- 599 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
.
Tıpkı bir bayrak yarışı gibiydi Onların yaşamı… Üstlendikleri davayı aldıkları yerden daha öteye taşımaktı görevleri. Yeryüzünün can bulmasından bu yana Yüce Yaratıcıyla, kulları arasında irtibat noktası oldular hep. İlahi Yaratıcının dünyadaki sözleriydiler aslında. İnsan suretinde olsalar da İlahiden gelen gizemli güçleri vardı. İlahinin kurallarını tebliğe adanmışlardı. Ve bu tebliğler uğruna hayatlarını feda etmekten kaçınmadılar, evlatlarını bile…
Daha öncesi var aslında bu nur ışığında yazılan hikayenin, ama biz anlatmaya Şanlı Urfa dan, Şanlı Urfa daki küçük bir mağaradan başlayalım. Bu belki de kainatın var oluş sebebinin öyküsü… Ve bu sebebe neden olansa kutsal tebliğin son mirasçısı... O gönüllerin biricik Sevgilisi…
Sevgilinin doğumdan yüz yılar önce Babil… (Fırat ve Dicle Nehirlerinin arasında kalan bölge)
O gece, Keldani kavminin putperest hükümdarı Nemrut, canını sıkan bir rüya gördü, ertesi sabah rüyasını sarayının tasvircilerine anlatınca, aldığı cevap onu büsbütün hiddetlendirdi! Yakında doğacak bir erkek çocuğun yeni bir din getireceğini ve onu tahtından indireceği söylenmişti haşmetli krala.
Nemrut, hükümdarlığını kaybetme korkusunun verdiği o öfkeyle bölgesinde doğan bütün erkek çocukları daha o vakit acımasızca tek tek katletti, gebe olan kadınlarıysa yalvarmalarına aldırmadan zindanlara kapattı. O sıralar da Emile adında, gebeliği belli olmadığı için zindana atılmaktan son anda kutulan bir hanım vardı. Ama Emile adlı bu kadın zindana atılmaktan kurtulsa da başında daha büyük bir tehlike vardı. Çocuğuna hamile kaldığı sırada kocası Tahur ölmüş, onun kardeşi olan Azer le evlenmek zorunda kalmıştı. Azer se azılı bir putperest ve ayrıca Nemrut un yaptırdığı puthanenin de sadık bir bekçisiydi. Karısının hamile oluğunu öğrenince doğacak çocuğun erkek olması halinde kendi elleriyle boğacağını söylemişti.
Emile bin bir dil dökerek ve doğacak çocuğun erkek olması halinde kendisine elleriyle teslim edeceğini söyleyerek onu zorla da olsa ikna etti. Ve çocuğunu şehrin dışında bir mağarada gizlice doğurdu.(Bu mağara Şanlı Urfa da bulunan Balık Göl ziyaret alanı içindedir.) Ama evladının hayatını kurtarmak için onun ölü doğduğunu söyledi putperest kocası Azer e.
Emile herkesten saklayarak dünyaya getirdiği çocuğunun adını İbrahim Koydu. Yani Yüce Allah’ın ile ride “dostum” diyecek kadar çok sevdiği Hz İbrahim peygamber bu şekilde dünyaya gelmiş oluyordu. Emile sıkıntılar içinde gizlice evladını büyütmeye çalıştı bu mağarada. Bazen çok uzun süre yanına gelemiyordu, ama bu uzun sürenin sonunda geldiğindeyse evladı İbrahim i parmağını emerken ve tok halde buluyordu. Yüce Allah, Cebrail a.s. mın aracılığıyla bu çocuğun emdiği o minik parmaklarına cennet nehirlerinden süt ve bal getirtiyordu.
Yıllar sonra o mağaradan çıkan İbrahim de değişik haller belirmeye başladı. Rüzgara, buluta, yıldızlara, aya, güneşe ve tüm evrene baktığında, bunların Nemrut ve putlarının döndürebileceği bir nizam olamayacağını düşündü. Artık çocuk yaşlardan itibaren, kendisine gösterilen büyük tepki ve ağır hakaretlere rağmen putlar hakkında ve ona tapanlara yanlış yolda olduklarını söylemeye başladı. Ve gençlik yılların da artık o Yüce Allah ın seçtiği bir elçi olmuştu.
