TEHLİKE BURNUNUZUN DİBİNDE
Avukat Leyla Hanım, Hukuk Fakültesi’ni bitirdiği yaz, görkemli bir düğünle dünya evine girmişti. Törendeki davetliler, genç çiftin ilk dansında onları, birbirlerine pek yakıştırmış; yıldız gibi parlayan gözlerinin içindeki sevgilerinin ışıldamasına, heyecanlanarak şahit olmuşlardı. Genç çiftin, ahenk içinde şaşırtıcı bir uyumları vardı. Leyla Hanım’ın kısacık boyu, incecik vücuduna pek yakışıyor, onu sempatik ve sevimli kılıyordu. Sapsarı saçları, beline kadar dalga dalga seriliyor, gür telleri ve parlaklığı sırma gibi yanıp sönüyordu. Ak teni, pürüzsüzdü. Sapsarı kirpiklerle çevrelenen masmavi gözleri, neşeli ve derin bakışlıydı. Valsın kıvrak dönüşleriyle etekleri havalanan beyaz gelinliğinin içinde o, uçan kelebekler gibiydi. Damat Yaşar Bey, dans boyunca güzel eşini, zarifçe kavramış, estetik ve esnek hareketlerine, duygularını katmasını çok güzel bilmişti. Yakışıklı damat ve güzel eşi, alkışlarla coşturulan gösterileriyle, herkesin hayranlığını üzerlerine toplamayı başarmıştı. Genç çiftin ruh uyumu, fizik bütünlüklerine, imrenilecek şekilde yansımaktaydı.
Yaşar Bey de, Hukuk Fakültesi’ni birkaç yıl önce bitirmişti ama iş tercihi, ailesinden kalan bir petrol istasyonunu işletmek olmuştu. Maddi durumu, gıpta edilecek kadar iyiydi. Yeni evli çiftin, birlikte aldıkları bir kararla avukat olan Leyla Hanım, evlendikten sonra çalışmayı uygun görmemişti. Leyla Hanım, akşamları eşinin eve dönüşünü huzurla bekler; yuvasının düzenine, her gün özenle pişirdiği yemeklerine, pek çok kadın gibi aşırı ilgi gösterirdi. Çiçeği burnunda evli çift, masal gibi evliliklerinin, ilk senelerini sürdürmekteydi. Çiftin, iki sene sonra nur topu gibi bir kızları dünyaya geldi. Dünya tatlısı bu bebek, annesinin güzelliğini almıştı; akça pakça, sağlıklı ve sevimliydi. Leyla Hanım, okumayı çok severdi. Birkaç dizi çocuk kitabı edinmiş, onları, pür dikkat okuyor, minik Beste’yi en iyi şartlarda büyütmeye çabalıyordu. Evdeki huzur, sevgi ve anlayış, had safhadaydı. Aradan iki sene daha geçtiğinde çiftin ikizleri, Buse ve Gamze bu mutlu yuvaya katıldı. Yaşar Bey, erkenden evine, eşine ve yavrularına koşuyor; sevgi ve ilgisini onların üzerinden hiç eksik etmiyordu. Buse, her zaman gülümseyen mutlu bir bebekti. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle, ablası Beste’nin güzelliğini aratmıyordu. Gamzeyse, her gülüşünde, yanaklarında gamzeler açan, sarışın, çok güzel ve hareketli bir bebekti. Genç çifti tebrike gelenler, Yaşar Bey’e:
—Halk arasında, kim eşini daha çok severse, çocuklar ona benzermiş.
—Siz, Leyla Hanım’a çok düşkün olmalısınız Yaşar Bey.
Diye, çifte takılmadan edemiyorlardı. Anne ve babaları yavrularını, hiç bir şeyi esirgemeden tatlı tatlı büyütmekteydi. Bir akşamüstü Yaşar Bey, evine, her zaman olduğu gibi elleri paketlerle dolu geldiğinde, kapıyı her zaman neşeyle açan karısının yüzüne, endişenin, karanlık gibi çöktüğünü gördü.
—Ne oldu sana Leyla?
—Seni hiç böyle görmemiştim.
Diye, ona dönüp sorduğunda Leyla Hanım, mahzun bir tavırla:
—Beste’nin sabahtan beri ne yapsam ateşini düşüremiyorum.
