- 689 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
iptal kapatılmıştır
Ay ışığı zorluyor sığındığım gecenin sabrını
En ölümcül intiharların huzuruna musallatım şimdi
Yaka paça tutup kaldırıyorum derin uykularından, korkusuzca
Sokak lambaları artık beni tanımıyorlar
Okuduğum bir kitapta anlatılan, eski bir yaz gününü özlemliyorum
Dingin ve güneşin toprak yolları zayıf yerlerinden kurutup ikiye ayırdığı
Tek tük geçen araçların kaldırdığı tozların uzun süre havada asılı kaldığı
Özlemlenebilecek en güzel yazı özlemliyorum...
Ani bir kararın etkisi, yazdığım eski şiirlere bir bir uğramam için tetkiklese de bedenimi
Ayaklarım korkak bir çocuk gibi her seferinde geri geri giderdi
Onca zaman sonra! Büyük bir kumar olabalirdi
Hepsinin damarlarında kör bir jilet yürümüş
Hepsini kılıçtan geçirilmiş bir ordu gibi kan revan içinde can çekişirken bulabilirdim
Açık renkli bir kan bürümüş olabilirdi, o güvercin kanadı bembeyaz yaprakları
Şiirlerimle beraber, döneceğim gün için orada bıraktığım, adımlarım da kaybolmuş olabilirdi
Hafızamı zorlasam da, hatırlayamazdım artık
En son ne zaman ciğerlerimi zorlayarak koştuğumu
Çünkü bilinçaltımın mezarlığı haddinden fazla dolup taşmıştı
Bir pazaryerinin çıkışı bulunamayacak en hengâme anı kadar kalabalıktı...
İtalyan yapımı eski bir silah, hızlı hızlı nefeslenirken şakağımda
ölümün elleri suya değerdi
Kimse bilmezdi ölümün elleri olduğunu
Yüksek ökçeli kırmızı pabuçlar giydiğini
Sisli bir akşamın gizeminden, bütün duyguları aynı anda yansıtarak bakan
simsiyah çelişkili gözleri, nasıl da tekinsizdi, benden başka kimse görmezdi
Gördüğüm, sanki! Mesleğinde muazzam kabiliyetli bir fahişenin gözleriydi…
İtalyan yapımı eski bir silah hızlı hızlı nefeslenirken şakağımda
Ölümün elleri durgun bir suya değerdi
Benim gözbebeklerim büyür, avuçlarım sırılsıklam terlerdi…
Bir lodosun, sizin kapı eşiğinize, hiç emanet bıraktığı oldu mu yeni pabuçlarını?
Ya da camlarınızı tıklayan kuşlarla, uzun uzun sohbetlere en son ne zaman daldınız?
‘’Vay be’’ nasıl da geçmiş zaman, hiç anlayamadım dediğiniz oldu mu arkalarından gittiklerinde?
Hiç sıkılıp, gölgenize sövüp saydığınız oldu mu peki?
Yeter artık düş yakamadan bırak peşimi diye!
Ben kendi sesimi kaybettim, kendime çok kızdığım bir gece, kendime söverken
Bildiğim en yüksek uçurumun kıyısına sürüyerek götürdüm ruhumu, kimse görmedi
İtekledim, çığlıkları hala kulaklarımda yankılanır, vebali ellerime kaldı…
Gözleri kördü yalnızlığın, görenler görmüştür, uykusu kaçık
Huzursuz bir nöbetçi asker gibi dolaşıp dururdu her gece sınırlarımda
Yazdığım her şiire, bir yerden bir çatlak bulup, mutlaka sızardı
Ve İtalyan yapımı eski bir silah gibi, sinirli sinirli soluk alıp verirdi şakağımda
o kırık dökük haliyle, içinde eski bir gangsterin kullanma gereksinimi duymayıp bıraktığı
son mermiye güvenirdi bilirdim.
Patlayacağından korkardım, her seferinde taş kesilip hiç kıpırdamazdım ölü numarası yapardım
Bereket nabzı düşer, sakinleşip geri döneceğini ima eden ters bakışlar atarak giderdi
İşte ölümün elleri, her seferinde böyle suya değerdi
Benim gözbebeklerim büyür, avuçlarım korkudan sırılsıklam terlerdi…
Mehmet Akif Çetinkaya