TANIMADIĞINA GÜVENME
Avukat Gül Hanım, beş sene evvel açtığı yazıhanesinde, huzur ve başarıyla mesleğini icra etmekteydi. Fidan gibi endamıyla hanın kapısında belirdiğinde, herkesin dikkatini üzerine çekerdi. Koyu siyah saçları, lacivert ışıltılarla yer yer parıldar; buğday tenine, dalgalanarak hoş bir edayla dökülürdü. O, neşeli bakışlarıyla etrafına canlılık saçar, her zaman gülen yüzü, hayatla barışık tavrını, sıcak ve mutlulukla ortaya koyardı. Gül Hanım, onu tanıyanların sevgisini ve hayranlığını kazanmıştı. İyilik dolu ve yardımseverdi. Bu yönünü, hem annesinden hem de babasından almıştı. Ailesine ait olan dört katlı tarihi bir evin üçüncü katında, anne ve babasının dairesinin hemen altında, sevgi dolu yuvasını henüz kurmuştu. Çok sevdiği eşiyle dünyasını birleştireli, ancak birkaç ay olmuştu. Bir doksan beşe varan boyuyla yakışıklı kocası, kapılardan sığmazdı. Sıcak ve şefkat dolu nazik ve duyarlı halleri, kişiliğinin belirgin özelliklerindendi.
Genç çiftin oturdukları evin alt katında, birkaç çocuklu doğulu bir aile, evin gündelik dışarı işlerini ve temizliğini çıkıştırmak üzere yerleştirilmişti. Bu aile, on yedi yaşına gelmiş kızlarını, genç avukatın yanına verip, hayatı biraz öğrenmesini ve biraz da eve, ekmek parası getirmesini istemişler, sık sık Gül Hanım’a onu yazıhanesine alması için yalvarmışlardı. Avukat Gül Hanım, önceleri onları geri çevirse de, uzun süren ısrarlara dayanamayıp genç kızı, bir süreliğine denemek üzere işe almıştı. Ona, sürekli bir şeyler öğretmeye gayret gösteriyor, yetişmesine katkıda bulunmak istiyordu.
Sevim’in yeşil gözleri, iri ve çekik; sarı saçları uzun, parlak ve düz; boylu boslu, incecik, çok alımlı ve güzel bir genç kızdı. Yazıhaneden bir iş için çıktığında, herkes peşinden bakar, gözlerini, bir süre ondan ayıramazlardı. Babası onu, on altı yaşında imam nikâhıyla başlık parası karşılığı, doğuda yaşlı bir zengine vermişti. Kızcağız, babası yaşındaki bu adama hiç ısınamamış; yanından ne yapıp yapıp kaçarak:
—Beni ona tekrar yollarsanız hiç düşünmeden canıma kıyarım!
Diyerek, ağlaya ağlaya geri dönmüş ve ailesine sığınmıştı. Sevim, geri dönmesi için aylarca babasından dayak yemiş; annesi, her defasında yalvar yakar, babasıyla kızının arasına girerek onları ayırma pahasına tartaklanmış, tokat yemiş ama yine de kendini kızına siper etmekten geri kalmamıştı. Çekişmelerle geçen kavgalı, uzun bir sancılı dönemin ardından babası:
—Çalışıp eve yeterli parayı getirmen koşuluyla ancak bu duruma razı olabilirim.
Diye, yumuşayınca, bir yandan kızı, bir yandan annesi Gül Hanım’a, Sevim’i yanına alması için kendilerini çok acındırmışlardı. Sevim, yazıhanede çalışmaya başladığında, toy ve deneyimsiz biri olduğundan ve güzelliğiyle hayli etrafındakilerin dikkatini çektiğinden Gül Hanım, onu, iş için nereye gönderse telefonla arkasından sıkı sıkı takip etmeyi alışkanlık haline getirmişti.
Bir sabah yakındaki bir müvekkiline acilen bir evrak yollamak mecburiyetinde kalan Gül Hanım, Sevim’e:
—Hiç oyalanmadan bu evrakı hemen yerine götür, hiçbir yere uğramadan yazıhaneye hızlıca geri gel lütfen.
