "Bu kadın milletine çok yüz veriyorsunuz, sonrada işte böyle rezil oluyorsunuz. Oğlum akıllı olacan akıllı! Karını kendine mi taptıracan? Bu işin bir sürü formülü var. Al sana bir tanesini söyliyeyim. Mesela hayatında başka bir kadın varmış gibi karını kıskandıracaksın. Bak o zaman sana nasıl paşalar gibi davranıyor."
"Kıskandıracak mıyım?" dedi hurşit şaşkınlıkla.
"Tabi" dedi Selim bilmişlikle. "Ben hep öyle yaptım."
"Ya git alllah aşkına" dedi Hurşit gülerek. "Aslanım karın zaten seni kendini aldatıyorsun diye boşamadı mı? Ne o, şimdi de bana yardımcı olacaksın diye yuvamı mı
yıkacaksın?"
Selim bozulmuştu, Hurşut’in bu sözlerine. Tamam, başka kadınlarla karısına defalarca yakalanamıştı. Ama yinede bu formül çoğu zaman tutmuştu.
Hurşit kahveden çıkmış eve gelirken Selim’in dediklerini düşünüyordu."Acaba" dedi içinden "Acaba hayatımda başka bir kadın varmış gibi yapsam, bana karşı daha ilgili, daha sevgili olur mu". Bu düşünce onu heyecanlandırmıştı. Yüzünde muzip bir gülümseme belirdi."Dur bakalım be! Ne olacak ki? Denemesi bedava. Bakarsın tutarda bizim hanım imana gelir." Bu arada eve girmeden önce her zaman açık olan cep telefonunu da kapatmayı ihmal etmedi.
Gece yatakta Hurşit karısına sordu,
"Ayten bugün beni hiç arayan oldu mu? Ya da telefon hiç çalıp sustu mu? Bu garip soru Ayten’in yüzünü kıpkırmızı yaptı! Olduğu yerde doğrularak, Hurşit’i kolundan tutup kendisine sertçe çevirdi!
"Bana bak! Kim arayacaktı seni? Hem niye telefon çalıp susuyormuş. Yoksa sen bir haltlar mı karıştırıyorsun?" dedi sinirden titreyen sesiyle.
Karısının bu hali Hurşiti’in nedense çok hoşuna gitmişti. Kendisini sürekli eleştiren, sürekli kendisiyle tartışan karısı bir anda kendisini kıskanmış, değer vermişti sanki.
"Aferin lan Selim sana. Galiba sen haklıymışsın" dedi içinden. Sonrada sanki gerçekten bir haltlar karıştırıyormuşta, karısına yakalanmış gibi suçlu bir ağızla "Kem küm" etmeye başladı. Hurşit’in bu hali Ayten’i daha da çıldırtmıştı. Öfkeden eli ayağı titriyor, kocasının boğazına yapışıp, boğmak istiyordu. Ama şimdi bağırıpta yan odada yatan beş yaşındaki oğlu Emre’yi korkutmak istemiyordu. Zorla kendini sakinleştirdi. Hurşit’in "Yok öyle bir şey" demesine inanmış gibi yapıp, yeniden yatağa uzandı. Ama en uç kısmına. Şu an Hurşit’in en ötesinde durmak isiyordu. Kafasından ardı ardına bir sürü senaryo geçiyor, her senaryo yüzünü alev gibi yakıyor, kalbini dışarı çıkaracakmış gibi
attırıyordu. Bu arada senaryoda kimler yoktu ki! Apartmanlarında oturan altmış yaşındaki Safiye teyzeden, karşı komşusu kokoş Nezahat’a kadar hepsi birer zanlı olup olup çıkıyorlardı. Bunları düşünürken hızla soluk alıp veriyor, yanında horlaya horlaya yatan Hurşit’e bakıp, suratına okkalı bir tokat yapıştırmak istiyordu. En sonunda içindeki sıkıntısına dayanamayıp, sessizce yataktan kalktı. Gizlice kocasının cep telefonunu eline aldı. Aldığı anda da şamar yemiş gibi oldu! Günün yirmi dört saati açık olan telefon şimdi kapalı duruyordu. Hemen telefonu açıp, mesaj ve arama kayıtlarını tek tek incelemeya başladı. Bir şey bulamayınca da"Yaa.. Demek hepsini sildin ben bakarım diye"dedi hayıflanarak. Şimdi şüpheleri ikiye katlanmıştı. Şu an sanki birisi boğazını sıkıyor,nefes alamıyordu.
Ertesi sabah Hurşit işe giderken, karısının tuhaf hallerinden, ve gözlerinin içine "Ben sana sorarım" dercesine bakmasından oyununun iyi sonuç vereceğini düşünüyordu.
