- 963 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Daldı Ispanak
Bir Daldı Ispanak
Başı önde idi. Uzunca saçları rüzgârın etkisiyle öylesine dağılmıştı ki; birbirine düğümlenmiş dense yanlış olmazdı.
Farkında değildi saçlarındaki pejmürdeliğin. Hatta içine akıtmaya büyük çaba gösterdiği, dıştan belli olmasın istediği gözyaşlarının, nereye aktığını bilemeyecek kadar ruhsuzdu bu anda. Aslında buğday rengi olan teni mor görünüyordu uzaktan. Gözleri ferini yitirmiş, sonsuza dek kapanmak istiyordu sanki.
Adımları çok yavaş, çok sessizdi. Dizlerinin titremesini bile hissetmiyor, içindeki titreme nöbetleri daha bir etkiliyordu O’nu.
Oysa sahnede gibi hissediyordu kendini. Öğrencilerinin, seyirci koltuklarında hüzünle izlemeye geldikleri tiyatro sahnesinde... Güldürmek istiyordu,
"Anlamasınlar hiç birşey." diyordu içinden. Okul sıralarındaki gibi mini mini olsunlar, söz dinlesinler, hayat dersi alsınlar düşüncesi geçiyordu ruhunun derinlerinde. Bu yüzden içine akıtıyordu gözyaşlarını. Bu yüzden sessiz adımlarla yürüyor, onlar duymasın, onlar görmesin istiyor; ruhundaki sızıları, ruhsuzluk gömleği ile gizlemeye çabalıyordu.
Neyse ki kaldırımdaydı ve son varlığı olan evinin bulunduğu apartmanın kapısına az kalmıştı. Şöyle bir baktı kafasını kaldırıp... Akşam karanlığı başlamış gibiydi.
İyi ki alacakaranlıktı. Aydınlık olsa, uzamış sakallarını, kravatsızlığını gören olsa ne derdi? "Yalancı! Yıllarca bize temiz olun, traş olun, uygar olun, kravat takın diyen yalancısın sen!" diyerek haykırmazlar mıydı öğrencileri?
İrkildi birden, döndü gerçeklerine. Elindekine baktı acı acı. Tüm parasını verdiği, küçücük poşetteki solmuş ıspanaklardı elindeki. Çocuklar istemişti… Sıklaştırdı adımlarını. Üşümeye de başladı. Rüzgâr kırbaç gibi çarparken bedenine, teninin buz gibi olduğunu hissetti. Ruhunda ateş, teninde soğuk... Dışıyla içinin tezadıydı işte bu…
Apartmanın kapısı açıktı neyse ki. Zile basamayacak kadar üşüyordu. Bir an önce içeri atmak istedi bedenini. Kocaman bir adım atarak girdi içeri.
Asansör son kattaydı ve bekletiyorlardı. Hafifçe vurdu, asansörün yer yer boyası solmuş kapısına. Kapı da kendisi gibi bitkindi. Yavaş yavaş inmeye başladı asansör. Dayanamayacak gibi idi beklemeye. Yüreği çarpıyor, beyni uyuşuyor, elleri titriyor, uyumak istiyordu.
Açıldı kapısı asansörün. Üst kat komşularının küçük, haylaz oğlu idi inen. Çok severdi. Cana yakın, tatlı dilli bir çocuktu. Her karşılaştıklarında gülümser, elini açar, çikolatasını beklerdi. Bir aydır veremediği için çocuk düz geçip gitmişti.
Hayat da böyleydi demek ki… Beklentileri olduğu ve karşılandığı sürece yakın ve dost olanlar, beklentilerinin artık olamayacağını anladıklarında dev cüsseli de olsan göremiyorlardı. Ya da görmek istemiyorlardı.
Bindi asansöre. Düğmeye bastı çıkacağı kat için. Hafif sallanarak hareket etti asansör. Yere ilişti gözü. Bir dal ıspanak vardı asansörün tabanında. Farkında olmamışlar, tepelemişler, soldurmuşlardı.
Önce elindeki ıspanak poşetine baktı. Sonra yerdeki tek dal, solmuş, ezilmiş ıspanak dalına baktı. Alsa, poşetine koysa kimsecikler görmezdi. Bir lokma daha artardı belki evde pişecek yemek.