Diyerek ona yol parasını verip gideceği adresi, ayrıntısıyla tarif etti. Sevim’in varacağı yer, otobüsle on beş, yirmi dakikada rahatça ulaşılabilecek bir mesafedeydi. Aradan bir saat geçtikten sonra Sevim, zamanında yazıhaneye dönmeyince evhamlanan Gül Hanım, vakit kaybetmeden müvekkilini arayarak ne olduğunu kontrol etmek istedi. Sevim’in oraya hiç uğramadığını öğrenince, duruma bir anlam veremeyerek endişeye kapıldı. Gül Hanım’ın o gün üst üste duruşmaları olduğundan, daha fazla bir şey yapamadan yazıhaneden ayrılmak zorunda kaldı. Avukat Hanım, ardı ardına o günkü duruşmalarına girip çıktıktan sonra yazıhaneye geri geldiğinde, Sevim’in hâlâ orada olmadığını görerek evhamlandı, karşı ve yan komşularıyla çıkıp görüştü:
—Sevim, yokluğumda acaba buraya döndü mü?
—Onu etrafta hiç gördünüz mü?
Diye, heyecanla ve kaygıyla sordu. Sevim’in, karşı yazıhaneden ayrılan uzun boylu, orta yaşlı biriyle beraber dışarıya çıktığını fark edenlerin olduğunu öğrenince, çok şaşırdı ve irkildi.
Ortalığı karanlık basıyor, herkes, hanı yavaş yavaş terk etmeye başlıyordu. Hanın, her akşamki kapanış saati şaşmazdı, belliydi. O akşam Gül Hanım, orayı, en son terk edenlerden oldu. Yol boyunca kalbini saran kara bulutların ürküntüsünden, bir türlü kendini kurtaramadı. Evine vardığında, o da geliş saatini hayli aştığından üst katta oturan annesi babası, aşağıya inerek, işinden dönen eşiyle birlikte onu, merakla beklemeye koyulmuşlardı. Anahtarıyla kapıyı açtığında onun etrafını alarak:
—Ne oldu, neden bu kadar geç kaldın?
Diye sordukları esnada, kapının acı acı çalınması an meselesi oldu. Kapıyı koştuklarında, Sevim’in çam yarması gibi babası, eşikte hışımla göründü. Hâlâ kızının eve neden gelmediğini; avına atlamak üzere olan bir aslanın, vahşice kurbanına sabitlenmiş saldırgan gözlerinin bakışlarıyla, Gül Hanım’ın başına dikilmiş soruyordu. Gül Hanım:
—Durun hele, ben sizden daha çok meraktayım!
—Ama sakin olmazsak hiçbir yere varamayız.
Diye, sesinin kararlı tonuyla ve yansıttığı güven veren tutumuyla duruma hâkim olmaya çabalıyordu. Polisi aramayla ve telefonun ucunda beklemeyle geçen kâbus dolu bir gecenin, uykusuz ve yorgun sabahında Gül Hanım, bitkin bir halde, aklı Sevim’e takılı; dehşetli bir endişeyle alelacele hazırlandı. Gül Hanım, yol boyunca bin bir kara düşüncenin, kalbini sıkıştıran yoğun ağırlığının altında ezilerek, yıkık bir vaziyette işinin başına geldi. Genç avukat, bürosunda çalışmaya her zamanki erken saatinde koyulmuştu yine ama içinde kopan fırtına, o gün göreceği duruşmaların ciddi hazırlığına odaklanmasına fırsat vermiyordu. Verimsiz geçen onca saatten sonra o, tam paltosunu giyip duruşmaları için adliyeye çıkmak üzere yazıhanesine kilit vuracakken telefonu, uzun uzun çalınca, merakla ve heyecanla geri koşup ahizeye sarıldı. Sevim, telefonun öbür ucunda panik içinde hüngür hüngür ağlıyordu. Boğuk gelen sesinden hiç bir şey anlamak mümkün değildi. Gül Hanım:
—Benim ve ailenin ödünü patlattın!
—Neredesin?
—Çabuk hiç vakit kaybetmeden buraya dön!
—Peş peşe birkaç önemli duruşmam var,
—Şimdi acilen çıkıyorum.
—Geldiğimde, hazır ol!
—Konuşacağım seninle.
Dedi ve telaşla, saatini kaçırmaktan korktuğu randevularına gitti. Gül Hanım, işlerini bitirip yazıhanesine geri geldiğinde ve kapısını anahtarıyla açtığında, karşısında Sevim’i, masaya kapanmış, hâlâ hıçkıra hıçkıra ağlarken buldu, içi burkuldu. Sevim’in, kapı sesine irkilerek kaldırdığı yorgun başı, dağılan saçlarının karışıklığında, perişan görünümüyle insanı korkutuyordu. Gözleri, tokmak gibi şişmiş, ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Rengi, uçup gitmiş, limon sarısından beter, donuk bir hal almıştı.
—Nedir bu halin?
