- 1219 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Vicdan Azabı
– İleri Ahmet, ileri ileri, koşş!
– …
– Ahmet, burdiim oğlum, görsene benii!
– …
– Kör müsün, burdiim, pas ver, gör beniii!
– …
– Öff ya.. hep böyle yapıyosun, bi daha senle oynarsam ne oliim..!
İlk yarı sona ermiş ve iki bir yenik durumdaydılar. Ahmet başını kaldırıp tepeye ormanın yanına baktı. Kardeşine seslendi:
– Hadi Ali, yukarı çıkak, koyunların yanına…
– Niye ya, maç bitmedi ki da!
– Hadi oğlum peder duyarsa iyi olmaz sonra ha!
Sonra arkadaşlarına:
– Muhsin, Hasan biz gidiyoz,
– Nerye oğlum?
– Koyunların yanına.
– Burdan gözüküyorlar ya..
– Birisi örüklü, boğulur moğulur başımıza bela olmasın sonra!
– Yaa hep böyle mızıkçılık yapıyosun!
– Ali hadi hadi biz gidek..
Hava hayli sıcaktı ama esen rüzgâr insanı rahatlatıyordu. İki kardeş okulun bahçesinden uzaklaşarak tepeyi çıkmaya başladılar. Hızlı hızlı çıktıklarından nefesleri kesilmişti ama onlar buna aldırmıyor maçın kritiğini yapıyorlardı.
Sabah çayından sonra anneleri koyunları otlatmak için onları yaylaya göndermişti. Yayla kasabanın yirmi dakika kadar uzağında bir meraydı. Tüm kasabanın hayvanları burada otlardı. Herkesin horu denilen bir arazisi vardı ve hayvanlarını örüklerler sadece günün belli saatlerinde sulamak ve ot vermek için yoklarlardı.
Babaları dört gün önce iki koyun almıştı, Kurban Bayramı için! Büyük koyun küçük olanın annesiydi. İki koyunun da kılları kırkılmadığından öbek gibilerdi. Bu onları daha güzel gösteriyordu. Ahmet, koyunların kesilecek olmasına üzülüyordu ama elinden gelen bir şey de yoktu. Yine de onlarla vakit geçirmeyi seviyordu. Bir gün evlerinin önünde küçük koyunu bacağı arasına almış severken oğlak birden hareket etmiş ve bu esnada ayağı boşlayan Ahmet, koyunun sırtına oturuvermişti. Bir süre sırtında kalmış olmasından dolayı koyuna acı verdiğini düşünerek vicdanı sızlıyordu Ahmet’in ama kızarlar diye de kimseye bir şey demiyordu.
İki kardeş beş dakikanın içinde koyunların yanına çıktılar. Büyük koyuna bol miktarda ot verdiler ve küçük olanla da biraz oynaştılar. Biraz sonra aşağıdan çocukların sesi duyulmaya başladı. Maç tekrar başlamıştı. Maçı tepeden seyretmek için on metre kadar aşağıya inip bir taşın üzerine oturdular. Hem kendi aralarında konuşuyorlar hem de maçı seyrediyorlardı. Aslında, maçla fazla ilgilenmiyordu Ahmet, yarını düşünüyordu! Birkaç kez hayvan kesilirken görmüştü ama büyüdükçe hayvanlara daha fazla acımaya başlamış ve kesilmelerini görmek istemiyordu. Yarın, kesim yerinde olmamak için bir şeyler yapmalıydı. Bir ara dalmıştı Ahmet! Musiki dinler gibi aşağıdan çocukların, ormandan da kuşların seslerine kaptırmıştı kendini! Çeşit çeşit kuş sesleri… Hele guguk kuşunun sesi Ahmet’te başka manalar uyandırıyordu. Anlatılanlara göre guguk kuşu yavrusunu kaybetmiş ve onu arıyordu! Zavallı hayvan, kim bilir ne haldeydi, diye içinden geçiriyordu ki kargaların sesi bu düşüncesini bozdu! Kafasını göğe doğru kaldırdığında beş altı karganın yaylanın üstünde daireler çizdiğinin gördü. Annesinden duymuştu ‘’bir uğursuzluk olacaktı’’galiba..! Ali birden;
– Ahmet..!
– Hı!
– Muhsin ne gıcık çocuk ya!
– Niye ki?
– Baksana pas vermiyo, onun yüzünden yenildik görmüyon mu?
– Hava atıyodur oğlum!
– Kendini bir halt zannediyo!
– Ahmet!
– N’oldu?
– Ben acıktım, eve gitcem ben!
– Haçan acıktın, bir iki saat daa dayan!
– Ben gidim hem sana da herşi getiririm.
