- 474 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
.
Selen çocuğunu alıp odasına kapandı. Elinin tersiyle gözünden akan yaşları sildi. Kocası olacak o pislik gene hırpalamıştı kendisini. Hem de o cadaloz kaynanasının haince bakışları altında. Zaten ne olduysa o uğursuz kadın bu eve gelip başköşeye kurulduktan sonra olmuştu. Tıpkı bir yılan gibi oğlunu zehirleyip zehirleyip üzerine salıyordu. Evinde bir köle gibiydi artık. Sesini biraz yükseltse hemen üzerine çullanıyorlardı. Artık yaşam onun için cehennemden farksızdı. Kaç kere kocasında ayrılmayı düşünmüş, ama ana, babasından bu konuda ne destek, ne de yüz bulamadığı için kaderine katlanmak zorunda kalmıştı. Bir yerde Onlar da haklılardı, kaç kere “Kızım bu çocukla evlenme! Huylarını sularını bilmiyoruz. Evleneceğine okuluna devam et. Üniversiteye git.” demişlerdi de o gene burnunun dikine gidip, lise de aşık olduğu ve daha dürüst tanımadan şimdi kocası olan bu karaktersiz Asım’la şıp diye evlenmişti. Hem de anasını babasını karşısına alarak. Oysa ne hayalleri vardı, ve ya kocası ona neler neler vaat etmemişti ki..
O zamanlar ilçede yaşıyorlardı. Kocası demişti “Evlenince büyük şehre yerleşiriz. Sonrada sen gene okuluna devam edersin.” diye. Çünkü en büyük isteğiydi okuyup üniversiteye bitirmek. Belki bir öğretmen, belki de buna benzer bir meslek. Ama hiçte öyle olmamıştı. Tamam; büyük şehre gelmişlerdi, ama arkasından daha iki gün geçmeden o yuva bozan, o en zehirli akrepten daha zehirli kaynanası da gelip başlarına çöreklenmişti. İlk zamanlar kocası kendisine karşı gene iyi sayılırdı. Ama, anası yanına geldikten sonra sanki ona erkekliğini göstermek ”Bak karıma nasıl her şeyi yaptırıyorum” demek ister gibi habire kendisini aşağılamış ve dövmeye başlamıştı. Kaç kere bunalımlara girmiş, kaç kere ölmeyi düşünmüştü de kucağında ki bebeğinin sevgisiyle bu acı hayata tahammül etmişti. Artık yüzü hiç gülmüyordu. Tek isteği Azrail in bir an önce canını almasıydı. Bu arada üzüntüden, yemeden, içmeden kesilmiş bir deri bir kemik kalmıştı. Oysa ilçenin belki de en güzel kızıydı. Şimdilerde aynada ki hayalet gibi haline bakınca gözyaşları sel olup akıyordu. Ne kadar pişman olsa da, olanlar olmuştu artık.
Bu hayalet gibi haliyle sokağa bile çok nadir çıkıyordu. İşte o sokağa çıktığı günlerin birinde, tesadüfen liseden bir arkadaşını gördü. Fakat arkadaşı ona baktığı halde tanımadı, tanıyamadı! Neden sonra kendisini tanıttığında arkadaşı nerdeyse küçük dilini yutacaktı! Hayretler içerisinde Selen’e bakmış, afallayıp kalmıştı! Nerdeydi o güzeller güzeli Selen, nerdeydi şimdi karşısında yaşayan ölüye dönmüş Selen! Gözyaşları içinde birbirlerine sarılmışlardı. Arkadaşının ısrarla “Bir yerlere oturalım” demesine rağmen, Selen kocasından korktuğu için bu daveti reddetmişti. Arkadaşı onun yaşadığı ıstırabı duyduktan sonra çok üzülmüş. Ve O’na bir işe girip çalışmasını tavsiye etmiş, ortam değişiklinin iyi geleceğini söylemişti. Hatta isterse avukat olan amcasının yanında işe sokabileceğini de söylemişti. İşte o gün Selen’in içine biraz da olsa yaşama sevincinin kırıntıları girmişti. Ama bunu kocasına ya da kaynanasına söyleyecek olsa dünyayı kendisine dar eder, süklüm püklüm kapı dışarı ederlerdi. Ama selen o gün karar vermişti, o işe girecekti.
Şimdi kucağında çocuğu, odasın da ağlarken, bu akşam ne olursa olsun çalışmak istediğini söyleyecekti. “Öldürseler ne olurdu ki! Sanki yaşıyor muydu da?”diye düşünüp kendisine sürekli konuşmak için cesaret veriyordu.
