- 1193 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Anne Yüreği (43)
“Yapma abla, sakın gitme oraya. O adamın adını birkaç kişiden duydum. Duyduklarım hiç iyi şeyler değildi. Çalıştığım evin hanımı, kocasını eve muska yaptırarak bağlayabileceğini düşündüğü için, o ismini söylediğin hocaya gitmiş. Adam, bir sürü parasını aldığı gibi, bir de tacizde bulunmuş. Yanındaki arkadaşı olmasaymış tecavüz bile gerçekleşecekmiş. İlknur Hanım bunu anlatırken, o günü tekrar tekrar yaşıyordu. “Eşimin haberi olursa beni boşar” diye de korkuyordu. Doğru olduğundan eminim. Çünkü köylerde de bu tür din sömürücülerin, birçok kadına ve kıza tecavüz ettiğini duymuştum çocukluğumda. Kimse ye de anlatamamışlardı, tıpkı İlknur hanım gibi, utandığı için.”
“Gerçekten mi diyorsun Ayşe?”
“İlknur hanımın bu konuda yalan söyleyeceğini düşünemiyorum. Arkadaşı ile birlikte konuşurken duydum. Onlar duyduğumu anlayınca, bana da anlattılar, uyarmak için. Ona da gerek yoktu aslında. Çünkü hiçbir zaman bu insanlara inanmadım. Geri dön abla, gitme”
“Ben de, senden bana eşlik eder misin diyecektim?”
“Ben gelmem, senin gitmeni de istemiyorum. Lütfen beni dinle. Off..! Zil çaldı, çocuklar okuldan çıktı, yine geç kaldım. Neyse yarın uğrarım. Gir koluma ablacığım eve gidiyoruz”
Hayriye Hanım, Ayşe’nin anlattıkları karşısında geri dönmüştü. İkisi birlikte mahallenin girişinde çocukları ile karşılaşmışlar, hep birlikte eve gelmişlerdi. Hayriye Hanım, Ayşe’den ayrılırken;
“Aman kızım, muhtar abin bu gün ki olayı duymasın. Valla kalbi durur adamın”
“Benden duymaz, merak etme abla. İyi akşamlar, görüşürüz”
Ayşe evine girmiş, ilk işi sobasını tutuşturmak olmuştu. Çocuklar okul kıyafetlerini çıkartmış, sobanın başına ısınmak için gelmişlerdi bile. Sıla yemek hazırlamak için annesine yardım etmek için mutfağa geçtiğinde;
“Sen git kızım, ben hazırlarım”
Diyerek Sıla’yı kardeşlerinin yanına göndermişti. Sıcak bir çorba yapıp, akşamdan kalan yemeklerini, büyük bir sininin üstüne koyup, sobanın yanına yer sofrası hazırladı.
“Anlatın bakalım, neler yaptınız bu gün okulda? Dersleriniz nasıl? Sorun yok değil mi çocuklar?
“Derslerimizde sorun yok anne. Sen okula gelecektin, işini bitirmediğin için gelemedin galiba?”
“Geliyordum ama yarı yoldan geri döndüm, Hayriye teyzen ile karşılaşınca”
Çocukları ile sohbeti uzun sürmüş, sıcak sobanın yanında hepsi de mayışmıştı. Ayşe, bulaşıklarını yıkayıp, çocukların yanına gelmiş, onlar derslerini çalışırken, kendisi de, Meltem öğretmenin göndermiş olduğu çalışma kitabını açmıştı. Gece, saat yirmi ikide, çocuklar yataklarına yatmışlar, Ayşe ise hâlâ elindeki kitaplardan başını kaldıramamıştı. Gecenin sessizliğini, evin duvarlarına, rüzgârda sallanan kuru ağaç dalları bozuyordu. Bu gün kar soğuğu vardı dışarıda. Ayaz, gece evin ısınmasına mani olduğu için, durmadan odun atmak zorunda kalmıştı sobaya.
“Elimde biraz para var. Kömür sobası alıp, biraz da kömür mü alsam acaba. Bu yıl çok soğuk olacak galiba, Odun da yetişmiyor, yanıp gidiyor” diye düşünerek, sobaya odun atmış ve yerine oturmuştu. Elindeki çalışma kitabına döndü ama okuduğunu anlayamıyordu. Bu gün Hayriye hanımın hocaya gitmek isteyişi takılmıştı aklına.