Tam kapıdan çıkarken,
"Ayten bugün biraz geç kalabilirim. İşyerinde biraz yapılacak işler var" dedi hafif kekeleyerek.
Ayten şu an belli etmiyordu ama, Hurşit’in bu son sözlerinden artık onun hayatında başka bir kadının olduğunu kesinlikle anlıyordu.
Hurşit işe gider gitmez, Ayten onun bütün giysilerini çıkarıp, başka bir kadın kokusu, saçı, ve ruju var mı diye tek tek koklamaya ve bir laborant hassasiyetiyle ip ucu aramaya başladı. Saatlerce aramanın sonunda bir şey bulamamıştı ama, yinede Hurşit’in kendisini aldattığından emindi. O sırada evin telefonu çaldı. İçinde binbir şüpheyle
gidip telefonu açtı.
"Alo.. Hurşit evde mi acaba" diye laubali bir şekilde sordu telefondaki bayan sesi.
Öfkesinden kuduran Ayten kendine hakim olmaya çalışarak,
"Siz kimsiniz, niye arıyorsunuz kocamı?" diye sordu. Ama karşıdaki bayan hiç bir şey demenden telefonu "Şak" diye kapattı.
"Çok sağol" dedi Hurşit aynı işyerinde çalışığı İclal Hanım’a. İclal Hanım Hurşit’in ricasını kırmamış onun iyiliğine olduğunu düşünüp evini bu şekilde arayıp, kapatmıştı.
Akşam üstü eve gelirken Hurşit’in keyfine diyecek yoktu. "Artık Ayten beni kapıda bal, börekle karşılar, ayağıma kırmızı güller serer" diye düşünüyordu.
Sırıtarak kapının ziline bastı. Bekledi. Bir daha bastı..Bir daha.. Ama kapıyı ne Ayten, ne de oğlu Emre açmadılar.! Bu durum Hurşit’in canını sıktı. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp endişeli bir şekilde içeri girdi. İçerde ne Ayten ne de oğlu vardı! Meraklandı. Bu saattte evde olurlardı. Karısı kendisini arayıp bir şeyde söylememişti! O sırada salondaki masasının üzerine bırakılmış bir defter sayfası gördü. Çekine çekine alıp okumaya başladı.
"Allah senin kahretsin Hurşit emi! Bana bunuda mı yapacaktın. Ben senin için hayatımı feda etmişken, sen beni başka kadınlarla aldatıyorsun. Annemdeyim. İlk fırsatta boşanma davası açıyorum."
Hurşit’in eli ayağı birbirine karışmıştı. Ne beklerken ne olmuştu. Evden hızla çıkıp kahveye koşmaya başladı. Kahvenin bir köşesinde çay içen Selim’in boğazına yapışıp,
"Lan adi Selim Allah senin belanı versin. Senin yüzünden hanım evden kaçtı gitti iyi mi?" deyip Selim hırpalamaya başladı.
Aradan iki ay geçmişti.....
Hurşit bin bir dil döküp, karısına böyle bir şey olmadığını inandırmış eve döndürmüştü. Ama bu olaydan sonra karısının karşısında daha da ezik hale gelmişti. İşin kötüsü karısından gördüğü eski sevgi ve ilgiyi de göremez olmuştu artık. Yine bir pazar gününün akşamında gittiği kahvede Selim’le karşılaştı. Selim, Hurşit’i böyle mutsuz görünce çekinerek konuşmaya başladı.,
"Gene yengeyle kapıştınız de mi? Abi bak bir şey diyeceğim ama kızma! Aslında bütün suç gene sende. Karına nasıl davranacağını bilmiyorsunki. Tamam sana ilk verdiğim fikir başına patladı. Ama bu işin başka yollarıda var.
Hurşit gözlerini Selim’e kızgınca çevirip, "Oğlum sakın bir şey söyleme. Sakın ha! Senin yüzünden az daha yuvam dağılıyordu."
"Sen bilirsin" dedi Selim dudak bükerek. "Ama dinleseydin sen karlı çıkardın"
Hurşit bir an Selim’e kuşkuyla bakıp, "İyi hadi söyle bakalım neymiş senin şu uyduruk formülün" diye sordu.
"Abi, şimdi yenge seni seviyor mu"
"Ne demek seviyor mu! Tabiki seviyor. Yani seviyordur herhalde"
"Tamam o zaman sen şimdi hasta numarası yapacaksın. Diyeceksinki kalbim var, ya da kanserim az bir ömrüm kaldı. Bak o zaman gör sana nasıl krallar gibi hizmet ediyor."