– Yav bilader az dur işte, donuz çocuğu mu var karnında, hem bize kızarlar er geldiiz, diye!
– Saati nasıl bilcez ki?
– Yoldan geçenlere çağırırız!
– …
– Hem yarın bayram, boğun son gün!
– Ahmet!
– Ne var?
– Bubam niye bize top oynatmıyor?
– Ne bilim oğlum, ‘’sokak çocukları mısız siz’’ diyo hem, ‘’ekmeğin peşinden koşun, top neymiş’’ diye kızıyo!
– Sen bubamdan korkuyon mu?
– Ne korkcakmışım oğlum, ben Allah’tan başkasından korkmam..!
Bunun üzerine Ali gülmeye başlamıştı. Haklıydı, Ahmet hakikaten babasından çok korkardı! Bu korkunun nedenini belki tam olarak bilemiyordu ama babasının bakışı bile korkması için yeterli bir nedendi! Aslında, ailede herkes ondan korkardı ama Ahmet’inki başkaydı. Tüm benliğini sarmıştı bu korku!
– Ahmet!
– Efendim?
– Küçük koyun, abim için alınmış, öyle mi?
– He, bende öyle duydum!
– Bubam parasını almış abimden!
– İkisi beraber kesilcekmiş!
– Enes niye gelmedi ki madem küçük koyun onlarınmış?
– Senin yüzünden oğlum, seni dövüyor diye yingem göndermiyo!
– Gıcıklık yapıyo ben n’apım?
Sohbetlerini aşağından gelen Muhsin’in sesi bozdu! Avazı çıktığı kadarıyla bağırıyordu:
– Ahmettt, koyun gidiyooo!!
– Neee??
– Köpekler koyunu götürüyoorr!
– Nerdee??
– Arkan bak, ormana aşağ sürüyoor..
Ahmet işin ne olduğunu anlayamamıştı. Aklı karışmıştı. Etrafına bakındı bir şeyler arıyor gibiydi! Kalbi kulaklarında atıyordu sanki! Bir iki tur etrafında döndü ama küçük koyunu göremiyordu.
– Muhsinnn, nerdeee , ben göremiyomm?
– Ne duruyon oğlum orda, koşsana, aşağ, ormana doğru gittiler!
– Muhsin etmeee, sende geelll!! Tamam mıı?
Ahmet, bir an durakladı ve kardeşine dönerek:
– Ali sen büyük koyunu al ve hemen eve git! Anama gizligine söyle! Çabuk ol, emi!
Ahmet koşar adımlarla ormana aşağı koşmaya başladı. Kalbi o kadar hızlı atıyor ki sanki yerinden fırlayacaktı! Nefesi daralmış, hırıltılar çıkarıyordu! Dizleri tir tir titriyor neredeyse onu taşıyamayacaktı! Gözleri kıpkızıl olmuş ağlıyordu. O anda o kadar çok şey geçiyordu ki hatırından… Bir an babası geldi gözlerinin önüne! Ne diyecekti acaba! Zaten konuşamazdı babasının karşısında! Bu sefer kaskatı kesilirdi herhalde! Sonra çevresini düşündü. Bir koyuna sahip çıkamamıştı! Koskoca, eşek kadar adam olmuştu! El alem ne demezdi! Keşke maç yapmasaydı! Evet, maç yapmamış olsaydı bunlar başına gelmeyecekti! Babasının yasakladığından beridir yani, çok uzun süreden beri zaten top oynamıyordu. ‘’Salak’’, dedi kendi kendine, ‘’hak ettin sen bunu!’’. En çok da bundan korkuyordu! baba sözü dinlememiş, sokak çocuklarına uymuştu! Şimdi ne halt edecekti! Sonra zavallı oğlak geldi gözlerinin önüne, kim bilir ne zor durumdadır şimdi! Belki de canavarlar onu canlı canlı yiyordur! Sahip olamamıştı! Vicdanı sızlıyordu ama babasının korkusu daha baskındı! Ayağı birden ağaç köküne takılınca yere yuvarlandı. Yüzükoyun düşmüş olmasına aldırmadan hemen ayağa kalkarak koşmaya devam etti. Yola indiğinde karşısında Muhsin’i gördü:
– Gördün mü Muhsin, nerye gittiler?
– Eve gitmiş olmasın?
– Eve gitse yolun karşısından görürdük!
– Bak bak, feraktu yıkılmış, dereye aşağ izler de var!
– Hani, nerde?
– Aha işte, burda? Hem ağlama dostum, buluruz şindi! Koyunlar akıllıdır!
– Ben n’apcam oğlum, eve de gidemem!
– Korkma korkma, hadi dereye inelim!