—Kendine gel ve olanı biteni hemen anlat bana!
Diyen Gül Hanım’ın ses tonuyla silkinen Sevim, korkuyla irileşen gözlerini, utanarak yere indirdi.
—Bilemedim ben ablacığım!
—Hiç tahmin edemedim!
Diye, azarlanmaktan ve aşağılanmaktan korkarak, yaşadığını savunmak ister gibi, daha hiçbir şeyi anlatmadan dövünmeye başlamıştı. Gül Hanım,
—Sil haydi güzel gözlerini.
—İç şu meyve suyundan bir yudum.
—İstersen çık yukarı, yüzünü, gözünü güzelce yıka da gel, haydi!
Dedi.
—Hayır, ablacığım, çok korkuyorum!
—Buradan dışarı yalnız başıma, adımımı atmam asla bir daha!
Diye, ezik ve çaresiz bir halde dövünen Sevim, Gül Ablası’na kaygı ve tasalı bakışlarla sessiz yalvarışlar içindeydi.
—Peki, öyleyse, dürüst ol ve her şeyi olduğu gibi anlatmaya başla bakalım.
Dedi, sakince Gül. Sevim, evrakı yerine ulaştırmak üzere çıktığında, karşı yazıhaneden ayrılan bir müvekkille, hanın dış kapısında karşılaşmıştı. Orta yaşlı bir iş adamı olan bu kişi, uzaktan onu tanıdığını, yazıhanede çalıştığını bildiğini, onu, gitmek istediği adrese götürebileceğini söylemişti. Sevim de o gün baş ağrısı tuttuğundan, dışarıda da aniden başlayan sağanak yağmurdan, bu teklifi, iyi niyetle, aklına hiçbir kötü şey getirmeden memnuniyetle kabul etmişti. Zengin bir iş adamı olan bu zat, Sevim’i lüks Mercedes’ine, bindirdikten sonra:
—Hemen yolumuzun üstündeki büromdan, unuttuğum acil bir şeyi alıp ben de avukatıma iletmek zorundayım.
—Arabada bekleyeceğine gel, sen de yukarıda bir çayımı içiver.
—Sonra seni vakit kaybetmeden gideceğin yere bırakır, yazıhaneye geri getiririm, hiç merak etme.
Demişti. Sevim de nazikçe yapılan bu samimi teklifi, “reddedersem çok ayıp olur” düşüncesiyle geri çevirmekten çekinmişti. Kelli felli giyimli, önceden hiç tanımadığı yabancı adamla, dördüncü kattaki şık bürosuna çıkan Sevim, içinden geçtiği zenginliğin şaşkınlığıyla gözleri kamaşarak, meraklı bakışlarıyla etrafı kolaçan ederek, büro sekreterinin önünden geçirildikten sonra, büroya buyur edilmişti. Şimdiye kadar böylesine zengin ve şaşalı bir ortamla hiç karşılaşmamış olan Sevim, kendisine yöneltilen yumuşak ve aşırı nazik tavırlardan da son derecede memnun kalarak, başını döndüren hislerle ilk kez, kendisine güvendiğini hissetmiş ve içini fetheden gurur dalgalarına kapılmıştı. Şık koltuğuna yerleşip, güçlü kollarını gösterişli masasına dayayan keskin bakışlı, iri cüsseli adam, görüntülü telefonun düğmesine basıp havalı bir şekilde sekreterini çağırmış ve onun eline kabarıkça büyük bir zarf tutuşturarak onu, giriş katında bulunan bankaya göndermişti. Kendinden emin görünüşlü bu zat, Sevim’e söylediği çayı, bir tabak dolusu kurabiyeyle birlikte önüne servis ettirdikten sonra, devasa bürosunun gösterişli kapısını sessizce kapatmış; çekingen kızcağızın yanına yaklaşıp oturarak uygunsuz hareketlerle yakınlık kurmaya yeltenmişti. Sevim, birdenbire neye uğradığını şaşırarak yerinden fırlamak istemiş; atik bir hareketle kapıya koşacak olduğunda adam kızcağızı, sert bir hamleyle kıskıvrak yakalayarak tartaklamaya başlamıştı. İyiden iyiye korkan Sevim, adamın külçe gibi üstüne çullanmış ağır bedeniyle birlikte, acılar içinde kıvrana kıvrana kapıya doğru kendini, zorlukla sürüklemeye çalışmıştı. Tam Kapıyı açmaya çalışacakken kaba bir kuvvetle saçlarına yapışan zorba adam, kızcağızın saçlarını, bir tutam yolacak kadar şiddetle çekerek, Sevim’i duvarla kendi arasına yapıştırıp hapsetmişti. Kapana kısıldığından dehşete düşen Sevim, bas bas bağırarak var gücüyle tepinmeye başlamış ve çaresizce dişlendiği vahşi ağızdan kurtulmak istercesine kuşlar gibi çırpınmaya başlamıştı... Zavallı kızcağız, daha fazla bağırmasın diye ağzına basılmak istenen tuzlu, iri eli, dişlerini geçirerek ısırmaya çalıştığında, bir anda acısının derdine düşen kahpe adamın, kızın üzerinden çelik gibi dolanmış kollarını gevşetmesiyle Sevim, kapıya yüklendiği gibi, kendini merdivenlere atmıştı. Düşe kalka sokağa indiğinde, arkasına baka baka, ama hiç durmadan, kalbi ağzından çıkacak raddelerde koşmaya başlamıştı. Sevim, can havliyle oradan epey uzaklaştıktan sonra, bayıldı bayılacak gibi hissederek, önünden geçmekte olduğu bir parka sığındığında, bir ağacın altında iki büklüm kalıp, katıla katıla ağlamaya başlamıştı. Bir yandan da zonklamalar içindeki beyninden:
—Annem babam bunu duysa, beni hiç düşünmeden vurur!