Bir süre sonra Hz İbrahim ısrarla, Keldani halkının putperestlerine, kendilerine bile faydası olmayan bu ilahlardan vazgeçip tek olan Allah a iman etmelerini istedi. En sonunda ona tepkilerini iyice yülselten halk, O’nu, üvey babası Azer e şikayet ettiler. Zaten kendisi de yaptıklarından dolayı Hz İbrahim e kızgın olan Azer, ona karşı daha da hırçınlaşarak kendisinden bir an önce uzaklaşmasını istedi.
Bütün bunlara rağmen Hz İbrahim davasından vazgeçmedi. Bir gün Nemrut ve halkının şehirden uzak bir yerde kutlama yapmak için toplanmasını fırsat bularak Puthaneye girdi, bütün putları tek tek kırmaya başladı, tek bir put bıraktı, onun da boynuna elindeki baltayı astı. Daha sonra putları onun kırdığı anlaşılınca Nemrut onu diri diri yakmaya karar verdi. Küçük bir dağı andıran odunların çıkardığı ateş öylesine dehşetliyi ki, bu ateşin yanına yaklaşamayan muhafızlar, Hz İbrahim i ancak mancılıkla ateşin içine fırlattılar. Hz İbrahim ateşin içine doğru giderken tam bir teslimiyet içinde “Bana Allah yeter, O ne güzel bir vekil” diyordu. Tam ateşin içine düşeceği zaman Cebrail a.as. geldi ve son bir isteği olup olmadığını sordu, o tek bir cevap verdi, ”Rab bim beni görüyor” İşte o an O’nu yakmak için tutuşturulan odunlar Allah ın iradesiyle ona zarar vermedi.
Ama bütün bunlara rağmen o günden sonra Nemrut, yine de Hz İbrahim in tebliğ çağrısına kulak asmayıp putlara tapmaya devam etti.
Bunun üzerine Hz İbrahim karısı Sare yi alarak orayı terk etti. Önce, Şam sonra Mısır a gitti. Mısır da, gaddar bir firavun olan Sinan bin ulvan, Hz İbrahim in ülkesine geldiğini duyarak O’nun karısı Sare yi zorla sarayına getirerek tacizde bulundu. Allah ın verdiği bir olağanüstülükle bu çirkince davranışı, sarayın çok uzaklarından görebilen Hz İbrahim, firavuna beddua etti. Daha o saniye firavunun elleri ayakları felç oldu. Bu yaptığından büyük bir pişmanlık duyup, Sare ye eski haline dönmesi için dua etmesini söyledi. Sare dua edince firavun eski haline döndü. Yaptıklarından dolayı özür diledi. Sare ye Hacer adında bir de yardımcı hanım hediye etti.
Daha sonra Hz İbrahim, Sare ve Hacer hep birlikte Filistin e gittiler. Orada Yüce Yaratıcı Hz İbrahim i bolluğa kavuşturdu. Fakat bu bolluk bereket zürriyetine yansımadı. Soyunu sürdürebileceği bir çocuğu olmuyordu Sare den. Bir süre sonra karısının isteğiyle yardımcıları Hacer le evlendi. Bu evlilikten oğlu İsmail oldu.
Günler, yıllar birbirini kovalarken karısı Sare çocuk yapamanın üzüntüsünü, Hacer ve oğlu İsmail e bakarak daha çok hissetmeye başladı. Onun bu kadar üzülmesine dayanamayan Hz İbrahim, Hacer ve küçük oğlu İsmail i de alarak Arabistan yarım adasına doğru yola çıktı. Çölleri geçerek yaptıkları zorlu bir yolculuktan sonra oldukça kurak, kayalık adeta çölü andıran bir bölgeye geldiler. Burada ne tek bir yerleşim yeri vardı, ne de su! Hz İbrahim karısı ve çocuğunun selameti için dua etti. Ayrıca, buranın ileride güvenli ve bereketli bir şehir olmasını da diledi Yüce Allah dan. (İşte, burada kurulan şehrin adı ileride “Kutsal şehir Mekke” olarak anılacaktı…)
Hacer bir süre sonra erzakı bitince bu kurak vadide küçük oğlu İsmail i hayatta tutabilmek için umutsuzca su ve başka insanlar aramaya başladı. Vadiye bakan iki tepe arasında defalarca gidip geldi (daha sonra bu iki tepeye Safa ve Merve adı verilecek ve Hacer in bu acı hatırasına istinaden hacı adayları bu iki tepe arasında yedi kez gidip geleceklerdi veya diğer adıyla ”Say” yapacaklardı).
