- 1540 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Ben Bir Öğretmenim! Yoksa Değil miyim?
14 Kasım’da bir haber düştü haber sitelerine. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan; öğretmenlerin kalitesiz olduğunu, bu kalitesizliğin giderilmesi gerektiğini, sistemde oldukça niteliksiz öğretmenlerin görev yaptığını, kendi okuduğu zamanlarda daha nitelikli öğretmenlerin görev yaptığını ve oğlunun öğretmeninin matematiği bildiğinden emin olmadığını söyledi.
Aslında Özcan’ın bu sözlerine katılmamak mümkün değil. Doğru söylüyor. Fakat bu durumun sorumlusu öğretmenler midir? Bu durumu biraz irdeleyeceğiz.
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra başlayan eğitim seferberliği o zamanın öğretmenlerine çok büyük sorumluluklar yüklemiştir. Ulu Önder’in kendileri için yaptığı o önemli ve tarihe geçen açıklamalarıyla güç bulan öğretmenlerimiz bu sorumluluğun üstesinden gelmeyi başarmışlardır. Köy Enstitülerinin açılmasıyla beraber toplumdaki eğitim seviyesi tavan yapmış, Köy Enstitülerinin yetiştirdiği öğretmenlerin yurda serpilmesiyle kısa zamanda çok verim alınmıştır. Yusuf Ziya Özcan’da o zaman topluma hakim olan bu eğitim kalitesinin farkında olacak ki yukarıdaki açıklamaları yapıp bu günü kendi zamanıyla kıyaslayarak kendi zamanının daha iyi olduğunu söylemiştir. Çünkü Köy Enstitülerinin yetiştirdiği bireyler çok donanımlı olarak mezun olmaktaydılar. Türk ve dünya klasiklerini okumayan, en az bir çalgı aleti çalmayı bilmeyen o okullardan mezun olamıyordu. Dolayısıyla da nitelikli öğretmenler yetişiyordu.
GÜNÜMÜZDE ÖĞRETMEN NASIL YETİŞİR
Günümüzde öğretmen yetiştirmek çok basit bir hal almıştır. Liseden mezun olan bir birey ÖSS’ye girerek puanını alır. Tercih zamanı geldiğinde puanını bir eline, kılavuzu bir eline alarak başlar puanıyla eşleştirebileceği bölümleri ayırmaya. Bu ayrımın içerisinde işletmesi de, kamu yönetimi de, Fen Edebiyat bölümleri de, öğretmenlik bölümleri de vardır. Sonra bu ayrılanlar yani puanla eşleşebilecek olanlar bir sıraya konarak tercih listesine yazılır. Sonuçlar açıklandığında bir bakmışsınız ki öğretmenlik bölümlerinden biri tutmuş. Gider kaydınızı yaptırırsınız ve okumaya başlarsınız o bölümü. Okula gidersiniz, sıralarınıza oturursunuz ve size anlatılanları dinlersiniz. Uygulamaya dönük olması gereken en önemli bölüm olan öğretmenlik bölümleri öğrencilerini sıralarda oturtarak yetiştirir. Sınav zamanları ders notlarını fotokopi çeker ve akşam çalışırsınız. Ertesi gün sınava girer ve geçersiniz.
4 yıl bu süreç aynen devam eder. Göstermelik olarak 1. Sınıfın 2. Dönemi ile 4. Sınıfta staj denilen uygulama vardır. Zaten her gün dinlediğiniz öğretmenleri gider bir devlet okulunda da sırada oturup dinlersiniz. Değişen bir şey olmaz.
Sonuç olarak okul biter ve mezun olursunuz. Geriye baktığınızda öğretmenlik mesleğiyle ilgili az da olsa teorik bilgi öğrenmiş fakat nasıl uygulanacağı noktasında en ufak fikir sahibi olmadan mezun olmuşsunuzdur.
Öğretmen olarak mezun olmak kolaydır tabi. Fakat öğretmen olmak zordur.
KPSS MARATONU BAŞLIYOR
Öğretmen olmanız için mezun olmanız yetmiyor. Milli Eğitim Bakanlığı Üniversiteler tarafından yetiştirilen öğretmenine güvenmez ve KPSS sınavına girmesini şart koşar. Yani devletin bir kurumu diğer kurumuna güvenmez. MEB, “Tamam sen mezun oldun ama bakalım öğrenmiş misin?” der.
Öğretmen adayı KPSS denen sınav öğretmenlikle ilgili en ufak bir durumu ölçmediği için, üniversitede öğrendikleriyle alakasız bir sınava tabi tutulduğu için ilk girişinde başarısız olur. Atanamaz. Öğretmenlik sıfatını almış bir kişi olarak atanamadığı takdirde kimsenin ona öğretmen olarak bakmayacağını öğrenir. Yani atanamadığı zaman toplumda saygınlığı olmayacaktır. Artık hem işsizlik hem de gelecek KPSS sınavına hazırlanma kaygısı baş gösterir.