Eğildi almak için. Öylece kaldı, kımıldayamadı sanki...
"Ne utanmaz bir adam oldum" dedi içinden. Daha birkaç ay önce arabasına çocukları ile doluşup, su sesi eşliğinde yedikleri yemeklerin bitmediğini, garsonun soğudukça götürüp yerine başka yemekler getirdiğini hatırladı. Hatta masalarına iyi baksın diye verdiği yüklü bahşişleri getirdi gözünün önüne. Çocuklarının mutlu, cıvıl cıvıl sesleri kulaklarında çınladı.
Araba yoktu şimdi. Garsonun masayı bolca donattığı yemekler de yoktu. Buna karşılık, son kalan birkaç kuruşla zorlanarak alınmış, solmuş, asıl yeri çöplük olan ıspanak vardı elindeki poşette. Ve yerde de ezilmiş bir dal ıspanak...
Bir lokma artacağını düşündü yeniden… Almalıydı. Muhtaçtı bu bir dal ıspanağa.
Eğildi yeniden. Yine kaskatı kesildi ve kaldı öylece.
Ya kendisine saygısı ne olacaktı? Bir lokma için ruhunu mu satacaktı? Ama almalıydı. Bir lokma fazla yemek demekti.
Kalmıştı eğik durumda. İç geçirdi… Dünyasına ne de çok benziyordu şu durumu. Bu anki bedeni gibi eğik ve ezikti ruhu. Bu bedene cezayı vermeli, yok etmeliydi.
Ruhu ile bedeni çatışırken, yüreği beyni ile hesaplaşırken farkında olmadan hafif hafif eğiliyordu almak için. Yeniden doğruluyordu almadan. Saniyeler geçiyor, ruhundaki savaş bitmiyordu.
Bir daldı ıspanak... Ezilmiş de olsa fazladan bir lokma idi. Verdi kararını... Değişmeyecekti artık kararı…
Eğildi almak için. İyice eğildi. Uzattı elini asansörün tabanına...
Evinin katına gelmiş, titreyerek ve sallanarak durmuştu asansör. İç kapının açılış sesi duyuldu. Işık dıştan görüldü. Kapı açılmadı...
Ta ki, karşı komşularının çocuğu, aşağı inmek için asansörün kapısını açıp, haykırışıyla apartmanı inlettiği ana kadar açılmadı asansörün kapısı…
Çocuk açtığında kapıyı, deprem halindeki bir bedene bağlı titreyen bir elde, ezilmiş bir dal ıspanak duruyordu...
Bir daldı ıspanak…
YORUMLAR
Bir alacakaranlık kuşağı gibi bilinen veya bilinmeyen günümüzde ki yaşantılar.Sizin kaleme aldığınız öykü gibi...
Aslında öykü de değil gerçek yaşamdan alınan bir kesit.
Binlercesi vardır hatta yüzbin milyonlarcası sembol olarak gösterilen bir dal ıspanak değil bir lokma kuru ekmeğe muhtaç insanlar ama kim biliyor ki ? Herkes biliyor herkes her şeyin farkında güçlü olan ezer geçer güçsüz ise daima ezilir.Baş kaldıracak olursa ASİ olarak adlandırılır ve dışlanır toplum denen yüce kitleden.
Bir kere düşmeye görün düştünüz mü* "bir tekme de siz vuracaksınız" acımayacaksınız düşene acırsanız açınacak hale düşersiniz...duymazmıyız bu tür söylemleri çevremizden...hani sizler iyi durumdayken...Düştünüz ya elde avuçta bir şey kalmadı ya duyduğumuz bu tür söylemler yerine gelecektir.Söz çıkmıştır bir kere ağızdan yardım eli uzatılsa dostana bir şekilde olmaz.Her ne kadar da "komşunuz açken tok yatan bizden değildir" sözünü ağızlarda sakız gibi çiğneselerde...
Ispanak ve saz ekibinin böğk getirtecek günleri görmemiz dileği ile...
Saygılarımla...
Turgay COŞKUN
Selam ve saygılarımla...