Artık bitap bir durumda ve bir damla su bulamamış bir halde oğlu İsmail in yanına geldiğinde gözyaşlarına boğuldu! Oğlunun ayakları altından pırıl pırıl berrak sular akıyordu. (Cebrail a.s., Allah ın kendisine verdiği ruhsatla bu suyu çıkarmıştı. İleride de bu suyun adı “Zem zem” suyu olarak bilinecekti.)
Zemzem suyunun böylesi kurak bir yerde çıkması buranın kısa bir süre içinde yerleşim bölgesi olmasını sağladı. İlk gelenler Cürhüm kabilesi oldu. Evler yapılmaya başlandı. İlerleyen yıllarda artık bir şehir hüvviyetine kavuşuyordu Mekke. Bu arada Hacer in, oğlu İsmail de zaman içinde genç bir delikanlı olup Cürhüm kabilesinden bir kızla evleniyordu.
Aradan çok zaman geçmişti. Hz İbrahim, eşi ve oğlunu görmek için yeniden Mekke’ye geldi.
İşte bu sırada Yüce Allah ondan burada bir mabed yapmasını istedi. İşe koyuldular; oğlu İsmail, O’na taş taşıyor, O da bunlarla mabedin duvarını örüyordu. Bir zaman sonra yapının duvarları iyice yükselince oğlu, O na üzerine basıpda yükselebilsin diye ayaklarının altına büyükçe bir taş koydu.( Hz İbrahim daha sonra bu taşın üzerine çıkıp insanları hac yapmaya çağıracak ve bu taşın adı da “Makam’ı İbrahim” olarak tarihe geçecekti.) En sonunda yapı tamamlanmıştı.( Bu yapı, daha sonra milyonlarca insanın akın akın koştuğu, ilk gördükleri anda göz yaşlarına boğuldukları ve her an yeniden gelme hasretiyle oradan ayrılacakları “Kabe” adıyla geçecekti gönüllere. Ayrıca Kabe’in, Makam’ı İbrahim’in ve Zemzem suyunun bulunduğu bu bölge de, “Mescid i Haram” ya da “Harem’i Şerif” olarak anılacaktı.)
Cebrail a.s., Hz İbrahim e gelerek hac görevinin nasıl yapılacağını gösterdi. Bu arada Hz İbrahim şöyle dua ediyordu; “Ey Rab bim onlara kendi içlerinden senin Ayetlerini okuyacak, kitap ve hikmetini öğretecek bir peygamber gönder.”
Mekke bundan sonra artık bir İslam devletinin üssü haline geliyordu. İlk zamanlar Kabe’nin sorumluluğunu Hz İsmail yaptı. Sonra oğluna geçti, ardından Cürhüm lüler aldı bu görevi. Ama Cürhüm lüler bu işi istismar etiler. Bunun üzerine Huzaa kabilesi, İsmail oğullarıyla birleşerek onları Mekke den sürdü. Kabe’yi koruma görevi bundan sonra üç yüz sene Huzaalı larda kaldı. Daha sonra bu bölgeyi ele geçiren Kusay, Kureyş kabilesinin başına geçerek Kabe’yi koruma görevini üstlendi.
Mekke, Hz İbrahim in duasıyla tarıma elverişli olmadığı halde yüz yılar boyunca emniyetli ve bereketli bir yer oldu. Ama daha sonra Kureyş’ liler, Hz İbrahim in putperestliği reddeden, tek bir Allah ı gösteren hanif dinden uzaklaşmaya başladılar. Kabe, putlarla doldu. Her konuda sapıklık had safhaya varmaya başladı.
Sevgilinin doğumundan yaklaşık bir buçuk asır öncesi…
Hz İbrahim oğlu İsmail in soyundan yaklaşık 59 ced sonrasının devamı olan kişi Abdul menaf dı. Onun oğlu olan Haşim çok merhametli, çok misafirperverdi. Mekke halkının refahı için elinden geleni yapardı. Bu yüzden ulusu tarafından çok sevilirdi. Mekke de ticaret genelde kervancılığa dayalıydı. Kışın Yemen taraflarına, yazın ise Suriye taraflarına yolculuk yapılırdı. İşte, Haşim in de bulunduğu bu kervanlar bir gün Suriye ye sefer yaparken Medine ye uğradı. Haşim orada Selma adında bir kadınla evlendi. Ardından rutin seferlerine devam etti. Bu seferler sırada hastalandı ve Gazze de öldü. Haşim öldüğünde karısı onun çocuğuna hamileydi. Aylar sonra Selma nın babasız dünyaya gelen çocuğuna “Şeybe” adını verdiler.
