- 1372 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İPSİZ RECEP
Birdiler...İki oldular...
Üç ve dört ve beş ve on ve bin oldular. Sonra yüz bin ve milyon olacaklardı.
Büyük gürültüler içinde bir sessizlik miydi? Kalabalıkta bir yalnızlık mı yoksa? Ya da büyüyüp büyüyüp, karanlığa düşen bir aydınlık mı?
Yarattığı efsaneye ,öylesine mütevazılık örtüsü çekmiş ki,kaldırdığımızda sislerle kaplı dünle karşılaşıyorsunuz.
"İp" e uzanmış boynunu hiç bükmeyen ve asla baş eğmeyen bir deli fişek...
Başkaları için yaşayıp,ülke istiklalini,kendi istikbaline yeğ tutmuş tam bir "Eski Zaman Beyi..."
Savaş sonrası Ankara’ya gelip Atatürk tarafından kabul edildiğinde,herkes ona Emice diye hitap ettiği için, Atatürk’ tende aynı hitapla ve iltifatla karşılaşmıştı. Mustafa Kemal’ in yakın bulup takdir ettiklerine sorduğu "Benden ne istersin?" sorusuna cevap da, Karasuya yerleştiğini mümkünse kaymakama ve askeri erkana,"Emicem oradadır,onu gözetin," diye bir emir vermesinin yeterli olacağını söylemiştir.
Atatürk bununla yetinmemiş, Recep Reis’ e iki yüz elli lira maaş bağlatmıştı.
Paradan başka her şeye önem veren İpsiz Recep, yeni kurulan Tayyare Cemiyeti’ ne bu maaşı bağışlayacaktı.
Recep Reis çetesini tezkere verip dağıttıktan sonra Meclis’ de Atatürk’ ün huzuruna çıkmış ve onun " Recep Reis, bir daha harp olursa ne kadar kuvvetle gelirsin?" sorusuna, " Çetem dağıldı. Yanımda yeğenim var. Ne zaman emredersen atımı silahımı alır gelirim," cevabını vermişti.
Karasu yakınlarındaki Kızılcık Köyü’ nde Recep Reise verilen evde Recep Reis yaklaşık dört yıl oturmuştu. Fakat denizden uzak kalamayışı nedeniyle Sakarya Nehri kıyısındaki Yenimahalle’ deki eve geçecek ve Kızılca Köyü’ ndeki evini Altıkanoğlu Mehmet’ e bırakacaktı.
Sonrasında 30 Ağustos’ ları görecekti. Ne kadar da farklıydı hayat.
Arkadaşlarıyla savaştı. Milli Mücadele’ ninde 30 Ağustos’ unda gerçeğini görmüştü.
Omuz omuza dövüştüğü nice arkadaşı ya bu gerçeğin yaraladığı ya da öldürdüğü insanlardı. 30 Ağustos’ a koştuklarında başkalarının hayatı için kendi hayatlarına paha biçmemiş ve onlar yaşasın diye ölmüşlerdi. Çoğu geride bir mezar taşı bile bırakamayacak kadar sessiz ve yalnız ölmüştü.
Recep Reis Sakarya’ nın su boylarında dolaştığında, o kan rengindeki nehrin denizle kucaklaşıp maviye dönüşmesini en sonunda görebilmişti. Şüphesiz, yorgun argın ve dayanıksızdı. Yaşını başını almış, geçmişi bütün ergenliğine rağmen yüreğine sığdırabilmişti.
Zafer bayramlarını, zaferi yaratanlardan biri olarak yorgun ama ulu bir çınar gibi izliyordu.
Bağımsızlığa seyirci olmamış, " İpsiz, sapsız" adamın ağladığını hiç kimse görmemişti. Biraz coşku, biraz hüzün ve kim bilir biraz da öfke vardı bakışlarında...
Belki de zafere tırnağının ucuyla dokunmamış ve büyük kavgayı seyretmekle yetinmişlerin her şey bittikten sonra ortaya çıkışını ve kahraman oluşunu bir türlü içine sindirememişti.
Tıpkı köhne bir otelin camı kırık odasında Cumhuriyet şölenlerine katılamayan Sadık Ağa gibi...
Milli Mücadele’ ye iki ayak armağan eden Sadık Reis ( Bulgar Sadık) coşkuyla koşup zafer tanklarının altından geçmeyi ne kadar isterdi.
"Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun" diyebilmiş kimi ayak, kimi kol, kimi de yılların üstüne toprak örttüğü bir beden bırakmıştı.
Onların topraklarından başka hiç bir şeyi olmamıştı.
Kişisel toprakları için değildi verdikleri kavgalar. Karadeniz kıyılarından gelip Anadolu’ nun çeşitli bölgelerinde milletin toprağı için savaşmışlardı.
Recep Reis’ in de diğerleri gibi başka hiç bir beklentisi olmayacaktı.
Artık tek dostu topraktı. Silahını duvara asmış, toprağını bekliyordu.
Bir gün şehirli heyeti karşısında gördüğünde, onların sadece hal hatır sormaya gelmediklerini anladı. Şöyle bir gülmüş ve:
" Biz işimizi tamamladık efendiler. Savaşta dik duran başımızı, siyasette eğmeyiz. Tilkinin bu pazarda işi yoktur. Gazi Paşa hazretlerine hürmetlerimi arz ederim," demişti.
Otuz beş numaralı eski ahşap evine, sade kendisinin bildiği sırla saklanmıştı sanki...
1928 yılı gelip çattığında son aylarını yaşıyordu. Düşman Sakarya’ dan Karasu’ dan gitmiş ama tifo gelmişti. Siperlerde mevzilerde ve çoğunlukla güvertede yatmış, belki de hiç uyumamıştı. Doğrusu bu ya, yatak nedir bilmezdi, ama yatağa düşmüştü.
Kalkabilseydi eğer yine Mustafa Kemal’ i dinleyecek," Benden ne istersin Recep Reis," dediğinde aynı lafı söyleyecekti:
" Sizin sağlığınızı, milletin bekasını Paşam."