- 710 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"BACILIK " ARDAHAN ÖYKÜLERİ 75
Sabahtan beri düşünüyorum ne yazayım? Biraz geçiyor gene: "Ne yazarım acaba?"
Doluya koyuyorum olmuyor. Boşa bırakıyorum yine sonuç aynısı. Bacılık benim nezdimde unutulmaz şahsiyet; anlatmalıyım ama kalıcı ve sonsuza değin anılsın isterim.
Ona ne sebeple " Bacılık " demişlerdi?
" Bacı " dememişlerdi? Bir kurum-müessese ismi gibi Bacılık adıyla çağırırdılar.
O: şahsiyetinin üstünde daha ötelere yükselmiş miydi?
O; Ardahan mütevazi yaşamında bir azize ismine müsemma yaşamış mı idi?
Çok nurlu kadındı.
Bütün zamanların en iyi beş şarkısından biridir " If you go away "
Şarkıya: Üzüntülü ve ümitverici tanımını izafe ederler!
O da nurlulukta bir numarayı alırdı. Neyse!
If you go away, on this summers day
Then you might as well take the sun away
Eğer uzağa gidersen, bu yaz gününde
Elde ettiğin kadar ışığa kanabilirsin
All the birds that flew in the summer sky
Kuşların hepsi yaz göğünde uçtu.
When our love was new and our hearts were high
O zaman sevgi tazeydi ve kalplerimiz arşa kadar
Gecenin yüzü: Göz kırpıştırıyor yıldızlar.
Astarlı akşamlar.
Karalıklarına Ardahan’ın baha biçilmezdi:
- Yollar ve mahalle... Astarı yüzünden ucuza gelmezdi.
Vezir Dede’nin ambarı gene köşebaşındaydı.
Pür akşamüstünde karanlığa ağıyoruz cem’an ahaliyle Yenimahallelinin yekûnuyla...
When the day was young and the night was long
And the moon stood still for the night birds’ song
Zamanın günü gençti ve gecesi ıraktı,
Gece kuşlarının nağmeleri öylece durmuştu.
Ecik, cücük. Yediden yetmişe herkes
Geçiyoruz yine bir yeni akşama.
Bacılıkta bizim mahalleli ve o da bizlen
Bacılık dilençci.
Dilenci demeğe dili varmıyor lisanın.
Diler kadındı.
Diledikleri:
" - Allah çolunu çocuğunu bağışlasın.
Bare Hûda kaza bela göstermesin.
Dilediğin olsun!"
Bacılık eve döndüğünde Vezir Dayı’nın dükkânına mutlak surette uğrardı. Uğramazlık yapmazdı.
Vezir Dayı’nın merhametli soruşmalarını haz ederdi. İnsan olduğumuzu hatırlatan şeylerdi işte!
If you go away, if you go away, if you go away
But if you stay, I’ll make you a day
Eğer ırağa gidersen, eğer ırağa gidersen, eğer ırağa gidersen
Fakat kalırsan eğer, bir gün sunayım
Like no day has been or will be again
We’ll sail the sun, we’ll ride on the rain
We’ll talk to the trees and worship the wind
Hiç olmamış olmayacak bir gün gibi
Güneşe sefer edelim, yağmurun terkine binelim
Ağaçlarla konuşalım, rüzgara konuşalım...
Altmış yaştaydı kadın. Mahallede meskun bir hanede leyl-i meccane kalıyordu.
Bacılık, Arnavut kaldırım yolumuzu paytaklayarak yürüyor. Mülazim Aydın, Celil Başaran’ların evleri taraftan inerdi. Gün başında Vezir Dayıgilin ambarın köşeye gelince dede’nin dükkanına bakardı. Doğuya cenah kapı, kallavi zırzaynan kilitlenmiş veya süveynen eşiğin araya taş dayağı konurdu.
Parıldar yarım metre demir zırza, aşağı düşey başını sallardı. Üç harman döveni cesimliğinde dükkan kapısı beyaz kireç renginde duvarın tersine ağacın öz tonunda koyu ve ağırlık hissi vermesi yanında üç- dört çocuk yekinmeden, birleşmeden çökerek açabilmezdiler.
İsrafil Abi o geç’eden, Plato, Alpin çayırlardaki; hasçayırdan biçilmiş ot getirmiş onu yığıyor.
Mikail Efendi ağabeyiydi İsrafilin. Otluğun başında İsrafil kardaşının furgundan verdiği yeşil şemsiyeyi, dirgenine sançarak alıyor.
Şafağın kırmızı alacasında getirdikleri at arabasının birinci seferiydi. Işıklar pencere camlarında ve kirpiklerde parlamaya başlarken...
İsrafil Abi, kahvaltı hazır çağırtısını işitti.
Aş’a ekmek’e çağırdılar.
Yeşil çiçek, mavi çel ot denizi üç gündür pulullanarak evin önünde ambarın başında kışın hayvanlara alaf kalağı oldu. Yücelmiş tezek kalesi az bu yanda o da yerini alacaktı.