Dünyaya yetim olarak gelen Şeybe sekiz yaşına kadar annesiyle Medine de kaldı. Ardından amcası Muttalip Medine ye gelerek onu babasının anayurdu olan Mekke ye götürdü. Müttalip deve üzerinde Mekke ye girerken, onun yanındaki küçük çocuğu görenler onun köle oluğunu sanıp, onun kölesi, anlamına gelen Abdülmuttalip adını koydular. O günden sonra küçük Şeybe artık Abdülmuttalip olarak çağrılıyordu. Abdülmuttalip in eğitimiyle özelikle amcası ilgilendi.
Abülmuttalip amcasının emeklerini boşa çıkarmadı ve üstün karakterli, ismi hatır bırakan şahsiyetli bir lider oldu. Öye ki amcası Muttalip ölürken halkının liderliğini ona bıraktı. Abdülmuttalip şimdi halkının önderiydi, tıpkı hiç göremediği babası Haşim gibi...
Abüdüllmuttalip yıllarca halkını büyük bir adalet ve merhamet içinde yönetti. O zamanlar zem zem kuyularının kontrolü konusunda kabileler arasında büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Bir ara Kureyş kabilesiyle bu konu yüzünden gerginlikler yaşandı. Abdülmuttalip, Kureyş karşısında daha güçlü bir iktidara sahip olabilmek amacıyla tam on erkek çocuğu olması için dua etti. Ve duası Yüce Allah tarafından kabul oldu. On erkek çocuğu olmuştu Abldülmuttalip in fakat bu on çocuğu arasında birisini feda etmek zorundaydı! Allah a, on çocuğu olacağı taktirde birisini O’na feda edeceğine dair söz vermişti. Ve sözünü yerine getirmek için oğulları arasında kura çekti. Kura oğlu Abdullah a çıkmıştı. Ama yakınlarının ve Abdullah ın özellikle kız kardeşlerinin ısrarı ve ileride bu tür uygulamaların başka insanlar tarafından kötü bir adete dönüştürülme ihtimalinin olabileceği söylenerek, Abdülmuttalip bu kararından vazgeçirildi. Bunun üzerine oğlu Abdullah adına yüz deve kestirip halka dağıttı.
Sevgilinin doğumundan birkaç yıl önce…
Abdullah kardeşleri arasında bir başkaydı; terbiyesi , oturması,kalkması, güler yüzü… Hele, nurla yıkanmışcasına parlayan o güzel yüzü onu gören bütün genç kızların gönlünü okşardı. Oysa hanımlar tarafından böylesine talep edilen olsa da, o asla haram olacağını düşünerek dönüp bakmazdı bile. Abdullah yirmi dört yaşlarına geldiği sırada babası Abdülmuttalip onu artık evlendirmeye karar verdi. Gelin adayı belliydi, Amine… Amine Kureyş kabilesinden olup, bilinen temiz bir soya sahipti. Terbiyesi, asilliği herkesçe aşikardı.
Abdullah ve Amine evlendiler. Evlilikten kısa bir süre sonra Abdullah tıpkı dedesi Haşim gibi kervanlarla ticaret yapmak için önce Gazze ye ve oradan da Suriye ye gitti. Dönüş yolunda Medine ye uğradı Kervan, ama ortada çok üzücü bir durum vardı, Abdullah çok hastaydı! Bu hasta haliyle bir ay boyunca Medine de kaldı. Fakat yeniden Mekke ye, yani karısı Amine ye kavuşması mümkün olmadı. Abdullah Medine de ruhunu Allah a teslim etti. Bu acı haber Mekke de daha da katlandı. Amine hamileydi…
Ve sevgili geliyor…
Abdullah vefat edeli yaklaşık iki ay olmuştu. Tarihler 571 yılının nisan ayının pazartesini gösteriyordu. İşte o günün sabahına doğru tüm dünyayı saran olağanüstü olaylar meydana gelmeye başladı! Kainat sarsılıyordu adeta! Kabe’deki putlar kendi kendine devriliyor, İran da Mecusilerin bin yıldır taptıkları ateşgedeleri sönüyor, ve Kisra hükümdarının bulunduğu sarayın burçları ardı ardına devriliyordu. Sanki evren en büyük doğumun gizemli sancısına hazırlanıyordu!