—Hiç durmadan ağlıyor.
—Ne yedirsem çıkarıyor.
—Onu, bütün gün kucağımdan bir saniye bile bırakamadım.
Diyerek eşine yakındı ve:
—Beste’nin doktorunu aradığımda, yurt dışına bir konferansa gittiğini öğrendim.
Diye, sözlerini tamamladı. Yaşar Bey, koşarak Beste’nin yatağının başucuna gitti. Ona tatlı sözler mırıldanarak başını yumuşakça okşadı.
—Ne oldu benim güzel kızıma?
Diye, tap tatlı bir ses tonuyla alnına dokundu. Kızının, hiç tepki vermediğini görünce şaşırdı. Güzel kızı, ateşten alev alev yanıyordu. Yanakları al al olmuştu. Yarı aralık masmavi gözleri, çakmak çakmaktı. Babası bu durumu hiç beğenmemişti.
—Hemen hazırla çocuğu Leyla.
—Derhal hastaneye gitmeliyiz!
Dedi. Hastanede hızlıca yapılan muayene ve tetkiklerden sonra Beste’ye, menenjit teşhisi konulunca, anne babaya dünya dar oldu. Acilen çocuğu hastaneye yatırdılar. Genç anne baba, çocuklarının başı ucunda sabahladılar. Evhamdan kıvranan anne ve baba, kızlarının inatla dinmeyen ateşini, kendi bedenlerinde hissediyor; her geçen saniye, için için eridiklerini yaşıyorlardı. Çocuğun, sürekli çıkartmasının önüne, ne yapılsa geçilemiyordu. O yıllarda, menenjit tedavisi, Streptomisin adlı antibiyotikle yapılmaktaydı. Bu ilacın çok yüksek dozda kullanılması, çocuğu kurtarmak açısından kaçınılmaz olmuştu. Kızlarının hayatından kaygılı ebeveynin durumu, içler acısıydı. Birbirlerinden medet uman gözlerdeki umutsuzluk, her ikisinin de bakışlarının derinlerine işlemişti. Beste, bir hafta boyunca hayatta kalma savaşı verdi. Günler ve gecelerce başında bekleyen anne ve babasına, nihayet bir öğleden sonra, bakışları canlanarak gülümsedi ve onları, tekrar mutlu hayatlarına, bir çırpıda döndürüverdi. Küçük Beste aşırı ölçüde kilo kaybetmişti ama gayret edilirse bu kiloları ona, nasılsa geri aldırmak mümkündü. Genç anne ve baba, Beste’nin, her saniyesiyle ilgilenerek onu, elbirliğiyle güçlendirmeye çabaladılar. Hastaneden eve çıktıklarından kısa bir süre sonra, dikkat edildiğinde, Beste’nin hiç konuşmadığı ve konuşulanlara da beklenilen tepkileri vermediği, kaygıyla dikkat çekmeye başlamıştı.
Yorgun anne ve baba, daha kendilerine gelememişken, yepyeni ve beklenmedik ciddi bir sorunla burun buruna olduklarını acı bir şekilde fark ettiler. İlerleyen günler içinde Beste, kendini daha çok toparladığında bile değişen bir durum olmayınca doktorlar, Beste’yi bir gurup yeni test ve tetkikten geçirmeye karar verdiler. Sonuç hazindi: Beste’nin kulakları, kullanılan antibiyotikten şiddetli derecede zarar görmüştü ve hiç duymuyor, konuşamıyordu. O andan itibaren aile, bambaşka bir savaşın eşiğinde buldu kendisini. Beste, normal çocuklardan farklı olarak eğitilecek ve bakılacaktı. Anne ve babası, maddi imkânlarını seferber ederek kızlarını en iyi şartlarda yetiştirmeye baş koydu. Zaman zaman düştükleri durumun sızısını, yüreklerinin derinlerinde yaşasalar da, hiç pes etmediler ve hüzünlerine tutsak olmadılar. Her ikisi de çocuklarıyla mükemmelen ilgilenmeye ve onu amaçladıkları ölçüde geliştirip eğitmeye, güç birliğiyle karar almışlardı. Üç kız kardeş, aralarında çok iyi anlaşıyorlardı. Geliştirdikleri özgün hareketlerle, görenleri şaşırtacak bir biçimde bir konuşma dili yaratmışlardı. Anneleri, sevgi ve şefkat şemsiyesi altında, daima başlarında, onlara hiç yılmadan yol gösteriyordu. Okul seneleri, güzel başladı. Başarılarla süregeldi. Çocuklar çok zeki ve çalışkandı. Beste de, anne ve babasının özel ihtimamıyla, kardeşlerinden hiç de geri kalmıyordu. Ailenin sosyal çevresi çok genişti. Leyla Hanım ve Yaşar Bey, üç çocuğuyla birlikte sık sık ilişkide bulundukları çevrelerinde, son derecede uyumlu, sevgi dolu, örnek bir aile imajını sergiliyordu. Yıllar sonra bile Yaşar Bey’in, sarsılmaz sevgisiyle eşinin gözlerinin içine dalarak okuduğu şiirler; davranışlarıyla çevreye yaydığı duygu dolu esintiler, onları izleyenlerin, sürekli beğenisini kazanıyordu. Yaşar Bey ve Leyla Hanım, yeni yetişen gençlere, sevgi dolu bir bağlılığın ve sadakatin, canlı örneğini sergiliyorlardı. Yıllarca yuvalarındaki sevgi ve ilginin tazeliğini ve gücünü korumayı başardılar.