Şehirin aydınlığına tutunarak ineyim der gibi elini gözlerine siper yaptı İsrafil Abi, öte elindeki parmaklariyle tavuskuşu tüylere benzeyen serin ışıkları gözüne doluşmasın diye toplayarak biraz öteye sepeledi.
Tavusun yedi renk tüyleri göz önünde oradaydı.
Sabah ışınlarını elinin tersiyle katakladı.
Parmağının arasına dolmuşları; ikisi arasında gıcırdatarak üfeledi. Tüyden yumuşak kadifeden daha dokunaklıydı...Serap veya oasis denemezdi.
Then if you go, I’ll understand
Leave me just enough love to hold in my hand
If you go away, ıf you go away, ıf you go away
Vezir Dede’nin oğulları furguna atı koşardı. O geçe (yaka) Hallefendi de çayırlardan, biçtikleri çayırı çekerdiler. Ambarın yanına otluğu kurardı iki kardeş: Her yıl.
Dede dükkanı açmıştı. Sabahın tan ağartısında namazını kılmıştı. Fırıncıdan sayarak ekmekleri teslim aldı. Çocuklar file dolusu kahvaltıya francala çekiyorlar. At kaçıyor torba düşüyor adeta.
" Dedemin goru (mezarı) sarı yağ katacaz etmege!.."
" Bıldır ölen bibimin goru, anam yağnan bal sürecek sıcak ekmeğime!.."
Peşhunda, ( yer sofrası) yerde, Tokat işi sofra bezinin üstünde sıcak beyaz nar gibi yarılı francalalar sarı yağın pütür sürüşü erimesiyle kokuyu istim buharı şemalinde duman, bulutu gibi yaydı. Kuşların, mahlukatın ağaçların ve dallardaki yeşil yaprakların nefsi kalktı.
" Allah hiç birşeyi açlıkla sınav etmesin."
Şehrin sabahı ve aç ışıltıları.
insanlar ve mahlukat taze, er seherde; aç ve uykudan uyanmıştı. Gece uzun ve uzadığından karınları uzamış ve açıkmıştı...
Kötemelik mahallesi, dere, gökyüzü ve nefes alabilen her mahlukat canlanmıştı.
Sanki gece paydos deyip, gündüzün cıvıl cıvıl bir ilkokul’a metamorfizleşmişti...
Bacılık, Vezir Dede’nin vereceği yiyeceği bekliyor. Pağaça kırığı ve çeçili eteğine koydu. Erdemellilerin kahvede su bardağınnan iki üç bardak içerdi. Paltarın eteğini iki köşeden sol el parmaklarına sıktararak kavrardı.
Çocuk sufatlı çenesi çıkık yanak gamzesi gömük kadının torbası buydu. Beyaz değirmi suratı iki avucumcaktı. Yer, yer birkaç çil vardı. Dişleri yoktu. Yaptırmakta zordu onun için.
Diş sanatkârı Beşli Usta Ardahan’da faaliyetteydi. İmkân meselesi; mesail’in esasıdır. Problematik diye bezeyerek söyledim.
Kapıdan bakmak, Bacılık asla açamayacağı şey açıksa dikilir ve seslemelerini gözlerdi.
Bogdanov Beliski’nin okulu ve eğitimi anlatan resim:
Sarışın oğlan süveye omuzunu vermiş. Sınıfın sıralarında yırtık- pırtık üst başlı çocuklara imrenerek ve özenerek iç geçiriyor.
Bacılık kırk sene evvelinden: "Verenden Allah razı; vermeyenden Allah gine razı olsun." derdi.
Pencerelerden hayali geçiyor.
Zabit Avcı’nın yeni yaptırdığı dükkânlar; kahveneye kiralanmıış. Yunus Avşar’ın evinin önündeki dükkânlar. Eski günler de "bacılık" kalmış.
Celil Azeri’nin iki dükkânı, insanlar çağırmadıkça dilenci kadınlar dahletmezdi. Seslemediler mi? Avurtu çilli bu kadın sıkıntı vermezdi kimseye.
Havzer Emi:
- Gel Bacılık.
Torbasına bir avuç tamas döktü.
Aşure kazanı gibi, dut kurusu, kaysı, elma kakı, üzüm kişmiş karışmıştı. Çerez türü şeyler vermişler. Pirinç, bulgur pişiremeyeceğini bildiklerinden insanlar vermezdiler. Belki elinden alırdılar diye düşünürdü hayır sevenler.
Duruyor...
Gülüyor...
Ve sesleniyor:
" - Dede demür paraları kağıt’a çevürsene! "
There’ll be nothing left in the world to trust
Just an empty room full of empty space
Like the empty look I see on your face
I’d have been the shadow of your dog
If I thought it might have kept me by your side
If you go away, if you go away, if you go away
İnanmak kalkmayacak yaşamda
Boş bir oda boşluğu doldurmaya yetecek
tıpkı boş bakmam; yüzünde parlayacak
Canlı bir mahluğun gölgesi gibi
Eğer düşündüğüm gibi senin yanında kalırsam
Irağa gitme, uzağa gitme, uzağa gitme.