Selim’in söyledikleri Hurşi’tin pek hoşuna gitmedi. Karısını seviyordu. Aslında onun da, pek göstermese de kendisini sevdiğini biliyordu. Ve ne olursa olsun böyle kötü bir numarayla onun duygularını istismar ederek onu üzemezdi.
Kahveden çıkıp eve giderken "Ulan Selim sen ne adi adamsın" diye mırıldandı. "Demek hastalık numarası! Hiç olacak şey mi? Hem bizim Ayten cin gibi, hiç yutar mı? Anında anlar. Aman aman kalsın. Zaten birincisini elimize yüzümüze bulaştırdık. Peki ya anlamassa... Ya Selim’in dediği gibi çıkarsa.. Ulan adi Selim kafama ne soktun gene bak."
Ertesi sabah Hurşit işe giderken omuzları düşmüş, yüzü hastalıklı gibi duruyordu. Karısının karşısında elinin içiyle sürekli göhsünü ovalıyordu. Ayten endişelenmişti kocasının bu haline," Ne oldu Hurşit bir şeyin mi var" diye sordu şefkatle. Sorunun soruluşundaki sıcaklık bile Hurşit’in hoşuna gitmişti. Morali bozuk birinin tavrıyla,
"Bilmiyorum; bir kaç gündür göhsümde acayip bir yanma, kolumda da sürekli uyuşma oluyor. Zaten bugün bizim kuzen Serkan varya ona gideceğim. Bir muayene etsin bakalım ne varmış."
Akşam üstü Ayten Hanım kapıyı açtığında Hurşit’i bu güne kadar hiç görmediği kadar perişan gördü! Kocası bir anda çökmüştü sanki. Hemen kolundan tutup
" Hurşit ne oldu canım sana böyle" dedi panik içinde. "Ne oldu hastanede? Ne dediler sana? Ayten kocasını adeta soru yağmuruna tutmuşu. Hurşit adımlarını yerde sürükleyerek salona gidip oturdu. Ardından zor duyulacak bir sesle konuşmaya başladı,
"Ayten bak şimdi anlatacaklarım karşısında sakın telaş yapma!" Bunu söylediğinde Ayten’in beti benzi attı."Ne oldu çabuk anlat" diye yalvarırcasına ısrar etmeye başladı.
"Serkan önce iyice muayene etti, ardından anjio yaptırdı. Maalesef ana damarlarımın yüzde sekseni tıkanmış. Sadece yüzde yirmisi beni hayatta tutuyormuş. Anlayacağın canlı bomba gibi her an patlayabilirim. Acilen bypass olmam gerekiyormuş. Yoksa en küçük bir tartışmada ya da üzüntüde kalbim hemen dururmuş." Sözlerini tamamladığında çok şaşırdı. Karısı Ayten’in gözünden oluk gibi yaş akıyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gözyaşlarını silerek sürekli "Eminmisin, bak başka doktorlara gidelim" diyordu. Gelip kocasına sıkıca sarıldı ve bu kez onun göhsünde ağlamaya başladı. Hurşit’in o an yüzünde sinsice bir gülümseme belirdi, sonra hastalıklı bir adamın ses tonuyla
"Evet eminim" dedi. "Ama ben ameliyat olmak istemiyorum!" Ayten delice yüzünü kaldırıp Hurşit’e bakıp "Niye! Sen deli misin?" diye bağırdı. "Ölmek mi istiyorsun" Üzüntümden beni de mi öldürmek isiyorsun?" Emre’yi de mi düşünmüyorsun?"
"Bak Ayten seninle bir şey konuşmak istiyorum. Biliyorsun seninle bir günümüz iyi geçiyorsa, altı günümüz kavga ve küskünlükle geçiyor. Emre’nin de buna ne kadar üzüldüğünü çok iyi biliyorsun. Söylesene yaşasam ne olacak ki, ha böyle her gün ölüyorum, ha bir kere öleceğim."
Kocasından hiç beklemediği bu sözler Ayten’in çok ağrına gitmişti. Hiç bir şey demeden olduğu yerde donup kaldı. Kocası haklıydı, sürekli tartışıyorlardı. Ama yinede onu çok seviyordu. Açıkçası bu didişmelerin onu bu hale getirdiğinide hiç fark etmemişti. O gece Ayten Hanım sabaha kadar sürekli gözyaşı döktü. Hurşit karısının bu yıkılmış halini görünce içi dağlandı. Böyle bir hileyle onu böylesine perişan etmeyi çok kalleşçe bulmuştu. Ama biraz daha bekleyip bu işin sonunun nereye varacağını görmeyi de çok istiyordu.
