YERLİ DİZİLER
Hatırlarsanız bir zamanlar bu ülkede pembe Brezilya dizileri furyaları vardı. İçinde, bir tarafta bol fakirlik diğer tarafta lüks bir hayat olan dizilerdi bunlar. Yasak aşkın Aşk-ı Memnu ‘da en kral haliyle bulunduğunu kimse keşfetmemişti o zamanlar. Dallas, Yalan Rüzgârı, Köle İsaura gibi dizilerden bahsediyorum. Yani aşağı yukarı 80’li yılların sonu.İzleyicinin hatırı sayılır bir kısmı mecburiyetten izliyordu bunları.Anam gibi bazı fanatik takip ederler ise diziden önce ağlama mendillerini hazırlayıp öyle geçiyorlardı televizyon ekranının karşısına .Din afyondur diyor ya Marks; acaba televizyon diyecekti de dili sürçtü yanlışlıkla mı öyle dedi diye düşünüyorum bazen.Atlamayın hemen ;ben de biliyorum onun zamanında televizyon olmadığını.Ama diyorum, muhterem , televizyonu görseydi acaba fikrini değiştirir miydi?!
Aşk-ı Memnu’nun yayınlanma tarihi 1900.Yani bu dizilerden neredeyse bir asır önce. Bu kadar zaman sonra tekrar ilgi görmesini sadece günümüz şartlarına uyarlanan dizilere bağlamak ne kadar tutarlıdır diye soruyorum kendime.1900’lerin başı Osmanlı’nın adeta yıkımı ve cebri olarak değişimi kabul edip özgürlüklere biraz da gecikmeli olarak açık olmaya başladığı dönemler. Bugün için de aynı şey söylenebilir pekâlâ. Gelişen kitle iletişim araçlarıyla dünyayı daha değişik bir algıyla tanımladığımızı inkâr edemeyeceğimize göre… Biz kabullenmesek dahi arkadan gelenler bizden çok daha değişik algılıyorlar dünyayı. Ve belki de böyle bir ortamda kendimizi yeniden sorgulama şansı yakalıyoruz. Değerli meslektaşım ve büyüğüm Sinan Yılmaz Bey Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında açılan bunca üniversiteden mezun olanlara nasıl iş bulacağız diye yazdığını aktarmıştı henüz okumadığım için kendimden utandığım eserinde. Belki bu romanda dizi yapılacak ve hep beraber “vay be,50’ li yıllarda neyi görmüş adam” diyeceğiz. Zaman tüneline girmiş geziyor gibiyiz. Bu gezintinin sebebi gayet açık, berrak. Yine Tanpınar’ın deyişiyle billur bir avize gibi. O da şu. Görmeyi ertelediğimiz meseleler durmadan ayaklarımıza dolaşıyor. Çöz beni arkadaşım, yoksa gene dikileceğim karşına diyor. Kim anlar ve kim dinler? Orasını bilmem. Bildiğim şu ki bizim görmeyi reddettiğimiz bu kitapların dizi halini alan şekilleri annelerimizle birlikte yeni kuşağın çok ilgisini çektiği. Dizilerin yayınlanmaya başlamasından sonra bunların kitaplarına olan ilginin de arttığı söyleniyor. Halit Ziya’nın kim olduğunu biliyor artık öğrencilerimiz biz söylemeden. Şu kitabını okuyun dediğimizde hemen burun kıvırmıyorlar. Tarık Buğra, Fakir Baykurt, Peyami Safa, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Ahmet Hamdi, Cengiz Dağcı ,Cengiz Aytmatov, Necip Fazıl, Aziz Nesin, Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Halide Edip okunmak için raflarda yerlerini almış bizleri bekliyorlar.