O akşam sofra kurulmuş kocası asımla, kaynanası da masadaki yerlerini almışlardı. Selen’in elleri tir tir titriyordu. Şimdi söyleyecekleri karşısında, o ruhsuz kocası kendisine bağırıp, çağıracak, belki de tokatlayacaktı! Ama gözünü iyice kara etmişti. Kesinlikle söyleyecekti çalışmak istediğini.Ve söyledi de….
Asım’ın gözleri fal taşı gibi açılmış, karşısındaki Selen’e hakaret ediyordu!
“Lan Odun kafalı! Biz burada neciyiz de, sen çalışam diyon.Bu saatten sonra bana pezevek mi dedirteceksin?”
Bu arada, bir taraftan da kaynanası selene verip veriştiriyordu
“A benim kıt akıllı gelinim! Sen bu saatten sonra benim biricik oğlumun namusunu iki paralık mı edecen? Kocası garnını doyuramıyoda işlere mi sürüyo detirtecen? Otur edebinle de oğluma adam gibi hizmet etmeye bak.”
Kaynanasının bu sözleri kocasını daha çok ateşlendirmişti! Oturduğu yerden Selen’e doğru hızla eğilip saçını sündürdü, sonrada yüzüne bir şamar indirerek onu oturduğu sandalyeden aşağı savurdu. Selen’in küçük oğlu gelip, korkudan annesine sarılıp ağlamaya başladı. Selen çocuğunu kucaklayıp odasına kapandı. O gün odadan çıkmadı. Sonraki birkaç günde odasından hiç çıkmadı. Adeta ölüm orucuma girmişti. Ve dördüncü gün açlıktan bayılan Selen’i acilen hastaneye yetiştirdiler.
Selen kararlıydı çalışmalarına izin vermezlerse kendini ölümün kollarına bırakacaktı. Onun için çalışma umudu artık hayata bağlanmanın tek nedeniydi. Bu kahrolası ortamdan çıkıp temiz nefes almak, yaşadığını anlamak, anlatmak istiyordu.
Selen hastanede birkaç gün kalıp, serum takıldıktan sonra az da olsa kendine gelmişti. Ama çalışma kararından asla vaz geçmemişti.
Selen bir hafta sonra kendini toparlayıp arkadaşının amcası olan avukatın yanına giderken çok heyecanlıydı. Kocası Asım ve o şeytan yüzlü kaynanası sırf ölüp de elimizde kalmasın, ele güne rezil olmayalım diye, ve de elimize biraz para getirsin diye çalışmasına izin vermişlerdi.
İrfan bey, yeğeninin tavsiye ettiği kızı baştan aşağı süzdü. Yeğeni, Selen’le ilgili her şeyi anlatmıştı. İçi burkulmuştu, karşısında duran, daha yirmi birin de olduğu halde yirmi sekizin de gösteren bu kuru kızın hayat hikayesine.
“Otur bakalım kızım. Sana burada yapacağın işleri söyleyeyim.” dedi, İrfan bey. “Öncelikle yemekleri biz burada yapıyoruz. Anlayacağın yemek işi senin. Bir de büronun temizliği.”
Selen o an sırtında yüz kilo taşıyacağını da bilse de bu işi kabul edecekti. İş onun için karanlık, dipsiz bir kuyudan kaçış ve kendisinin de insan olduğunu bilmek olacaktı.
Eskiden her günü bitmek bilmeyen acı dolu günler, artık işe girdikten sonra su gibi akıp geçmeye başlamıştı. İşini seviyordu. Yanında çalıştığı avukat da Selene bir baba kadar şefkatliydi. Bu arada kilo almaya ve eski güzelliğini bulmaya başlamıştı. Sadece, evde sürekli hor görülmesinden dolayı, adam yerine konulmamasından dolayı yitip giden özgüvenini henüz kazanamamıştı. İnsanlarla konuşurken utanıyor, bildiği bir şeyi söylemeye çekiniyor. Bazen de küçük bir şeyi “Niye böyle söyledim? Niye şöyle yaptım” diye kendini acımasızca eleştirip işkence ediyordu.
