Hayat acımasız!
Belgeseller izliyoruz. Doğadaki canlılar, yaşamlarını sürdürebilmek için birbirlerini acımasızca yok ediyorlar. İguanalar, kaplumbağaları ve kendisinden küçük böcekleri yiyerek besleniyorlar. Kaplanlar, leoparlar, iguanalarla besleniyorlar. Aslanlar, sürü halindeki geyiklere, karacalara, bufalolara saldırıp geçimlerini sağlıyorlar; yediklerinden arta kalanlara da çakallar üşüşüyor. Bu doğanın yasası diyoruz. Çekirge sineği; küçük kuşlar çekirgeyi, atmacalar, şahinler, doğanlar da küçük kuşları yok ediyorlar. Kısacası en klasik deyimle “büyük balık, küçük balığı yutuyor”.
Ama bunlar hayvan.
Bunları örnek alarak insan da ticarette, siyasette, sosyal yaşamda aynısını uyguluyor “büyük balık, küçük balığı yutar” mantığıyla. İnsanlar, insanları; kurumlar, kurumları; devletler, devletleri yutuyor.
Oysa biz insanız. “Hayvanların yaptığını yaptığımızda onlardan ne farkımız var” diye düşünemiyoruz… Düşünemiyoruz, çünkü hayat acımasız.
Bir semtte bakkallar var. Biraz daha büyük sermayeli market o semte gidiyor, bakkalı yok ediyor. Ondan daha büyük sermayeli bir süper market açılıyor, kendisinden küçüğü yutuyor. Daha büyük hiper marketler de onları… Devasa alışveriş merkezleri kuruluyor; hepsini yutuyor.
Yutulanlar ya da yutulma tehlikesiyle karşı karşıya olanlar, can havliyle başka semtlere, kendisinden daha güçsüzlerin olduğu bölgelere kayarak, kendisinden küçükleri yutup ayakta kalmaya çalışıyor. Bir süre daha ayakta kalabiliyor ama, gün geliyor yine başka bir büyüğün oraya gelip kendisini yutmasına engel olamıyor.
Büyük bir kentte, çok uluslu alışveriş merkezleriyle rekabet edemeyen orta ölçekli bir market, bu yöntemle küçük bir kente kaydığında aynen şöyle diyor: “Biz orada yerli bir arabaydık. Oradaki Mersedeslerle baş edemedik. Şimdi küçük kente geldik; biz Mersedes olduk, buradakiler yerli araba…”
Ve hatta öyle işliyor ki çark; yerli arabaların içinde, daha kaliteli olanlar da kendilerinden daha zayıf yerli arabaları yok ederek yabancı marka otomobil firmalarının ekmeğine yağ sürüyor ve dişlilerin çalışmasını sağlıyor.
Bu, ticaretin her dalında da geçerli, yaşamın her alanında da… Hatta çoğu zaman öyle oluyor ki; kendi ayaklarınızın üzerinde duracağınız kadar bir sermayeyle ticaret yapmaya çalıştığınızda dahi, yaşamın acımasızlığı yine karşınıza çıkıyor. Büyümek ve piyasaya egemen olmaya çalışan güçler; sizin mal aldığınız yolları tıkayarak, mal temininizi engelleyerek, yeterli sermayenize karşın, gayri ahlakî taktiklerle ipinizi çekiyor.
Tıpkı doğadaki diğer canlıların, birbirlerini yok etme taktikleri gibi.
Oysa biz insanız. Nasıl olur da onlar gibi davranır, onlar gibi acımasızca diğer insanları yok edebiliriz? Ediyoruz işte. İnsanlar insanları, kurumlar kurumları, devletler devletleri aynı mantıkla yok ediyor.
Sonra çıkıp, sanki bir tiyatro oynar gibi, insanlıktan, sevgiden, barıştan, kardeşçe yaşamaktan söz ederiz.
Arkadaşlık, dostluk diyoruz: Güldürmeyin insanı.
Yurttaşlık diyoruz:Özünü hiç kavrayamadan.
Vefa diyoruz: O, sadece İstanbul’da bir semt adı.
Hatır, gönül diyoruz: Geçiniz.
Dürüstlük, dayanışma diyoruz: Gereğini yapsak bu vahşilikleri yaşar mıyız?
Yazıklar olsun…
Bin kere yazıklar olsun bu acımasızlığa…