***
Bir gece yarısı, uzun uzun ısrarla çalan telefon, çifti yataklarından ayaklandırdı. Beklenmedik haberle sarsılan çift, alelacele üstüne başına bir şeyler geçirerek birlikte evlerinden fırladı. Bir sokak ötede, içtikleri suyun ayrı gitmediği çok yakın çocukluk arkadaşlarının, kalp krizi geçirmekte olduğunu, eşi Sevim Hanım’dan acı bir şekilde öğrenmişlerdi. Mete Bey ve Sevim Hanım, aynı zamanda, Hukuk Fakültesi’nden Leyla Hanım ve Yaşar Bey’in, yakın arkadaşlarıydı. Panik halinde ne yapacağını şaşırmış olan Sevim Hanım, eli ayağı birbirine dolanmış bir vaziyette cankurtaranı arayarak, arkadaşları gelene kadar arabanın, eve varmasını sağlayabilmişti. Cankurtaranda Sevim Hanım, imdadına yetişen candan arkadaşlarının teskin edici sözleriyle, biraz olsun yatışmış, yakınlarından aldığı güçle, zar zor soğukkanlılığını sağlamış, birlikten kuvvet alarak hastanede vereceği mücadelesine güç kazanmıştı. Dışarıda kar, lapa lapa yağıyor, karanlık camlardan geçen pörçük pörçük taneler, insanın içini soğuk dürtülerle ürpertiyordu. Acilden, saatler geçmesine rağmen henüz, hiç ses seda yoktu. Zaman geçmek bilmiyordu. Umutlu bekleyişin ateşi, yavaş yavaş sönmeye yüz tutmuştu. Kaygıyla geçen uzun bir sürenin ardından, Yoğun Bakım Ünitesi’nin kapısında görünerek hasta yakınını soran doktorun etrafına, hep birlikte ayaklanıp koştular. İlgili hekim’in:
—Hastaya, acilen kalp pili takılması gerekiyor, onaylar mısınız?
Sorusuna, hiç düşünmeden:
—Ne gerekiyorsa hemen yapın doktor bey! Cevabını verdiler. Orta yaşlı bayan hekim, beyaz önlüğünün eteklerini havalandıracak kadar hızlı attığı adımlarıyla, yoğun bakımın girişinde kaybolduğunda, içlerine akan bir sızıyla sarsıldılar. Bu müdahale, gelişmelerin iyiye gitmediğinin işareti olabilir miydi? Hiç bir şey konuşamadan dalgın gözleri, hep yoğun bakımının kapısına kilitli, saatlerce öylece kaldılar. Tan yeri ağarmaya başlamıştı. Artan trafik seslerine karışan, şehrin, yaşama uyanan sesleri, uzaklardan kulakları okşuyordu. Leyla Hanım, ayağa kalkarak bütün gece yağan karla, beyaza bürünen kente, hayranlıkla baktı. Yeni bir güne gözünü açabilmenin değerini, hiç bu kadar derinden duyumsayamamıştı. Ya sevgili arkadaşları, bu şansa sahip olabilecek miydi? O sırada Sevim Hanım da ayaklanmış, arkadaşının yanına gelmişti.