Bu arada Avukat irfan bey, Selen’in akıllı, işi hemen kapan birisi olduğunu fark etmiş, yemek yapma ve temizlik dışında, büronun bazı evrak yazım işlerini de ona vermişti. Selen bunları yaparken okumayı, öğrenmeyi ne kadar çok özlediğini fark etti. Bu arada çalıştığı büroya her gün, farklı alanlarda yüksek mevkide insanlar, çok hoş giyinen bayanlar da geliyordu. Bütün bunların karşısında Selen kendini eğitimsiz, bakımsız ve ezik hissediyordu. Açıkçası bu yeni gördüğü hayata karşı içinde bir imrenme oluşuyordu. Hele, İrfan beyin, eşine, doğum günlerinde, özel günlerde ve ya gelişi güzel bir günde yaptığı jestlere, aldığı küçük ve ya büyük hediyelere ve ona söylediği gönül okşayıcı sözlerine hayran olmuştu. Kendisi bunların hiç birini görmemişti o kütük gibi kocasından. Bir keresinde doğum gününde, kocasına “En azından bir çiçek getir” demişti de, kocası gene parlamış. “Kızım biz gavur muyuz? Bunlar hep gavur adetleri. Sen çocuk musun ki hediye bekliyorsun” deyip terslemişti. Tam bu sırada gelen kaynanası da konuşulanları duymuş, “Çiçeğe vereceği paraya günah değil mi? Para sanki sokaktan mı toplanıyor” deyip kendisini çocuk gibi azarlamıştı.
.
Selen şimdi yüzünü güldüren bu dünyanın bir parçası olmak istiyordu artık. Daha çok gençti. Ve hayatın bundan sonrasını belki daha güzel, daha istediği gibi yaşayabilirdi. İçinde yaşamak istediği arzuları, tatmin olamamış duyguları ve okşanmamış bir ruhu vardı. Burada çalışan stajyer avukatlar ve diğer personelde kendisine bugüne kadar eşinden ve kör olası kaynanasından görmediği bir nezaket ve sevgi gösteriyorlardı. Önce bu hayata ortak olmak için nereden başlaması gerektiğini düşündü. Evet! önce yarım kalan tahsil hayatını bitirmeliydi. Bunu hayal ettiğinde içini büyü büyük bir mutluluk kapladı. Gözleri yaşardı. Sanki şu an kırlarda çiçeklerin arasında koşuyormuş gibi hissetti kendini.
Akşam eve gittiğinde bu heyecanını eşi olacak o ruhsuz kaya parçasına açmayı düşündü. Bunu düşündüğü anda içini sıkıntılar bastı. O’nun nasıl tepki göstereceğini kestirmesi zor değildi. Nitekim düşündüğü gibide oldu. Asım onun bu fikrine çok sert tepki göstermiş” Bu saatten sona ne okuması, evde bi beben var o yetmiyor mu sana” diye bağırıp çağırmıştı. Zaten son zamanlar da Asım karısını daha çok kıskanmaya başlamış ve karısının kendisine” Biraz daha kibar ol. Niye sinemaya gitmiyoruz? Niye kitap okumuyorsun? veya bugün nişan yıldönümümüz niye hediye almıyorsun? gibi sözlerine iyice sinir olmaya başlamıştı. Halbuki karısı çalışmaya başlamadan önce hiç böyle istekleri olmuyordu. Son zamanlarda onu işten çıkaracağını ağzında geveleyip duruordu.
Avukat İrfan beyde yanında çalıştırdığı Selen değişimlerini fark ediyordu. Sürekli her şeyi öğrenmeye gayret ediyordu. Giyimi kuşamı bile çok değişmişti.
Selen’in için de yıllar sonra bahar esintileri esmeye başlamıştı. Aldığı maaşın tamamına yakınını kocası ve kaynanası elinden kapsa bile, kalan az bir parayla kendisine bazen bir bluz bazen bir etek alıyordu. Bunları giydiğinde çok mutlu oluyordu. Çünkü bugüne kadar çalışmadığı için hep eskileri giyinmiş, yeni bir şeyler almak için para istemeye bile cesaret edememişti. Bu arada kendine yeni bir şeyler aldığı zaman, bunları oradaki stajyer ablaların verdiğini söylüyordu. Çünkü kocası para harcamasını yasaklamıştı. Bir gün vitrinde çok beğendiği, ama kocasına sormadan aldığı bir elbise yüzünden kocası onu sabaha kadar tartaklayıp durmuştu. Hatta emitasyon olarak aldığı küçük parfümü bile onlardan gizlemek için korka korka çantasında taşıyordu.
Çalışmaya başladıktan sonra kendisine olan güveni biraz daha artan Selen, kocası ve sonradan onun bu fikrini duyup tıpkı kocası gibi sert tepki gösteren kaynanasına rağmen üniversite imtihanlarına girmeye karar verdi. Şimdi evde kendine yapılan eziyetlere karşı daha sabırlıydı. Artık yaşama kendisini bağlayan bir amacı vardı; üniversite! Bu yüzden bütün zorluklara göğüs gerecek, gerekirse onurundan, gururundan taviz vermeye devam edecekti, ta ki üniversiteyi kazanıp, kendi ayaklarının üzerinde duruncaya kadar.