ÜCRETLİ ÖĞRETMENLİK İLE TANIŞMA
Atanamayan öğretmen adayı ilçedeki Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvuru yaparak ücretli öğretmenlik yapmak ister. Ve İlçe MEM, adayı on binlerce öğretmen açığı olan bir sistemde seve seve görevlendirir ve aday ders başına ücret karşılığı ücretli öğretmenlikle tanışır. Kendisini KPSS sınavında aldığı not nedeniyle öğretmen olamazsın diye niteleyen bir sistem ücretli öğretmenlikle yani ucuz iş gücü ile kendisini sınıfın başına seve seve geçirmektedir. Aynı işleri yapmasına ve aynı bölümleri okumasına rağmen görev yapan öğretmenler aralarında uçurum olan ücretler alırlar. Bu durum adayı sinirlendirir. Günden güne içi içini yer. Ve KPSS çalışmaya karar verir. Okul falan umurunda olmaz. Çünkü bu haksızlıktan bir an önce kurtulmalıdır.
Öğretmen açığı o kadar yoğundur ki kapatmak mümkün değildir. Zaten öğretmenlik bölümlerinden mezun olanlar ücretli çalışmaya kölelik gözüyle baktıklarından bu şekilde çalışmak istemezler. Bu durumda sıkıntıya giren Milli Eğitim Müdürlükleri öğretmen açıklarını önlisans mezunlarıyla kapatmaya çalışır. 2 yıllık önlisans bölümlerinin elektrik, elektronik, bilgisayar, kaynak teknolojisi, seramik, muhasebe, işletme vs vs bölümlerinden mezun olmuş ve öğretmenlikle ilgili hiçbir eğitime tabi tutulmamış bireyler sınıfların başına getirilir ve öğrenci yetiştirmeye başlarlar. Günümüzde işsizlik durumuna baktığımızda ücretli öğretmenlik öğretmen olmayanların ilgisini oldukça çekmektedir.
Peki Sayın Özcan, siz öğretmen olmayanların yetiştirdiği öğrencilerden nasıl bir kalite bekliyorsunuz?
SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENLİK İLE TANIŞMA
Atanamayan öğretmen adayı artık iyice sıkıntıya girmiştir. Dağın başındaki bir mezrada, yolu izi olmayan bir yerde bile görev yapmaya razıdır. Çünkü yıllarca KPSS sınavına girip kendisine “öğretmen” vasfı kazandıracak atamayı elde edememiştir.
Atama zamanı geldiğinde öğretmenliğin özlük haklarının hiçbirinden bahsedemeyeceğimiz, sadece maaş alabileceği sözleşmeli öğretmen olabilmek için bile her gün Allaha dua eder. Tercihlerini yapar ve uzun zaman sonra doğunun bir mezrasına ataması çıkar. Bu duruma o kadar sevinir ki, bunu tarif bile edemez. İçinde yaşadığı heyecan gözünü kara yapar.
Ve görev yapacağı mezraya çok zorlu yolculuklar neticesinde ulaşır. Karşılaştığı yıkık dökük bir okul ve yaşanması mümkün olmayan bir lojmandır. Çok büyük bir hayal kırıklığı kaplar yüreğini. Ama yine de işe koyulur. Lojmanını yaşanacak hale getirmeye çalışır ve okulunu eğitime hazırlamaya başlar.
Okullar açıldığında bambaşka bir sorunla karşılaşır. Öğrencileriyle aynı dili konuşamamakta ve anlaşamamaktadır. Kendini yalnız, yapayalnız hisseder. Çocuklarını öncelikle anlaşabilecekleri bir seviyeye getirmeye çalışır. Bunu yaparken de kazandırması gereken kazanımları kazandırmaktan oldukça geri kaldığını fark eder.
Yıllar geçer gider. İçinde bulunduğu durumun değişmesi için de hiçbir umut taşımamaktadır. Çünkü sözleşmelidir o ve görev yaptığı yerde çakılı kalmıştır.
Bir zamanlar atanabilmek için neler çektiği gelir aklına. Ama kendini hala öğretmen olarak hissedemez. Çünkü onun için, öğretmen olabilmek için çıkması gereken bir basamak daha vardır. Ne yapıp ne edip KADROLU ÖĞRETMEN olmak zorundadır. Öğretmen olduğunu hissetmesi için bunu başarması şart olmuştur artık. Ve yeniden KPSS çalışmaya karar verir. Zaten bu KPSS denen sınavdan kurtulabileceğine asla inanmamaktadır.
VE NİHAYET KADROLU ÖĞRETMENLİK
KPSS ye girer kahramanımız. Bütün yıl boyunca her şeyden fedakarlık edip KPSS çalışmış ve atamalara başvurmaya hak kazanmıştır. Puanı aldığına sevinir, çünkü o hala öğretmen olamadığını düşünmektedir.
Atama sonuçları açıklandığında ataması yapılmıştır ve yeniden yollara dökülme zamanı gelmiştir. Ama içinde bir huzur vardır. Çünkü artık görev yapacağı yerde ne kadar kalacağını bilmekte ve zorunlu hizmetini tamamladıktan sonra istediği yere gidebilecektir. Özlük haklarını da eline almış ve bu güvence onu daha da mutlu etmiştir.