O hafta bir kez bile tartışmadılar. Ayten kocasına hiç olmadığı kadar alaka ve hürmet gösterdi. Bu arada kocasının durumuna üzülmektende eriyip gitmişti. Hurşit se annesinden sonra hayatında ilkkez böyle hizmet görüyor, şımartılıyordu. Fakat bu durum her ne kadar hoşuna gitsede vicdanı sızlamıyor değildi. O, gördüğü bu alakayı böyle bir üç kağıdın ardından değil de, kendiliğinden gelmesini beklemişti hep.
Ayten Hanım bir hafta boyunca Hurşit’e baskı yapmıştı, "Ne olursun Ameliyat ol" diye. Hurşit te hep "Olmayacağım" demişti. O sabah Hurşit işe gittikten sonra Ayten, Hurşit’in doktor olan kuzeni Serkan’ı arayıp onu ameliyat konusunda ikna etmesini istedi.
"Merhaba Serkan nasılsın?"
"Günaydın yenge iyiyim sen nasılsın?"
"Ne olsun işte üzütümüzü biliyorsun.."
"Üzüntü mü!! Hayırdır yenge ne oldu bir şey mi var?"
Ayten ve Serkan bir süre konuştular. Sonra Ayten ahizeyi yerine koyup kanepeye oturdu. Ellerini iki yana açıp "Şükürler olsun sana Allah’ım" dedi. Ardından derin düşüncelere daldı. Olanları düşündü. Yüzünde, bir şeylere kızdığını, ve ya sevindiğini gösteren bir sürü mimikler oluşmaya başladı. Aylar önceki aldatma numarası ve şimdi Serkan’dan öğrendiği hastalık numarası. "Bu kadar mı çekilmezim ben, bu kadar mı huysuz" deyip kendini sorgulamaya başladı. Evet asabiydi. Belki biraz da kavgacı. Ama Hurşit’i sevmesine engel değildiki bunlar. Değil di ama Hurşit’in kendisini sevmesine engel olabilirdi. Olabilirdi ama adamcağızın her şeye rağmen kendisini çok sevdiğinide biliyordu. Karar verdi. Zor da olsa kendini değişireceki. En azından tartışmamak için elinden geleni yapacak ve her fırsatta ona sevgisini gösterecekti. Çünkü bu hastalık olayı gerçek olsaydı, bunları yapmak için çok geç kalmış olacaktı.
Hurşit işyerinde bütün bu yaşadıklarını düşünüyordu. Büyük bir pişmanlık içindeydi. Böyle bir yol seçmemeliydi. Tamam karısı biraz dır dır yapıyordu ama, bugüne kadar ne namusuna zerre kadar leke getirmişti. Ne bir gün sofrası eksik kalmıştı, ne de ütüsüz bir atlet giymişti. Her şeyden ötesi hasta olduğunu öğrendiğinde, kendisini ne kadar sevdiğini gösteren oluk gibi akan gözyaşlarını görmüştü. Bundan daha önemli ne olabilirdi ki. Karısını bu haliyle sevmeliydi yani olduğu gibi. Bunu düşündüğünde içinde derin bir ferahlık hissetti. Evet onu olduğu gibi kabul ederse hiç bir sorun olmayacaktı.
YORUMLAR
Çiftler arasında en büyük eksik iletişimsizlik, malesef, saygı ve sevgiyi dahi köreltebilen.
Karşımızdakini olduğu gibi kabul etmek gerek diyemiyorum, zira zordur bunu başarmak.
Egomuz sinsice bekler her an bizi...
Fatoş Huy tarafından 1/9/2010 4:26:40 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
Tebrik ediyorum, Yaşamda olası gerçekleri çok güzel anlatmışsınız. Şahane bir hikaye .
Sosyal Yaşamda veya ailevi yaşamda olayları < Armudun sapı , üzümün çöpü var diye > eleştirirsek yaşamı , yaşayıp sevecek zaman bulamayız. Hoşgörülü olup eskilerin deyimiyle Et ile tırnagı ayırmaya kalkacak hareketlerden mümkün mertebe uzak kalmalıyız
Yazarın gönlüne saglık. Selam ve saygılarımla
lemosaspava tarafından 1/9/2010 2:54:45 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
bazı kusurlar görülmemeliki
hayat akışını rahat devam ettirebilsin..
kutluyorum kardeşim
yine nefis bir hikaye
her dem sevgi ve saygı
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Galiba doğru, insanları değiştirmeye çalışmak yerine, hatalarıyla sevmemiz lazım...Tebrik ediyorum.Yerinde bir seçim oldu.Kutluyorum...
Mustafa Sakarya
güzel bir anlatım...başladınmı bitiriyorsun...akıcı,,,zavallı hurşit..... rüzgar ekiyor fırtına biçiyordu....doğrudur.....sevgi doğal olmalı yapay değil.....saygılar çok hoştu...