Ve şimdi, Hz İbrahim A.S. nin duası, Hz İsa nın müjdesi hayat buluyordu nihayet…
Sabaha karşı bütün sırlı olaylar cevap buluyordu artık. Amine bir erkek çocuk doğuruyordu, doğum sancısı çekmeden… Bu öyle bir çocuktu ki annesinden doğarken gözleri kamaştıracak kadar büyük bir nur doluyordu evin içine. Ve sünnetli doğuyordu… ve göbek bağı kesik... İşte bu çocuk ileride öyle bir sevgili olacaktı ki, daha sonraki zamanlarda insanlar Ona olan sevgilerini göstermek için doğan çocuklarına dünyanın en çok kullanılan ismini koyacaklardı. İşte bu çocuğun adı Hz Muhammed Mustafa A.S.dı.
Muhammed in dünyaya gelmesine en çok sevinenlerden birisi de dedesi Abdülmuttalip di, torunun şerefine develer kestirip halka dağıttı.
İki yaşına kadar annesinin yanında kaldı Muhammed. O sıralarda Mekke de bir adet vardı; buranın çöl havası yeni doğan çocuklara iyi gelmiyorlardı, bu yüzden durumu iyi olan aileler çocukları daha iyi gelişsin, daha sağlıklı olsun ve de asıl saf Arapçayı daha iyi konuşsunlar diye kırsaldan gelen kiralık süt annelere veriyorlardı. O sene kırsaldan kadınlar yine Mekke ye gelmiş, özelikle babalarının durumu iyi olan çocukları alma telaşına girmişlerdi.
Bu kadınlardan biri de Halime ydi. Onun bindiği merkep cılız oluğu için diğer kadınlardan daha geç gelmişti Mekke ye. Ondan önce gelen sütanneler çoktan ekonomik durumu iyi olan ailelerin çocuklarını alıp geri dönüş yoluna koyulmuşlardı bile. Halime de kendine umutla emzirmek için alacağı bir çocuk aramaya başladı. Emzirilecek çocukların tamamı neredeyse diğer kadınlar tarafından alınmıştı.
O sırada yolunu Abdülmüttalip kesti, “benim babasız olan bir torumun var adı Muhammed.” dedi. Muhammed din babasız oluşu Halime yi biraz hoşnutsuz yaptı, yanında bulunan kocası Haris le çocuğu alıp almamak konusunda istişare ettiler ve nihayetinde eli boş dönmemek adına Muhammed i almaya karar verdiler. (Garip Halime, çok daha sonra anlayacaktı öteki kadınların yetim diye hakir gördüğü bu yetim çocuğu cılız merkebine bindirirken aslında kainatın en değerli varlığını aldığını…)
Halime, Muhammed i de yanına alarak ondan önce yola çıkan süt annelerin kervanına yetişmeye koyuldu. Lakin o sırada Halime yi şaşkınlığa uğratan bir hadise cereyan etti! Bindikleri o cılız, takatsiz merkep sanki aldığı o minik yolcunun değerini hissetmiş gibi öylesine koşuyordu ki kervana yetişmekle kalmayıp geçiyordu da onları.
Halime ve kocası Haris Muhammed i alıp, yaşadıkları yer olan Badiye’ye döndüler. Bu ailenin Muhammed en başka üç çocuğu daha vardı. Geçen zaman içinde Muhammed orada güzel vakit geçirdi. Halime ve kocası fakir olsalar da yetim Muhammed in üstüne titrediler. Muhammed daha o yaşında öylesine terbiyeli ve öylesine cömertti ki… Mesela süt annesinin sadece bir memesini emer ikinci memeyi ısrarla süt kardeşine bırakırdı. Bütün bunlar yaşanırken Halime ve kocası artık onun normal bir çocuk olmadığını anlıyorlardı. Eve gelişiyle sahip olukları her şey bir anda bereketlenmişti. Sütü neredeyse tamamen kesilmiş yaşlı develerinden oluk gibi süt akmaya başlamıştı. Koyunlarıysa çok beslenemedikleri halde hepsi de semiz hale geliyordu. Günler böyle güzel geçerken Halime ve kocasını artık Muhammed in hallerinden iyice şüphelenmeye başlamışlardı! Asla normal bir çocuk gibi davranmıyordu, her hali olağan üstü güzeldi. Ama onları en hayrete düşürense yaşanan başka bir olaydı!