—İçerden hala ses seda çıkmaması, beni çok endişelendiriyor.
Diye, arkadaşına yakınıyordu. Güneş, kalın, beyaz bulutların arasından cılız ışıklarını şehre göndermeye başlamıştı. Etrafın beyaz örtüsünden yansıyan parlak huzmeler, göz alıyor; başka bir güzelliğe bürünen İstanbul’un aydınlığı, tarihi şehre, büyülü bir cazibe katıyordu. Farklı bir hekim, çehresine inmiş karışık bir ifadeyle kapıda görününce, herkes ona doğru atılıp söyleneceklere odaklandı ve nefesini tuttu. Doktor Bey:
—Elimizden geleni yaptık ama hastanızı maalesef kurtaramadık!
Diye, hiç akıllardan silinemeyecek cümlesini, söze getirdi. Sevim Hanım’ın, ciğerinden bir feryat koptu. Sendeler gibi olunca Yaşar Bey, onu tutmak için ayaklandı. Yaşar Bey’e yaslanan Sevim Hanım, kendini tutamayarak onun göğsünde, hüngür hüngür ağlamaya başladı.
***
O günden sonra Leyla Hanım ve Yaşar Bey, arkadaşlarını hiç yalnız bırakmadı. Tek çocuğu olan on sekiz yaşındaki oğulları Gediz’le Sevim Hanım’a, candan destek oldular. Sevim Hanım, avukatlık mesleğine, birkaç hafta tuttuğu yasının ardından devam etmeye koyuldu. Şen kahkahaları sönmüş, konuşkan kişiliği değişmişti. Yemyeşil gözlerindeki mutluluk, yerini, dalgın bir kedere bırakmıştı. İki aile, neredeyse her akşam bir araya geliyordu. Beste, Buse, Gamze kardeşler, yetim kalan Gediz’e destek vermeye azami çaba gösteriyordu. Pikniğe, gezmeye sinema ve tiyatroya, hatta alış verişe bile birlikte gidiyorlardı. Bu gelişmelerin yaşandığı sırada Beste, Hukuk Fakültesi’ni yeni bitiren bir gençle yakınlık kurmuştu. Beste, İngiliz Edebiyatı ve Dili Bölümü’nü yeni bitirmiş; uzun boylu, zarif, çok güzel, sarışın bir genç kız olmuştu. Sessiz ve suskun halinde, ince hareketlerle ve gözlerindeki derin, anlamlı ifadelerle, kendini ve söylemek istediklerini, son derecede anlaşılabilir şekilde ortaya koyabiliyordu. Güler yüzlü ve kendine güvenen duruşuyla çekiciydi ve saygı uyandırıyordu. Fakülteden mezun olduktan sonra Beste, evde tercümeler yapmaya başlamıştı. Bir avukatlık bürosunda çalışmaya başlayan avukat arkadaşı Üstün, ortadan uzun boylu, ela gözlü, sempatik ve zeki biriydi. Orta halli bir memur ailesinden geliyordu. Hayatı, genç yaşta anlamış, olgun biriydi. Çalışkan, sorumlu, mücadeleci ve iş bitiriciydi. Beste’nin güzelliğinden ve saygın savaşından çok etkilenmiş, ona, hayran olmuştu. Bir süre arkadaşlık ettikten sonra gençler, evlenmeye karar verince, ailelerde, hummalı hazırlıklar başladı. Beste’nin güzel bir yuva kurmakta olduğunu görmek, Yaşar Bey ve Leyla Hanım’a, ne derin bir saadet bahş edecekti! Anne ve babası, uzun yılları kapsayan zorlu bir mücadelenin sonucunda, kızlarının muradına erdiğini nihayet görebileceklerdi. Gelinliği içinde Beste, masal prensesleri kadar güzeldi ve mutluluk ışıltıları saçıyordu. Üstün de sevecen ve kendine güvenen tavırlarıyla, örnek bir aile reisi olacağının sinyallerini vermişti. Yaşar Bey ve Leyla Hanım, evlatlarını kutlamak için kucaklarken, bambaşka bir bahtiyarlığın içine gömülmüşlerdi.