"Beklentileri olduğu ve karşılandığı sürece yakın ve dost olanlar, beklentilerinin artık olamayacağını anladıklarında dev cüsseli de olsan göremiyorlardı. Ya da görmek istemiyorlardı."
Bu bir hikaye ya da hayat dersi. Ne denirse densin hayatın ta gerçeği. Varlıkta dünya dost olurken insana, yoklukta kimse yaklaşmaz yanına. Varlıkta küçücük olsa da cüssen, KM lerce ilerişden görülürsün, yoklukta dev gibi olsa da cüssen sinek gibi kalır ezilirsin.
Hüzünlüydü hikaye. Düşündürdü ve sorgulattırdı bizi bize. Kutluyorum kaleminizi ve saygılar yüreğinize
Turgay COŞKUN
Düşünürüm bazen... "Arslan arslanı, karınca karıncayı öldürmezken, birbirinin canına kıyan tek canlı neden insan ki?" derim. Bu soruma cevap bulsam, zaten insanın birbirine ihanet kavramını da çözmüş olurum sanırım...
Güzel yorumunuz için çok çok teşekkürler...
Saygılar...
Turgay COŞKUN
Teşekkürlerimle...
Turgay COŞKUN
Selamlar...
"Beklentileri olduğu ve karşılandığı sürece yakın ve dost olanlar, beklentilerinin artık olamayacağını anladıklarında dev cüsseli de olsan göremiyorlardı. Ya da görmek istemiyorlardı."
"Çocuk açtığında kapıyı, deprem halindeki bir bedene bağlı titreyen bir elde, ezilmiş bir dal ıspanak duruyordu...
Bir daldı ıspanak…"
Yaşantımıza damgasını vuran çelişkileri çarpıcı bir dille anlatan güzel bir yazı.Toplum,ezici çoğunlukla ve ekonomiden öte alanlarda da "...beklentilerinin artık olamayacağını anladıklarında dev cüsseli olsan da göremiyorlardı."
Kutladım yazınızı.Selam ve saygıyla...
Turgay COŞKUN
Selamlarımla...
Bir öğretmenin dramatikleşen yaşamını en çarpıcı şekilde kaleme almışsınız.
Kutlarım dost...Sevgilerimle...
Turgay COŞKUN
Sağlıkla kalın... Selamlar...
harikulade bir dil ve mükemmel bir anlatım vardı,
yeri geldiğinde bir dal ıspanağın bile nelere mal olduğunu gördük,
çok güzeldi doğrusu hüzne boğsada beni,
çok seviniyorum, nesre gelen bu güzel kalemleri gördükçe...
tebrik ederim.
Turgay COŞKUN
Nesir bölümünde güzel kalemler var da, bir duyurusunda sevgili yöneticimizin de dediği gibi, bu bölüm hep "Üvey evlat" olmuş. O nedenle insanlar bu bölümden uzak durmuşlar.
Şiir yazanlar ise haklı olarak, ben de dahil, daha çok sahiplenmişler bence buraya... Bu konuda yönetime büyük iş düşüyor. Çünkü burası "Şiirdefteri" değil, herşeyi kucaklayan "Edebiyatdefteri". :)))
Saygı ve selamlarımla...
bezm-i cihan
biz kucaklarsak o evlat üvey olduğunu hiç anlamaz ki :)))
Turgay COŞKUN
Selamlarımla...
"İyi ki alacakaranlıktı. Aydınlık olsa, uzamış sakallarını, kravatsızlığını gören olsa ne derdi? "Yalancı! Yıllarca bize temiz olun, traş olun, uygar olun, kravat takın diyen yalancısın sen!" diyerek haykırmazlar mıydı öğrencileri?"
____
bir öğretmenin geöim sıkıntısı. ıspanak üzerinden son derece etkili verilmiş. tasvirler yerli yerinde, çok eksiklik yok. ezilmiş ıspanağın simgelediği öğretmenin ezilmiş gururu önemli. yukarıdaki alıntıda da öğretmenlerin genel olarak nasıl bir ikimlemde oldukları gözler önünde. iyi bir şeyler olsun, iyi bir toplum olsun istiyorlar ama fark edilmiyorlar. önemsenmiyorlar.