Muhammed in üç süt kardeşinden birisi olan Abdullah büyük bir telaşla anne, babasının yanına geldi, söyledikleri Halime ve kocasını dehşete düşürüyordu; beyazlara bürünen iki kişinin Muhammed in göğsünü yarıp açtıklarını söylüyordu.
Bu sözleri duyan Halime ve haris delicesine Muhammed in yanına koştular. Yanına geldiklerinde korkuyla “sana ne oldu oğlum” dediler. Muhammed gayet sakin bir şekilde konuştu;
“ Az önce iki melek geldi, Allah göndermiş onları, göğsümü açıp kalbimi çıkardılar. Güzel bir suyla yıkayıp yeniden yerine koydular kalbim hala serin!”
Artık yaşanan izahı zor bu olaydan sonra iyice kaygılanan ve çocuğun başına bir şey gelmesinden korkan Halime ile Haris Muhammed i annesine götürmeye karar verdiler. (Hz. Muhammed A.S.daha sonraları kendisine sadece iki sene bakmasına rağmen bu süt annesi Halime ye karşı vefasını ömür boyu sürdürecek, onu her gördüğünde “canım annem” diye sarılacaktı. Hatta üstündeki hırkasını yerlere serip oturmasını sağlayacaktı. Ve yine, Hz Muhammed, Hz Hatice yle evlendiği bir dönemde Halime kendisine gelip, yaşanan kuraklıktan dolayı zorda olduğunu söyleyecek ve bu talebine karşılık ona hemen kırk koyun, erzak, ayrıca o erzağı taşıyacak bir deve verecekti.)
Böylece Muhammed yaklaşık dört yaşlarındayken annesine geri geldi. Annesiyle çok mutlu iki sene geçirdi. İki senenin sonunda Amine, Medine de bulunan akrabalarını ziyaret etmeye karar verdi. Aslında ziyaret etmek istediği başkasıydı. Ve bunu Muhammed e büyük bir müjde olarak verdi. Bu müjde Muhammed i tarifsiz bir sevince boğdu. Annesi onu babasına götürecekti, hiç göremediği ve doğmadan ölen babasının Medine deki mezarına.
Gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra yanlarına yardımcıları Ümmü Eymeni de alarak Medine ye doğru yola çıktılar.
Medine ye gelip, konakladılar. Sonra, Amine oğluyla birlikte kocası Abdullah ın kabrinin başına geldi. Muhammed o küçük yüreğiyle babasının kabri başında karışık duygulardaydı.
Orada yaklaşık bir ay kaldılar. Muhammed, dedesi Abdulmuttalip in doğduğu bu topraklarda diğer çocuklarla oynadı, havuzlarda yüzdü. Ardından yeniden Mekke ye dönmek için yola çıktılar. Ebva köyüne yaklaştıklarında Amine nin yüzü solmaya başladı! Hastaydı Amine, hem de çok…
O köyde kaldılar. Annesi artık son anlarını yaşıyordu Muhammed in .
Amine son nefesini vermeden önce, yatağının kenarına oturup ağlayarak kendisine bakan Muhammed e baktı kederle… Takatsiz elleriyle yavrusunun ellerinden tuttu son kez.
Gözlerinden yaşlar süzülürken, ona bakıyordu. Ona bakan solgun gözlerinde büyük bir gurur vardı. Kendini zorlayarak elem içinde,
“ Her can ölümü bulur elbet, yeni eskir, her çok azalır. Biliyorum ben de öleceğim artık… fakat biliyorum ki ebedi anılacağım. Çünkü senin şanın çok yüksek olacak oğlum” dedi ve…
Küçük Muhammed şimdi içli içli ağlıyordu. Omuzlarına o yaşta bir acı daha biniyordu. Önce hiç göremeden ölen babası ve şimdi de annesi ahrete göçüyorlardı…
O artık yoluna öksüz olarak devam edecekti…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.