Roman okumanın cazibesini yitirdiği bir zaman diliminde roman okumak bize ne kazandıracak peki? Roman okurken karşımıza çıkan karakterler, tipler hayatta gördüklerimizin benzerleri değimli? Peki ya olaylar? Cevap tam burada gizli işte. Okurken karşımıza çıkan kişiler bize hayat için yepyeni tercih fırsatları sunuyor. Bir kumarbazın hayatını okuyor ve bir anda içinizden kumarbaz olmak geçiyor. Bir yarışçının hayatını okuyorsunuz ve bir anda kendinizi dünyanın en hızlı yarışçısı sanıyorsunuz. Bir katili okuyunca beyniniz nefretle kalbinize hükmediyor ve böyle olmamalıyım dedirtiyor size. Öyle nefret ediyorsunuz ki birinden “Demek benim bu ana kadar duyduğum şey nefret değilmiş “ diyorsunuz. Okuduğunuz romanlarla birlikte hayatımızın ritmini ayarlarız. Yazarın kahramanına yaptırmaya çalıştığı şeyi okurken birden kendimizi onun yerine koyar ve ben öyle yapmazdım deriz. Yani onu gerçekmiş gibi algılarız. Hem böyle der hem de roman bitince bunların hepsi kurgu deriz. Sonra bir de avunma ifadesi. Neymiş efendim “gerçeğe çok yakın bir kurgu”ymuş bunlar. Öyle olsaydı okuduğumuz o şey bizi bu kadar sarar mıydı? Namık Kemal tiyatro için en faydalı eğlence diyor. Biz de romanı şöyle tanımlayalım o zaman: En eğlenceli yalancılık. Bunun doğru olmadığını hepimiz biliyoruz. Gerçeğe en yakın sanat roman ve hikâyedir. Tiyatro onun sahnelenmiş halidir birkaç detayı geçecek olursak. Romanı okurken yapmış olduğumuz tercihlerin doğru ya da yanlış olduğunu da değerlendiririz. İçimizde gömülü duran “ben” kıpırdanmaya başlar. Ona izin verirsek sesini gittikçe yükseltir ve kendimizi hakimi de sanığı da kendimiz olan bir sorgulamanın içinde buluveririz. Dürüst olun lütfen !Okumanın size verdiği bu en büyük faydayı yok etmeyin .Sorulara içten ve samimi cevaplar verin.Kaçmayın.Kitabı kapattığınızda ,sorgudan kaçtığınızda neleri yitirdiğinizi biliyor musunuz?Tüm bunları yazarken yazarların hayali kahramanlar oluşturduğunu göz ardı ediyor değilim.Normal hiçbir insanı ne bir melek ne bir şeytan yapabilir bir roman.Biri bize kendinizi şuradan atın dediğinde ne yapıyorsak roman okurken de öyle olmak zorundayız.Sanatını yaparken tek silahı kalemi olan bir insana bunu çok görmememiz lazım.Kalem romancının kağıda yapışmış dilidir .Onu çok keskin kullandığını hissettiğimiz anda kendimizi korumaya çalışmamız gerekir.Gerçek bir sanatkar asla kötü niyetli değildir.Kalemini böyle sert kullananlar sarsmak istiyordur bizi biraz.Hünerini göstermek isteyen hüner sahipleri bunu kağıt üzerinde rahatça yapabilirler.Art niyetli olanlar hayatın her yerinde olduğu gibi bu alanda da karşımıza çıkabilir.Profesyonel bir okuyucu bu tuzakların hiçbirine düşmez.Romanlar bize kaybedeceklerimizi ,onları kaybettiğimizde elimizden nelerin gideceğini gösterir son pişmanlık neye yarar şarksını söylemeden önce .Her gün yanımızda, elimizde olduğu için kıymetini bilmediğimiz güzelliklerin… Hayatımızın sadece ritmini ayarlamayı değil onu kontrol etmeyi de öğretir bize. Oblomov’u bir dahaki sayıya kadar okuyun ve demek istediğimi anlamaya çalışın. Zaten okuduğunuzda bana hak vereceksiniz. Bir cümle okuruz, biraz düşünürüz; sonra bir cümle daha okuruz biraz daha düşünürüz. Roman düşünmeyi de öğretiriz bize. Hem de felsefenin o can sıkıcı yollarına girmeden. Felsefeciler roman yazmayı niye çok seviyor sanıyordunuz ki?Bu kadar sihirli ve etkileyici kaç sanat bulabilirler?Film çekenler romancılar olmasaydı Oz Büyücüsüne mi sığınacaklardı?!
Romanların faydaları sadece bu kadar mı? Yazdığımız her satır bir roman serüvenine dayanıyor. Kendi serüvenlerimizden elde ettiğimiz tecrübelere. Sizlerin kim bilir ne tecrübeleri oldu? Bu tecrübeleri birleştirdiğimizde ortaya çıkan sonuç şu. Roman gerçekçi bir sanattır. İster sürrealist olsun ister romantik. Bu sadece yazmayla ilgili bir detaydır. Romanda aslolan gerçektir. Bin sayfalık bir serüven tek bir hakikati öyle güzel anlatır ki hayran kalırız.Nice güzel kitap serüvenlerine.
YORUMLAR
Güzel bir konuya değinmişsiniz sn.bahadır. Tebrik ediyorum. Naçizane bir kaç cümleyle bu yazınaza ben de katılmak isterim.
Bu dizilerde empoze edilmek istenen yaşam alternatiflerinin toplumu nasıl büyük bir örozyona uğrattığının ne kadar farkındayız acaba.Toplumuzun temellerini sarsacak ahlaksızlık örnekleri öyle pervasızca ortaya koyuluyor ki bu dizilerde, zamanla ne yazık ki çok doğal bir şeymiş gibi kanıksanmaya başlanıyor, bu aykırılık ve ahlaksızlıklar.
Daha dün akşam yeni başlayan bir dizide bir konuşmada nişanlısıyla evlenmeden yatağa girmeyi reddeden bir kızı bir başkası öyle bir aşağılıyordu ki kızcağızın yaptığı neredeyse büyük bir suçmuş gibi gösterilmeye çalışılıyordu. Ve ne yazık ki bu dejenerasyonu bir kaç ne idüğü belli ahlak düşkünü bir kaç yazar gurubu gerçekleştiriyor. Kendi ahlak (!) anlayışlarını topluma enjekte etmek için gerçekten büyük bir çaba sarfediyorlar. Ve yine ne yazık ki bizler de hiç tepki göstermeden oturup keyifle seyrediyor eğlenip gülüyoruz ağlanacak, acınacak halimize. Selâm ve sevgiyle.