yahya efendi duamda
YAHYA EFENDİ DE DUAMDA
Yürümek istiyorum. Sessiz sedasız… Ama içimde fırtınalar kopuyor bu esnada, kim bilir belki de bu yüzden sessizce yürümek istiyorum. İçimde ki fırtınalar benim sağa sola çarpmama, yara bere içerisinde kalmama yetiyor birde çevreden gelen seslere ayak uydurmak zorunda kalmak istemiyorum.
Hava yağışlı, hafif hafif damlatıyor üzerime yaşlarını bulutlar. Serinletiyor ama temizleyemiyor. Yavaş yavaş yürüyorum, Yahya efendiden Beşiktaş sahiline doğru, yağan yağmurun altında. Eller açılıp duaların edildiği, medet dilemek için aracı kılınan bir ‘huzur evi’ den ayrılıp karmaşanın, çelişkinin, menfaatlerin ve maddiyatın dünyasına doğru yürüyorum. Az önce az da olsa içimde kırıntıları olan huzur, şimdi yerini kasvete bıraktı. Yahya efendiden uzaklaştıkça da daha vahim bir durum içerisine giriyordu ruhum. Sıkılıyor, daralıyor ve gitgide büyüyordu içimde ki fırtınalar. Bir mezar bu kadar huzur verebilir miydi insana? Ya da bu altüstü sadece bir mezar mıydı acaba? Sorular birbiri ardına sürükledi beni sahile. Yağmur bırakıp gitmişti beni, Beşiktaşa gelene kadar, tıpkı içimdeki o bir anlık huzur gibi. Kasvet tüm ruhumu esir almış kırbaçlıyordu adeta, ben boğazın sularına bakıp içinde kaybolurken. Karanlık, soğuk ve ürkütücüydü bu akşam boğaz. Yanında olmak, onu seyretmek eskisi gibi huzur vermiyordu artık. O da hırçındı bugün, huysuzdu belki de o da benim gibi huzursuzdu. Şimdi beraberdik ama ne o beni dinginleştirebiliyordu ne de ben onu sakinleştirebiliyordum. İkimizde, sessizce birbirimizi seyrediyorduk.
Akşam, tüm istanbula çökmüştü iyiden iyiye. Her yer kararmıştı. Buna rağmen, yine her yer canlı, yine her yer hareketliydi ve sanki koca şehirde bir ben bir de boğaz ıssızdı, yalnızdı, kasvetliydi. Üstünde tepinen onca topuğa rağmen nasıl bu kadar sakin olabiliyordu gerçekten aklım almıyordu. İçimde kopan fırtınalar sürüklemişti beni buralara isyan edercesine ama o hala sakince duruyordu yerinde. Fırtına öncesi sessizlik bumuydu acaba? Yanımdan yöremden onlarca insan geçiyordu. Kimi sinirli, kimi heyecanlı, kimi âşık, kimi bilmem ne bela… Hiç kimse benim gibi değildi. Ben tektim ya da öyle sanıyordum. Hava iyice soğumaya başlamıştı yoksa içimdeki sıkıntının kopardığı fırtınalar mı beni üşütüyordu?
Sahilde yürümeye başladım. Ne yazık ki hala içimde ki o bir anlık huzuru arıyordum. Yahya Efendi türbesinde, ellerimi semaya doğru kaldırıp gözümde yaşlarla öylece kalakaldığım andaki iç huzurumu arıyorum. Biliyorum bulamayacağım. Böyle aylak aylak dolaşarak bulamayacağım. Kafamdaki bu med-cezir ve ayaklarımda ki bu derman ile ortaköye kadar gelmiştim. Şimdi yeni bir sahildeydim. Ne fayda ki aynı kalabalık, aynı coşku… Bende aynı içburukluk ve aynı hezeyan… her şeye rağmen yanı başımda yine bir ‘huzur evi’ mi? Aniden etrafımdaki seslere sağır oluyor kulaklarım. Çınlıyor. Beynimi yırtarcasına çınlıyor. Gözlerim kapanıyor-açılıyor. Her şey dönüyor, önce insanlar sonra deniz ve şimdide ben dönüyorum. Ve aniden kesiliyor. Şimdi, çınlamıyor kulaklarım, yırtılmıyor beynim ve dönmüyor hiçbir şey. Efsuni bir ses çarpıyor kulaklarıma önce saatime bakıyorum bu sesi duyunca nedenini bilemediğim bir şekilde. Saat;22.25. bir yaz akşamı… Tekrar bu lahuti sesteyim. Allahuekber diye başlayan devam eden o seste… Heyecanlanıyorum. Bu heyecan, huzuru tetikliyor ve içimde huzur ile kasvetin savaşı başlıyor. Ayaklarım sese doğru gittikçe kasvet eriyor, huzur galebe çalıyor ve ruhum bu savaştan galip ayrılıyor.
Ortaköy’deyim. Camide… Tıpkı Yahya Efendi de olduğum gibi ellerim semada, yaşlar gözümde… Bir fark var bu kez. Bu kez doğru kişiden istediğimi biliyorum. Çünkü Yahya Efendi de dualarımda…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.