Koşa koşa tarladan aşağı indiler. Dereye vardıklarında ne yöne gideceklerini kestiremediler önce! Sonra Muhsin birden:
– Ahmet bak köpekler karşı tepede!
– Nerde?
– Aha işte, koyun da yok yanlarında!
– ….
– Kurtulmuş heralde ellerinden!
Ahmet sevinmişti! Hakikaten de koyun yoktu yanlarında. En önde kurt köpeği olmak üzere yedi köpek gidiyordu. Ama koyun neredeydi? Şimdi bunu bulmak gerekliydi. Ama içi ferahlamıştı, derin bir nefes çekerek içine:
– Ohh.. ! diye içini çekti!
Ahmet biraz aşağıya doğru ilerledi. Ama birden ayağı kaydı:
– Off, düşüyom Muhsiinn!
– Ahmet dikkateett!
– Uçurummuş burası, buraya gelme sakın!
Ahmet, ani bir refleksle bir dala tutunarak kurtulmuştu. Olduğu yerden doğruldu ve aşağıya baktığında gözlerine inanamadı:
– Muhsin, koyun aşada!
– Demedim mi sana!
– Şükrolsun, bulduk!
– Akıllıdır oğlum koyunlar, bak dememiş miydim?
– Saklanmış mı?
– Tabii saklanmış?
– İyi de aşağ nasıl incez ki?
Her tarafı çayırlar, çalılıklar ve ağaçlar bürümüştü. Üstelik etraf da uçurumdu. Aşağıya inmek için uzun bir yol yürümeleri gerekiyordu. Muhsin birden:
– Bu toni diğil mi, Ahmet?
– Aa, evet!
– Toni gel oğlum buraya!
– İyi de bunun azı burnu kan içinde!
– Koyunu kurtarmak için köpeklerle boğuşmuş demek ki!
– Afferim toni sana, afferim!
Toni, kuyruğunu sallayarak iki arkadaşın yanına geldi. Biraz sürtündü sonra ne aradıklarını bildiği için çalılıkların içine daldı. Ahmet ile Muhsin, toniyi takip ettiler. Toni gerçekten gizli bir yol biliyordu. Toni önde iki arkadaş geride kaya kaya aşağı indiler. Ahmet, hemen öne davranarak koyunun yanına geldi ve hemen koyuna sarıldı. Çok şükür sağ salim onu bulmuştu! İçi rahattı artık. Sarılma faslı bittiğinde doğruldu. Bir de ne görsün! Koyunun bacağından kanlar akıyordu.
– Toni koyunun bacağnı yemiş!
–...!
Koyunun sağ ön bacağı omuz hizasından biraz yenmişti. Ahmet ağlamaya başladı ve toninin üzerine yürüdü. Toni on metre geriye kaçtı ve olduğu yere çöktü. Belli ki köpek de şaşırmıştı. Çünkü o bir av köpeğiydi ve avını efendisine sunmanın ödülünü beklerken kovulmuştu!
Ahmet yarayı biraz inceledi. Her şeye rağmen sevincini yitirmemişti. Çünkü yara büyük değildi ve ucuz atlatmıştı. İyi ki vaktinde gelmişti. Yoksa başı belaya girebilirdi. Babası belki bir şey demeyebilirdi! Muhsin ise iki metre geride olanları seyrediyordu.
Ahmet, koyunun yürüyebileceğini hesap ederek onu kaldırmaya davrandı. Bir kere zorladı olmadı! Muhsin’den yardım istedi. Muhsin de koyunu tutarak ayakları üzerine kaldırmaya çalıştı, olmadı! Güçleri yetmemişti. Bu sefer Ahmet iki kolları ile koyunu boynundan kucaklayarak kendine doğru çekmeye başladı. Çekti olmadı! Bu sefer daha iyi kavrayarak tüm gücüyle zorladı. Birden ‘’foşş’’ diye bir sesle irkildi. Anlayamadı önce, geri çekildi. O da neydi öyle! Bağırmaya, çağırmaya başladı! Ahmet, kendini kaybetmiş gibiydi. Olanları Muhsin daha anlamamıştı! O da yaklaştı ve:
– Aa, goyunun garnına n’olmuşş!!
– Köpekler goyunun karnını deşmişler!!
– …..!
Zavallı koyun o kadar sakindi ki! Bacağı yenmiş, karnı deşilmişti! Melul melul Ahmet’e bakıyordu. Belki de ona veda ediyor belki de sitem ediyordu! Ahmet’in gözleri koyunun gözlerine kilitlenmişti. Ahmet, hem ağlıyor hem de af diliyordu. Zavallı hayvana sahip olamamış onu canavarlara yem etmişti. Vicdanı sızlıyordu ve kendisini asla affetmeyecekti…!
27/07/08
Tahsin ÇAYIROĞLU