Ve bu kararını bir gün Avukat İrfan beye söylediğinde onun kendisine bu kadar destek vereceğini hiç ama hiç tahmin etmemişti.
İrfan bey, hemen Selen’e masrafları kendisine ait olmak üzere bir kurs ayarladı. Şimdi Selen elinde kitaplar hem kurs, hem iş, hem de ev koşturup duruyordu. Bu durumdan memnun olmayan tek kişi kocası Asım’dı. Artık aynı dilden konuşmuyor, aynı espriye bile gülmüyorlardı. Bu arada Asım karısını elinde kitaplarla görüp kendisiyle dalga geçen iş arkadaşlarına kızıp hıncını karısından çıkarmaya kalkıyordu. Bu yüzden son dönemlerde sürekli kavga eder hale gelmişlerdi. Ama Selen’in ne olursa olsun geri adım atmaya hiç niyeti yoktu. Hatta Asım’dan bu yüzden yediği dayakları bile içine atıyordu.
Aylar böyle sıkıntılı geçmiş, ama Selen girdiği sınavları kazanarak sonunda Hukuk fakültesine girmişti. Bu konuda ona en büyük desteği hep, neredeyse babası gibi sevdiği İrfan bey göstermişti. Şimdi çalıştığı büroda yemek yapma işinden terfi etmiş, sadece yazışmalara bakar olmuştu. Daha da güzeli bu büro ona staj yapma yeri olmuştu. Üniversite hayatı ona yeni bir çevre daha kazandırmıştı. Bu yüzden eşi Asım’la araları gitgide açılmaya başlamıştı. Sürekli tartışmalar, kavgalar yaşanıyordu evde.
Zor geçen dört yılın sonunda nihayet Selen üniversiteden mezun olmuş. Bir zamanlar bulaşık yıkamayla başladığı büroya bir avukat olarak geri dönmüştü. Bu arada Asım’la olan evlilikleri de çatırdama sinyalleri vermeye başlamıştı. Bundan yıllarca önce evlendiklerinde hayata eşit, ya da kendisi daha alta başlamışlardı. Ama daha sonra Selen hem evi için çalışmış, hem istikbalini kurtarmak için mücadele vermişti. Asım böyle bir mücadeleyi kendine gerek görmemişti. Şu an yaşadığı hayattan memnundu. Fakat şu an ki Selen, artık eski Selen değildi! Kültürüyle, giyimiyle, mevki itibarıyla ondan çok daha ötelere gitmişti. Bu yüzden sürekli stres yaşıyor, komplekslere giriyor ve bununda acısını yine Selen’e hak etmediği acı sözleri söyleyerek çıkarmaya çalışıyordu. Ama bugüne kadar ne Selen’i dövmesi, ne söylediği aşağılayıcı sözler Selen in hedefine varmasına engel olamamıştı. Hatta bir ara Selen’in girdiği ortamlardan etkilenerek ve yavaş yavaş kaybettiği Selen’i yeniden kazanmak için, kendi tarzı ve yaşam biçimi olmadığı halde farklı giyinmeye başlamış, hiç isteği ve alakası olmadığı halde değişik kurslara gitmiş, ama sıkılıp hemen bırakmıştı. Bir seferinde de, arkadaşlarına, “Biz tiyatroya, biz operaya gidiyoruz” dediğinde de onların alayca gülümsemelerine ve günlerce dalga geçmelerine maruz kalmıştı.
Selen’in, Asım’a karşı, her şeye rağmen az da olsa sevgisi vardı. O’ndan ayrılmayı ne olursa olsun düşünmüyordu. Ayrıca bir de çocukları vardı. Ama Asım’ın ruh hali tamamen bozulmuştu. Kendini Selen’in yanında ve Selen’in çevresi içinde küçük görüyor, sürekli agresif davranıyordu. Olmuyordu.. Selen ne kadar istese de artık bu evlilik yürümüyordu. İşin kötü tarafı çocukları da sürekli kavga eden anne ve babasın dan çok kötü etkileniyordu. Selen düşündü.. Düşündü…Günlerce düşündükten sonra kararını verdi
Selen, duruşma salonunun dan içeri girdiğinde bir avukat değil, davacıydı.
Hakim sordu,
“Selen hanım, kocanız Asım bey den ayrılmak istiyor musunuz?”
“Evet”….