“Hayriye abla gibi biri bile, çaresiz kalınca, hocalardan medet umacak duruma düşebiliyor demek ki, tıpkı amcam gibi. Şimdi amcamı daha iyi anlıyorum. O cahildi. Çevresinde akıllı görünen birine inanmış olması doğalmış.” Diyerek düşüncelere dalmıştı.
Annesinin ve köy halkının anlattığı ama Ayşe’nin bire bir şahit olmadığı olayı, hayal meyal hatırlıyordu. Amcasının eşi Mürvet Hanım, aniden hastalanmış, yataklara düşmüş, rüyalarında kâbuslar görür olmuştu. Aynı evde, üç aile birlikte kalıyordu. Çocuklar toplu halde bir odayı paylaşmak zorunda bırakılmışlardı, kalabalık dolayısıyla. Yengesi, rahatsızlandığı için, Çiçek hanımdan başka hiç kimse yanına yaklaşmıyordu.
Çiçek Hanım, kaynına her defasında eşini doktora götürmesini söylüyor, “ bir şeyi yok, yalandan yapıyor” diyor, inanmıyordu kaynı. Mürvet Hanım gün geçtikçe sararıp solmaya başladı. O zaman köyün çok bilmiş kadınlarından Zehra Hanım, evlerini ziyarete gelmiş, “Bu kızı cinler basmış, biraz daha bekletirseniz çarpılır. Şu karşı köyde bir hoca var, nefesi de kuvvetli. Ona gidip okutun bu gelini, yoksa delirir” demişti.
Amcası, kadını dinledikten sonra, eşini o hocaya götürmeye karar vermişti. Annesi, bütün gücü ile karşı çıkmış, hocaya değil, doktora gitmesi gerektiğini söylemiş, lâkin kaynına sözünü geçirememişti. Çiçek hanıma “ sen bizimle geleceksin” demiş, karısını da alıp, hocaya gitmişlerdi. Bir saatlik uzaklıktaydı gidecekleri köy. Akşam olmuş, hava kararmış ama üçü de eve geri dönmemişlerdi.. Ayşe’nin babası “Nerde kaldı bunlar? İki adımlık yer, bu saate kalmamaları gerek” diye endişe etmiş, fakat gereğini de yapmamıştı.
Saatler ilerledikçe endişeleri artmış, hocanın olduğu köye, birkaç kişiyi de yanına alarak gitmeye karar vermişlerdi. Kalabalık, henüz, kapıdan çıkmıştı ki, araba sesi ile oldukları yerde kalmışlar, arabanın kendilerine yaklaşmasını beklemişlerdi. Eve yaklaşan arabanın, jandarmanın arabası olduğunu görmüşler, şaşkınlıkları biraz daha artmıştı. Araba, Ayşe’lerin evinin önünde durmuş, kapılar açılmış, ilk inen jandarma komutanı olmuş, ardından amcası ve annesi inmişti. Yengesi yoktu yanlarında. Arabanın sesini duyan merak etmiş, evin önüne gelmişlerdi.
“Hayırdır komutanım, bunların, sizinle ne işi var?”
“Eşiniz ve ağabeyiniz her şeyi anlatır Mahmut Efendi” diyerek annesine dönmüş “ Sağ ol Çiçek hanım, sizin gibi yiğit, dikkatli ve her şeyi tahlil eden kadınlarımız olduğu sürece, bizi hiçbir şarlatan kandıramayacak ve hep gereken cezayı alabileceklerdir. Her şey için teşekkür ederim. Sayenizde o şarlatanı, suçüstü yakalayabildik.”
Diyerek, annesinin elini öpmüştü komutan. Amcasının yüzü yerde idi ve kimsenin yüzüne bakmıyordu. Merak içinde olan köy halkı, ne olup bittiğini öğrenmek için eve doluşmuş, jandarma köyden ayrılmıştı.
“Ne oldu Çiçek, anlatsana?”
“Ağabeyine sorsana, bana soracağına? O anlatsın size ne olduğunu? Anlatsana abi? Utanıyorsun değil mi?”