Uzun yıllarını alsa da yaşadığı bu süreçte istediğine ulaşmış olmanın tebessümünü hisseder yüzünde. Kendisiyle beraber mezun olup ataması hala yapılmayan arkadaşları gelince aklına hüzünlenir. Bir çoğu ücretli çalışmaya devam etmektedir, bir çoğu da polis olmuştur. Yani bir öğretmene öğretmenliğin dışındaki tüm mesleklerin açık olduğunu ama öğretmenlerin sadece “öğretmenlik” yapamadıklarını anlar. Halbuki şu anda bir zamanlar kendisinin düşündüklerini onların da düşündüğünü bilmektedir. Atanamayan öğretmenlerin sözleşmeli olabilmek için neler yapabileceklerini tahmin etmektedir. Halbuki atanamayan öğretmen arkadaşları ne ile karşılaşacaklarını bir bilseler böyle düşünmezlerdi.
Ücretli, Vekil, Sözleşmeli, Kadrolu… Bunlar öğretmenlik mesleğinin bölünmüş kısımlarının adları. Bir öğretmen şu anki sistemde bütün bu aşamalardan geçmektedir.
Şimdi Sayın Özcan’a soruyorum: Kendisini güvende hissetmeyen, öğretmenliğini rahat bir şekilde eline alıp huzur bulamayan bu insanların yetiştirdiği öğrencilerden kalite beklemeniz haksızlık değil mi?
Karşılaşacağı zorluklara alıştırılmadan yetiştirilen ve geleceğe güvenle bakması engellenen öğretmenler daha ne yapabilir ki?
Öğretmenlik mesleğinin sınıflaşması, birbiri ile meslek barışı olmadan çalıştırılması, ucuz işgücüne tabi tutulmaları doğru mudur?
Gerek üniversitede, gerekse üniversite sonrasında yıllarını öğretmen olmak için harcamaktan yorulmuş, gençliğini ve heyecanını kaybetmiş bir öğretmenden daha ne bekliyorsunuz?
ÇÖZÜM
-Öğretmen yetiştirme farklı bir şekilde ele alınmalıdır. Üniversitelerimizde bu iş olmuyor. Farklı yapıda öğretmen okulları açılmalı ve tüm öğretmenler karşılaşacakları zorluklara alıştırılabilecekleri bir eğitimden geçirilmelidir.
-Öğretmenliğin mesleki barışını zedeleyen ve meslek içerisinde sınıflaşmaya neden olan tüm ayrımcı öğretmen nitelemeleri ve çalışma pozisyonları kaldırılmalı, tüm öğretmenler KADROLU olarak istihdam edilmelidir.
-Şu an 250000 civarında öğretmen adayı öğretmen olmak için her yıl KPSS sınavına girmektedir. Bir cevher olarak gördüğüm bu kitlenin değerlendirilebilmesi için gerekli düzenlemeler hemen yapılmalı ve bir daha böyle bir yığılmanın olmaması için gerekli önlemler alınmalıdır.
-Siyasi irade, öğretmenleri toplum gözünde ayaklar altına alan değil, onları yaptıkları görevlerde cesaretlendiren açıklamalar yapmalı ve her zaman öğretmeninin yanında olduğunu hissettirmelidir.
-Özellikle Anadolu’muzun en ücra köşelerinde görev yapan öğretmenlerimiz unutulmamalı, onlarla sürekli iletişim halinde olunmalıdır.
-Ders kitaplarından başka kitap okumamış o kadar çok öğretmen var ki… Bu arkadaşlarımız da ufuklarını geliştirmek için şartlar ne olursa olsun okumalı ve kendilerini geliştirmelidir. Çünkü kendisini geliştiremeyen çevresini de geliştiremez…
Öğretmenler toplumun önderleridir. Tüm öğretmenlerimiz bu bilinçte olmalıdır. Şu anda mesleğimiz gerekli önemi ve saygıyı göremiyor olabilir. Fakat bu durumun değişeceğine inanmaktan asla vazgeçmemeliyiz. Ve şartlar ne olursa olsun, hangi pozisyonda görev yaparsa yapsın tüm öğretmenlerimiz aydınlık bireyler yetiştirme sorumluluğunu üzerinde hissetmelidir…
Unutmayalım ki yeni nesiller bizlerin eseri olacaktır!
Sağlıcakla kalınız….
Ömer Demir
YORUMLAR
Yazınızı sonuna kadar okudum.(Günümüzde "uzun yazı" okunmuyor ve bu uzun bir yazı,kitap zaten...)Ben halkımızın öğretmenlere saygınlığını yitirmediğine inanıyor ve biliyorum.Saygınlığını yitiren eli öpülesi öğretmenlerimiz değil,yönettiğini zanneden yönetemeyenlerdir.Yusuf Ziya Özcan'ın eleştiri yaparken,"Köy Enstitüleri" ne gıpta etmediğine eminim.Onların istediği düzen bu zaten.Öğretmenlerimize anlattığınız aşağılayıcı pozisyonlarda bulunmaya zorlayanlar utanmalı.
Selam ve saygıyla...