- 696 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ADI NEYDİ ŞİMDİ BUNUN?!!
Gece kötüydü… Karanlık, fırtınanın en korkuncuna, yağmurun en sağanağıydı eşlik eden… Sıklıkla çakışı aydınlattıkça penceresiyle sınırlı doğayı daha bir ürküyor, daha bir korkuyordu… Ve de yalnızdı, hem de en yalnız… Birisi olsaydı yanında, korkmamdı sanısı daha bir özlem yaratıyordu güvençli birinin varlığına… Korkuyordu, çok korkuyordu o gece ve yalnızlık daha bir artıyordu göğün her gürleyişinde…
Korktu, sıçradı dalmışlığından telefonun sesiyle…
“Geliyorum” dedi, genç adam “Almaya geliyorum seni, ne kadar iyi gider bu havada sıcak bir kahve.” “Şaşırma” dedi genç kadın, “Bu havada, insan burnunun ucunu çıkartmaya korkuyor, çıkılır mı evden, hem de bu saatte?” “Çıkılır” dedi genç adam, “Hem de çok güzel çıkılır, marifet bu havada çıkmakta…”
Çıktılar…
Olamazdı böylesi bir doğal güzellik… Silinmişti o ürkütücü karanlık, göğün gürültüsü bile musiki gibi gelmeye başlamıştı… Fırtına ardıl yönlerlerle estikçe, çamların oradan oraya neredeyse yerlere yatarcasına balerin edasıyla savruluşuna, göz alabildiğine bir duştan olanca gücüyle akan suyu andıran yağmurun raksı da eşlik ediyor, çakan şimşekler, kâh havai fişekleri anımsatıyor, kâh sanki doğa koca makinesiyle bu harikulade görsel şöleni resmetmeye flaş üzerine flaş patlatıyordu. Bu fevkalade raksı kıskanarak onlarla kucaklaşıp raksa katılmak için, hamle üstüne hamle yapıyordu deniz. Ulaşamadıkça hırçınlaşıyor, ulaşamadıkça hırslanıyor, ulaşamadıkça kabardıkça kabarıp daha devasa savuruyordu kollarını karaya.
Nehir sığamıyor kabına, tüm telaşıyla çağlayıp coşarak denizle kucaklaşıp raksa iştirake koşarken, dolunayın altında tüm ışıltısıyla gümüşi hoyratlığının, yatağından atıyor kendini, bir yandan yakınındaki dereyle de kucaklaşmaya çalışırken, hızla, yakın binaların koynuna girmekte de acele ediyordu. Dolunayın etrafında kümelenmiş minik yağmur bulutlarından ise dökülen her bir damlaya ayın şavkı vurdukça, pırlantalar serpiliyordu avuç avuç nehrin taşıdığı gümüş kıvranışlara. Uzağındaki siyah yığınların aralarından yol bulabilen, onlarca pırlanta ışıldayışlı kamçısı fetiş duygularını kabartıyor, daha bir güç katıyordu şavkıyla nehrin kabaran coşkusuna…
Mutlandı, çok mutlandı genç kadın…
Sahile yanaştırdılar iyice arabalarını, dalgaların her bir hücumunda şelaleler, çağlayanlar boşalıyordu sanki içinde bulundukları arabanın üzerinden. Her bir şimşekte yüzleri aydınlanıyordu yürekleriyle birlikte “İşte bu, buydu düşlediğim, hep yaşamayı istediğim buydu” diye açtı camını genç kadın, her patlayışında dalgalar, daha bir ıslanıyor, daha bir savruluyordu saçları ıslak fırtınanın hoyratlığında. “Tüh” dedi erkek, “Fotoğraf makinemi getirmeliydim, savrulan saçlarının arasından çekmeliydim bu harika doğa olayını… Başka bir akşam inşallah… Daha ne çılgınlıklar yaşatacağım sana, ne fırtınalar yaşayacağız, az önce kapattım, ama o müziği bile sevdireceğim sana, bir böylesi başka gecede ise dans edeceğiz seninle dalgaların musikisiyle sırılsıklam, yeter ki bana uy ve ellerimi hiç bırakma…”
Mutluydu genç kadın, hem de çok mutlu…
Şimdi anlamıştı yılbaşından önce seni mutlaka görmeliyim deyişini genç adamın, gel hem yağmur, hem dalgalarla ıslanarak yürüyelim diye inip genç kadının kapısını açmış, inmesine yardım amaçlı tuttuğu elini de bırakmamıştı, yüreği sıcacık oldu genç kadının, buz tutmaya ramak bedeni de elinden yayılan sıcaklıkla hatırlamaya başlamıştı unutmaya ramak kadınlığını.