_____________
"Oysa sahnede gibi hissediyordu kendini. Öğrencilerinin, seyirci koltuklarında hüzünle izlemeye geldikleri tiyatro sahnesinde... Güldürmek istiyordu,
"Anlamasınlar hiç birşey." "
____
yazının en güzel yeri... öykünün diyelim, bir resmin, acıklı ve trajik bir resmin sunumunun... teşekkür ederiz, edebiyatla kalın efendim...
Turgay COŞKUN
Yazdıklarınıza ekleyeceklerim yok. katılıyorum...
Siz de edebiyatla kalın.. Hep...
Selamlarımla...
Yazı beni çok duygulandırdı. İçimi acıttı. Hayatın bir gerçeğini çok güzel, ustaca kaleme almışsınız. Burada Eser hanımın yorumuna katılıyorum. Eğer sevgvi varsa, her zorluk omuz omuza aşılabilir. Birde dostlara sesleniyorum. İyi günde hep yanımızda olan dostlarımız, böyle bir günde fare gibi kaçacak delik arıyorlarsa eğer, zaten dost falan değildirler. Bu yazı bana, düşmez kalkmaz bir tek Allah olduğunu tekrar hatırlattı. İnsan her daim, ne oldum demememli; ne olacağım demeli ve elindeki değerlere her zaman şükretmesini bilmeli.
Tebrikler... Sevgiler...
Turgay COŞKUN
Dostlukla ilgili sözlerinize candan katılıyorum. Eskiden geleneklerimizde olan ve sosyal gururumuz olan"İimece" ve "Salma" gibi tüm özelliklerimizi kaybetmiş sayılırız. Zor duruma düşen bir insana eskiden önce dostları, sonra yakınları ve arkadaşları yardıma koşarlardı. Oysa artık, kendilerine bulaşır sanarak, hastalıktan kaçarcasına, kaçmaktalar.
Bir şiirimde belirtmiştim ya. Sanırım genetik değişti... :)))
Sevgiler...
Yürek dağlayan ve bir o kadarda gerçek insan göz yaşlarına hakim olamıyor okurken. hayatın acı gerçekleri.rabbim maddi ve manevi sıkıntı çeken herkeze yardım etsin . Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Bilen daima şu an’ın hakikatını yaşar.sevgi ve selam şairim.
Turgay COŞKUN
Yazılarımı ve hatta şiirlerimi kendi dünyamdan, çevremden, kendimin ve çevremin yaşadıklarından; yani bizzat tanık oluşlarımdan yazarım. Bu nedenle de gerçek olurlar. Bilirsiniz, gerçekler her zaman ya acıtır ya da güldürür zaten...
Hayat acı olduğu halde yine de severiz insanlar olarak. Bırakamayız... Belki de mücadele azmimiz buradan kaynaklanmakta; kimbilir?
Hayatı, geçmişin zemininde geleceğe planlayıp şu anı yaşarsak, anları boşa harcamazsak, minicik anlara kocaman mutlulukları sığdırmayı hedeflersek, işte o zaman hayata gerçek hayat diyebiliriz...
Sevgiler...
Yoğun bir hüzün düştü içime. Maddi kaybı, evin kadını / annesi, erkeği / babası farklı yaşar. Erkek için, olayın boyutu çok farklıdır. Ezikliktir. Ama gerçek bir aile olunabilmişse, paylaşımdır. Varlığı da, yokluğu da. Eğer omuz omuza vermişse karı-koca, 1 sap ıspanakla ziyafete döner sofra. Eksik kalanı, Sevgi tamamlar.
Saygılar.
Turgay COŞKUN
Her ne kadar artık kadın ve erkeğin birlikte sosyal ve ekonomik yön verdiği bir aile yapısı varsa da, erkek yine de kendisinde bir koruma içgüdüsü hissetmekte sanırım. Bu nedenledir ki maddi ve manevi kayıplarda kadın ruhsal, erkekse hem ruhsal hem de bedensel çöküntü yaşıyor.
Zor bir yazıydı benim için. Umarım güzel yansıtabilmişimdir...
Saygılar...