Yangın Yeri Yürekler
Soğuk bir akşam üstü İstanbul’da yaşanan. Güneş ve ayın gökyüzündeki taht değişimi arefesi. Hızlı, ama bir o kadar da ürkek adımlarla dört çocuk yaklaşmakta giriş kapısına. Soğuktan yüzleri gibi kıpkırmızı olmuş ellerinde poşetlerle.
-“Biz…” diyor adının Burak olduğunu neden sonra öğrendiğimiz ve grubun en önünde duran. Öyle üşümüş ki, zorlanıyor konuşmakta.
-“Filistinli kardeşlerimize geldik…”
Hep çikolata ya da top almak; sinemaya gitmek ve ya eğlenmek için birleştirirdik harçlıklarımızı. Mahallede oynuyorduk bugün de okul sonrası her zaman ki gibi. Ama oyunlarımız tatsızdı, öksüzdü bir yanımız, bölünmüştü yüreklerimiz sanki… Sabah okulda Filistinli kardeşlerimiz için saygı duruşunda bulunmuştuk. Peki bu kadar mıydı yapabileceğimiz, bitmiş miydi yani görevimiz. Burak’ın sesine Fırat, Aytunç ve İsmet’in ki de eklenince öyle gür çıktık ki “Hayır”ları. Deniz Feneri koridorlarında çınlayan sesleri duyan herkesin gönül tellerini mızrapladı adeta. Dört küçük çocuk onlarca devlet büyüğüne ders verircesine bu katliamın biran önce durdurulması gerekliliğini söylüyorlardı. Aslında kalmıyor söylemekle kendi güçlerince bunun için ne gerekiyorsa yapılmalı derken zalimlerin zulmüne maruz kalan kardeşleri için dua ediyor gözyaşı döküyorlardı. Birleştirdikleri harçlıklarıyla mahalle bakkalından Filistinli çocuklara götürülmek üzere Deniz Fenerine getirdikleri poşetlerde dünyanın en paha biçilmez hazinelerinden daha değerli şeyler vardı.
Yangın yeri olmuş yürekleri ordaydı. Duyarlılık, paylaşım ve insanlık adına sayılabilecek ne kadar güzel haslet varsa hepsi bu küçük bedenlerde atan büyük yüreklerden doldurulmuş ellerinde tuttukları poşetlere.
Çok bağışçı ve misafir ağırladı Deniz Feneri ama bu çocuklar farklıydı, hem de çok. Oyun oynarken mahalle arasında, savaşın acımasız yüzünü tüm çıplaklığıyla gören kardeşleri geliyor akıllarına; bırakılıyor oyun, güçleri neye yettiyse ceplerindeki son kuruşa kadar harcanarak dolduruluyor poşetler. Kilometrelerce yol yürünüyor akşamın bu soğuğunda. Kısa sürede bu önemli misafirlerimizden tüm kurumun haberi oluyor. Bağışlarını ilgili arkadaşlara teslim edip makbuzlarını aldıktan sonra depomuzu ve tüm birimleri gezdiriyoruz.
Soğuk bir akşam İstanbul’da, güneş artık aya bırakıyor gökyüzündeki tahtını ve biz de yarınlarımıza ışık tutan, aydınlık geleceğimizin işaretleri küçük bağışçılarımızı evlerine bırakıyoruz. Anne-babalarına ve yarınların mimarları öğretmenlerine teşekkür ve selamlarımızı iletmelerini rica ediyoruz ayrılmadan zira biliyorduk ki bu meyvelerin yetiştiği bahçeler de en az onlar kadar özeldi mutlaka.
Soğuk bir akşamdı İstanbul’da yaşanan; Burak, Fırat, Aytunç ve İsmet’inse “Yürekleri Yangın Yeri” milyonlarca duyarlı insanımız gibi. Filistinli kardeşlerimizin acıları en derinden hissediliyor dahası seyirci kalınmıyor herkes gücünün yettiğince destek oluyor.
Destek oluyor ki yüreklerdeki bu yangın söndürülsün…
Ocak 2009
YORUMLAR
Sayın Yazar ; iftiraya uğrayanların da aklanması ve kendilerini savunması gerektiği yer, Yüce Türk Adaleti'dir !
Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğuna, yargının bağımsızlığına inanıyorsanız eğer, kendinizi ve kurumunuzu hukuk karşısında savununuz. Deniz Feneri Derneği'nin aklanmasını en az sizin kadar isteyen binlerce insan var bu ülkede.
Ne var ki bu gün çıkan tutuklama kararı, işin ciddiyetini bir kez daha ortaya koyuyor, maalesef.
Bu tartışma çok tatsız. Ben uzatmak istemiyorum , fakat siz de lütfen edebiyat yapınız; kurumunuzun reklâmını ve aklanma mücadelesi değil !
Fikret TEZAL tarafından 1/5/2010 4:04:20 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bahçevan
Siz hiç iftiraya uğradınız mı?
Nedir ki iftira? En basit tanımıyla, çirkin bir işi yapmadığınız halde yapmakla suçlanmanızdır iftira.
Hiç iftiraya uğramamış olanlar çok şükretmeli, hamd etmeli. Ancak başınıza “iftira belası” gelmediyse öyle bir durumda iftiraya uğrayanların nasıl derin acılar yaşadığını anlamanın tek yolu kalıyor; “damdan düşenler”in yazdıklarını okumak ya da onları dinlemek.
...
Planlandığı gibi davetliler padişahın huzuruna alınmış. İkramlar başlamış. Hacı Bayram hazretleri bardağı eline almış, “Padişahım” demiş, “Biz bu şerbeti içeriz ama vezir gider!”
Padişah sükût etmiş.
Hacı Bayram-ı Veli, “Bismillah” deyip içmiş zehirli şerbeti.
Salonunun diğer köşesinde oturmakta olan iftiracı vezir bir âhh çekmiş ve düşüp ölmüş.
Padişah durumu anlamış.
Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinden bir dilekte bulunmuş, “Beni de talebeleriniz arasına alır mısınız?” demiş.
Alınmış.
İftiraya uğrayan tüm dostlar müsterih olsunlar.
“Bismillah” deyip içelim hazırlanan zehirli şerbetleri.
Gerisini müfteriler düşünsün. Korkması gerekenler mağdurlar, mazlumlar ve iftiraya uğrayanlar olmamalı.
İftiracılar korksunlar. Zira onlar için iki cihanda da sadece zillet vardır. Ömrü olanlar dünyadaki kısmını görecektir. Sabır…!
Tüm millet çok etkilendi, Filistin'li çocuklardan. Ona uzatıldığı/uzatılacağı söylenen yardım ellerine güvendi.
Binlerce kişi, kurbanlarının kesilmeleri için onlara itimat etti, vekâlet ve para verdi.
Sonunda kurbanlarının kesilmediğini, paralarının birilerinin cebine gittiğini ve sonunda da DENİZ FENERİ DERNEĞİ'nin başkanı hakkında da acilen yakalanıp hapse atılma kararı çıktığını öğrendi.
Bir taraftan, yardım eder/edecek gibi görünüp, diğer taraftan insanların, en insanî duygularının suistimal edilmesi, diğer taraftan da böyle yolsuzlukların iftiraymış gibi, kıyılarda köşelerde aklanmaya çalışılması.
Çok üzücü çoook....