YILBAŞI.. DERKEN!
Senden ve benden farklı çizgide entelektüel bir kişi ama, maneviyattan haberi yok..
Gördüğü ilgi ve itibarın büyüttüğü dünyevî ihtirasla insanî münasebetlerine yerleştirdiği maddeye bağlı çağdaşlık temposunun mekiği..
Pazarı geniş..
Pazarlayıcısı bol..
İşte böylesi tiplerin vasıtasıyla her şeyi menfaat plânına maledeli ‘Avrupa’nın hayran kaldığı millet’ vasfımızı kaybettik. Zorladığımız Küfür kapılarında verdiğimiz tavizler, elde ettiğimizi zannettiğimiz görüş ve düşünceler, esasında bizi sinsi bir Salib istilâsına ve de Avrupa’ya hayran durumuna getirdi.
Şimdi iç hâlimizdeki bizim ecdadımıza bir bakalım; Âlemi post üzeri.. Rehberi rahlesindeki Kur’an-ı Azimüşşan.. Diz üstü sabahladığı gecelerde vaktini Allah (CC)’ın hidayet ve hikmetine harcayan kişi.. Eğri ile doğru arasındaki çizgide vicdanî ölçüsü var.. Hakk’ı tanıyor, haksızlığın idrakinde.. O ki âmil ve kâmil.. Buna rağmen ihtiyacını hissettiği Şeyh Edebali’si var ki, ayakları hep yere basıyor. İnanç bütünlüğüyle iç içe dirayet ve iktidarının temelinde bu tevazunun payı oldukça büyük. Dinî vecibelerini yerine getirmesi, örfüne, ananesine sadakatı; mevcut çağlara adalette üstün, hakta güçlü bir çağ açmaya ve O’nu mümessil kılmaya karanlıklar ardından hak getiriyor. Ki O’nu tanıyanlarda hayranlık uyanmasın. Ondaki adab-ı muaşereti Salib’ler hayret içinde izlemesinler..
Avrupa’nın hayranlığını kazanan Osmanlı’nın temelinde işte bu ifadelerin gerçek sahibinin el ve gönül emekleri vardır.
Aynı asır içinde Mevlâna Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Ahi Evran, Hacı Bektaşî Veli ve Taptuk Emre Allah aşkıyla, toplumların güzel ahlâkı yaşamalarının önderleridirler. Takib eden asırlar içinde Fatihler, Yavuzlar, Kanuniler Hakk’a râm ve millete hükümdardırlar. Gene aynı Avrupa, aynı milletin hayranıdır.
Bugüne dönelim; Ecdad mirasından harcanan mevzuubahisteki bir entelektüel tabaka, kendi değerlerini tepe tepe özünden kopma ve Avrupa’nın rezalet hükmüne ayak uydurma dalkavukluğundadır.
Dikkat ediniz, birkaç gün sonra dinî bayramlarda dahi bu hassasiyeti göstermeyen ve adeta bayram kelimesini telâffuzdan imtina eden şaklaban bir cemiyet; ticaret erbablarının rafında sarhoşluk veren meşrubat ile pinokyoluğunu süsleyecek mefruşatı aramaya koyulacaktır. Avrupaî bir Noel pazarı ihtimamla açılacak, vücutta şehevi duyguları kamçılayan giyimler, gözlerde şehvetin müsebbiblerini saklayacak kör gözlükleri yerini alacaktır. Balolarla, Avrupa denilen ülkelere ve bu rezil hayatın esas muhafızlarına emirerlik vazifesi yerine getirilecektir.
Televizyonlarda bilgisi en sığ, imanı en zayıf ama şıklığı ve rüküşlüğüyle ‘Maşallahı var’lar Yılbaşı ifadesini vasıta kılarak Noel geleneğini, bu aziz milletin önüne adeta bir yoksul sofrası gibi sürecek ve beyinsiz kafaları bir daha bulandıracaklardır.
Halbuki, İslâm ahlâkında böylesine rezil bir hayatın hiç yeri bulunmamaktadır. Bu ekmel din asla batıl inançları kabul etmez.
Komşu tok ise, aç komşusuna bakmasını emrettiği gibi, kötü komşuyu düzeltmeyi de iyi komşuya vazife verir.. Ki bu vazifenin de en baştaki yetki makamları Devlet-i Âli’nin idarecileridir.
Ama, tam bir asırdır, Avrupa’nın buhranını kendisine maledip ona felâh gibi sahib olanlar ile yıl yıl büyüyen edebsiz bir hayat var. Ne yazık ki bu hayatın içinde yer alanlar da kendini İslâm’dan sayan, lâkin gönlü Salib hastalığındaki bir güruh ki, bunlar ancak ve ancak kendi azınlıklarında büyüdükçe büyümekteler.
..Ve onlarla birlikte, bu çirkin hâllere övgüler yağdıran Batıcı ağızlarda diller gitgide uzamakta ve şerri bal teknesinde yoğurmaktalar.
Peki, ya öteki asil âlemde ne gibi bir hâl var?.
Raflarında Kur’an-ı Azimüşşan.. Kalblerinde Allah’a hamd ve şükür..
Bu itibarla da odalarına Şeytan’ların girmesi mümkün değil.. Tıpkı Asr-ı Saadet vaktinde, tıpkı Osman Gazi’nin o günkü hâli itibariyle kendisine kayınpeder olacak Şeyh Edebalî’ye misafirliğinde.. Ve sonra tıpkı Fatihlerin inanç, itikad ve izzet-i nefs hikmetinde olduğu gibi, Şeytan’sız bir âlem..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.