“Ya kadın, deli etme beni, anlat neler oldu?”
“Buradan üçümüz çıktık, hoca efendinin evine vardık. Bizden önce iki kadını daha hocaya götürmüşler. Biz gittik, o iki kadın dua ede ede çıktı evden. Neyse, bizi aldı içeri, yanındaki yanaşması. Üçümüz girdik, ben odayı tahlil etmeye çalışıyorum. Odanın karanlık olması ürküttü beni. Bizi kaba sesli birisi “ gel” diye çağırdı. İleriye kadar gittiğimizde, karşımızda uzun, beyaz sakalı, elinde tespihi, başında fesi, üstünde kirden rengi bile belli olmayan cüppesi, önünde bir sehpa, onun üstünde bir kitap, kitabın yanlarında su bardakları, içinde ne olduğunu bilmediğimiz şişeler, sehpanın etrafında yanan mumlar, oturmak için konmuş yer yatakları bulunan bir odaydı. Bize “oturun” dedi. Üçümüzde oturduk. Bir şeyler söyledi, ben anlamadım. “Hoca efendi, ben anlamadım, tekrar eder misiniz?” dedim. Ama o beni duymuyor. İkinci defa aynı soruyu sordum. “ Sus hanım sus, şimdi cinlerimi kaçırıcan” diye azarladı. Abim bana sinirli sinirli baktı. Tabi sustum. Biraz daha oturduktan sonra bize “ siz ikiniz dışarı çıkın, benim kızımla yalnız kalmam gerek. Onun cinlerini ancak yalnızken çıkarabilirim içinden” dedi. Ben “olmaz, biz de burada kalacağız” dedim. Hoca öyle bir azarladı ki beni, abim kolumdan tutup çıkarttı dışarı. Başka bir odada beklemeye başladık. Beklediğimiz odanın duvarında saat vardı. Saate baktım, yarım saat olmuştu ama bize seslenen yoktu. Abim dışarı çıktı, sigara içmek için. Yalnız kalmıştım odada. Yanaşma da yoktu yanımda. İçime bir kurt düştü. Hocanın kapısına kadar gelip, kapının anahtar deliğinden içeri baktım. Gördüklerim karşısında şok olmuştum. Eve giderken, yol kenarında karakolu görmüştüm. Bir yere giderken etrafa bakmak âdetimdir. Kaybolursam yolumu bulayım diye dikkat ederim hep. Neyse, odaya girsem olmaz, o adamdan her şey beklenir. Kapıdan dışarı çıktım, ağabeyimi arıyordum ama yoktu. O an eve yakın olan karakol aklıma geldi. Koşarak oraya gittim. Jandarma beni görünce hemen içeri aldı. “komutanım, komutanım hoca efendinin evine gitmemiz gerek” diye bağırarak söyledim. Jandarma ne olduğunu bile sormadan hemen geldi benimle ve eve baskın yaptı. Odaya girdiğimizde, gördüklerimin doğru olduğu meydandaydı”
“Ne vardı odada, onu anlatsana Çiçek?”
Devam Edecek
YORUMLAR
Hikaye tüm akıcılığı ile devam ediyor. Toplumsal konulara çok güzel parmak basıyorsun. Ayşe ile sen tam bir bir bütün oldunuz. Ben her gün, bu gün ne okuyacağım, nasıl bir ders alacağım, hangi konuda uyanık davranmam söylenecek diye merakla geliyorum.
Murtlu yıllar diliyorum canım. Öpüyorum seni.
Öykünüzün devamını okuyup bir değerlendirme yapmak daha doğru gibi görünüyor. Okuduklarımdan edindiğim izlenim gayet somut bir ifade tarzını yeğlediğinizdir. Bu somut ifade diyaloglarla çok güzel bir biçimde akıyor. Fakat sizin betimlemelere girdiğiniz bölümlerde kafamızda beliren tamamen sizin ifadeleriniz oluyor. Yani okuyucu faal bir konuma geçemiyor. En azından ben böyle hissettim. Bu yorumum öykünüzün devamı geldiğinde daha sağlıklı olacağı kanısındayım.
Saygılarımla...