Düşler kuruyor, düşler kurduruyordu ağzından kapacaklarmış gibi aceleyle peş peşe sıralayarak erkek, genç kadın ise bir düşten diğerine yetişebilmenin telaşı ve büyüsünde içmişten beter sarhoş oluyordu. “Yarın yılbaşı, var mısın” dedi, “Yakın bir yerde, şömine başında, delicesine sarhoş olmaya, ben hiç zil zurna sarhoş olmadım, hep kontrolü elimde tutmak adına yarıda kestim o keyfi, özür dileyerek söylemek istiyorum ki, kusmak istiyorum hatta delicesine sarhoşluk sonunda, merak ediyorum o duyguyu… Ne dersin?..”
Ardından da,“Hadi üşüdük” dedi omzuna koyarken elini, “Bu kadar çılgınlık yeter bu akşamlık, hasta olacağız, daha pek çok çılgınlık yaşamak istiyorum seninle, çünkü paylaşmak için beklediğim sendin, gel bir yerde oturup bir kahve içip ısınalım.” “Çok ıslandık” diye yanıtladı genç kadın, hasta olacağız.” “O halde bana gidelim dedi genç adam, sana kendi ellerimle kahve yapayım.” “Benim evim daha yakın” dedi genç kadın, başka zaman yaparsın sen, üstümü değişmeliyim, kahveyi de ben yapayım sana.”
Uygun bir şeyler verdi genç adama, o içeride üzerini değiştirirken kahveleri yaptı genç kadın…
Ertesi sabahın güneşini yıllardır duyumsamadığı mutlulukla selamladı genç kadın, umutlu ve mutluydu…
Hazırlandı akşamına yılbaşı kutlamasının…
Yoktu, ne bir haber, ne de hadi…
Merak etti, aradı, hasta mıydı yoksa?! Kendisi de hafif ateşli ve kırılıyordu tüm bedeni, üşümüşlerdi epeyce dün akşam. Ama hastalık düşünecek durumda değildi şimdi, aradı, inşallah hasta değildir diye dua ederek içinden, olsun öyleyse bile, gitmeyiveririz, sıcak bir çorba yaparım, ikimize de iyi gelir, başka akşam kutlarız onun düşlediğince, çok şart da değil diye düşünerek bir yandan da.
Erkek: Bir daha aramayacaktım seni, madem aradın söyleyeyim, istemiyorum, bitti, o bir gecelik rüyaydı, gördük ve bitti… Kendine iyi bak, hoşça kal dedi.
Ve bitti!..
YORUMLAR
İlginç bir öykü. Fırtınalar içinde bir duygu fırtınası anlatılmış. O fırtınada ben sevgi hissedememiştim kadın ve erkek arasında. Sanki kadın yalnızlıktan kurtulduğu için adama minnet duyuyordu, adamsa, bana göre önceden beridir çağrılarına kulak tıkayan kadını büyülemeye çabalıyordu.
Belki yazarımız özde başka belirtmiştir. Ama benim hissettiğim bu.
Sonucu böyle beklemiyordum doğrusu. Alıştıra alıştıra bitirmesini bekliyordum bir tarafın.
Belki de geçmişteki bir kinin uzantısı idi bu ilişki...
Yazının güzel tarafı da bu işte. Çok soru cevap bırakıp beyinde düşündürtüyor kendini..
Selamlar...