Diye, tekrar tekrar zihninde canlandırdığı olacakların sanrılı paniği içinde,
—Ah şuracıkta ölsem de bütün bunlardan bir an evvel kurtuluversem!
Diye, dua edip saatlerce Allah’ına yalvarmıştı. O gece korkularla iç içe, parkın kuytu bir köşesine büzülüp saklanmış ve saatlerce titreyerek ve ağlayarak korkulu gecenin bitmesini beklemişti.
—Peki, basiretin mi bağlandı?
—Beni neden daha önce aramadın?
Diye, çıkışan Gül Ablası’na, Sevim:
—Ne yaptığımı biliyor muydum ki ben ablacığım?
—Saatlerce kendimi olayın şokundan bir türlü kurtaramadım ki!
—Etraf aydınlanmaya başladıkça, ne olacak şimdi?
Diye, kara kara düşündüğümde,
—işte, o an seni aramak geldi içimden!
Diye, sözlerine devam eden Sevim:
—Ne olur beni kurtar!
—Annemle babamla sen konuş ablacığım!
—Aksi halde beni döve döve öldürürler! Diye, Gül Hanım’ın boynuna atılarak yeni bir ağlama krizine tutuldu.
İkisi birlikte, akşam olmadan eve, erkenden vardıklarında, kızının, Gül Hanım’la birlikte evin kapısından içeri girmekte olduğunu, dibinde beklemekte olduğu camdan gören çılgın baba, dairesinden ok gibi fırlamış; kızına doğru iri cüssesini hiddetle kabartarak, onun önüne yalçın bir kaya gibi dikilmişti.
—Akşam, nasıl olur da sen eve gelmezsin?
Diye, kızının üzerine çullanmaya kalkışan saldırgan babayı, zar zor durdurmayı başaran Gül Hanım:
—Önce sakinleşin.
—Sizinle ancak bundan sonra konuşabilir, durumu izah edebilirim.
Diye, onu yatıştırmayı, kararlı tavırlarıyla başardı. Sözlerine sükûnetle devam eden Gül Hanım, Sevim’in başına beklenmedik talihsiz bir olay geldiğini ama Sevim’in, tasavvur edilemeyecek kadar büyük bir güç ve cesaretle kendisini koruyabildiğini ince ayrıntılarıyla anlattıktan sonra,
—Ona anlayış gösterip destek olmanız lazım ki şimdi,
—bunun moral çöküntüsünü, yardımlarınızla atlatabilsin.
Diyerek, aileyi, kızlarına kol kanat germeye ikna etti. Avukat Hanım, reşit olmayan Sevim’i taciz eden kişiye, en kısa zamanda gerekli yasal işlem başlatacağını açıklayarak da ebeveynlerin içinde kopan dehşetli kasırgayı bir nebzecik olsun dindirebildi. Gül Hanım, daha sonra Sevim’e şefkatle dönerek sözlerini, nasihatiyle tamamladı. Bak Sevim:
—Bir daha tanımadığın insanların, sahte ve sıcak tavırlarına güvenip aldanma.
—Her attığın adımda, olanı biteni sorgula.
—Tongaya basma.
Ayşe Yarman Öztekin
’Yaşamda Yolculuk’ 2009