***
Yaşar Bey, bir gece her zamanki dönüş saatinde eve gelmeyince eşi, birkaç saat sonra onu merak ederek pencerede beklemeye başladı. Tıp Fakültesi’nde son senesini okumakta olan en küçük kızı Gamze:
—Babam trafiğe takılmıştır, her zamanki gibi anne.
—Eli kulağında, gelmek üzeredir.
Diye, annesini yanına çağırarak pencereden uzaklaşmasını ve endişelenmemesini sağladı. Gamze, ertesi gün geçireceği sınavın hummalı hazırlığı içindeydi. Çok acıkmıştı ve midesi artık açlıktan asit üretmeye başlamıştı. Akşam sofrası saatlerdir öylece bomboş duruyordu. Yemekler, Yaşar Bey geldiği anda servise hazır tutulmak üzere, üçüncü defadır kısık ateşe konulmuştu. Ailede, akşam yemeklerinin önemi büyüktü. Aile bireylerinin, masa etrafında buluştuğu bu değerli zaman, sohbetin, birliğin ve paylaşımın yaşandığı hoş saatlerdi. Akşam yemeği, sabah kahvaltısının telaşından da arındığı için, mutlulukla geçer ve dinlendirici olurdu. Leyla Hanım ve Yaşar Bey’in ortanca kızı Buse, kendi gibi doktor olan bir gençle mutlu bir izdivaç yapıp yuvasını, baba evine bir saatlik mesafede kurduğu için, artık sadece Gamze, annesi ve babasıyla aile ocağını paylaşıyordu. Gamze:
—Anneciğim açlıktan midem kazınıyor artık,
Deyince, Leyla Hanım kızına şefkatle dönerek:
—Senin yarın imtihanın var güzel kızım.
—Yemeğini yemek için daha fazla beklememelisin ama ben, babanı beklemeye kararlıyım.
—Bir manisi olsaydı mutlaka telefon ederdi bana.
—O, yoldadır, gelir şimdi.
Dedi ve kızının yemeğini hazırlamak üzere mutfağa geçti. Yaşar Bey’in telefon etmeden bu kadar geciktiği, otuz senelik evlilik yaşamında görülmüş şey değildi. O yıllarda cep telefonu olmadığından Yaşar Bey’e ulaşmak mümkün olamıyordu. Leyla Hanım’ın içine korku, köklerini, sinsice salmaya başlamıştı. Aç bir ilaç, beklemekten yorulan Leyla Hanım, gece yarısı gelip çatınca, çaresizce polisi aradı. Eşi, düşüncesi tüyler ürpertse de trafik kazası geçirmiş olabilirdi! Leyla Hanım, saatler boyunca telefonun başından ayrılmayarak heyecan içinde, haber gelir ümidiyle bekledi durdu. Tık çıkmayınca, tek tek hastaneleri aramaya başladı. Hayalinde eşini, acilde sedye üstünde kanlar içinde düşündükçe, yüreği dayanamıyor, bayılacak raddelere geliyordu. Leyla Hanım, onca çabadan sonra, eşinin izine, hiç bir yerde rastlayamamıştı. Pencereye dayalı başı, heyecan ve meraktan baygın düşmüş olan içinin çekilmesiyle, arada bir soğuk camdan kayıyordu. Gün, ilk ışıklarını yaymaya başladığında Leyla Hanım, pencereden kalkıp yeniden telefonun başına geçti. Polisi, ümitle tekrar aradı. Eşinden hiç ses seda yoktu. Uykusuzluk ve açlığa endişe de bulaşınca Leyla Hanım, artık dermansız kalmıştı. Saatin yedi olmasını güç bela bekleyerek ve onlardan medet umarak kızlarının evini, telefonla aradı. Kızları, babalarının eve dönmediğini öğrenince, kaygıya düşmekle beraber, annelerini teskin etmeye gayret göstermişlerdi. Onlar da Dört bir yandan imkânlarını seferber ederek, eşleriyle birlik olup babalarını aramaya başladılar. Aradan dört tam gün geçmişti. Aile panik halindeydi. Babaları, acaba fidye almak için kaçırılmış olabilir miydi? Öldürülüp bir yere mi atılmıştı? Dördüncü günün akşamında Leyla Hanım, en sevdiği arkadaşı Sevim Hanım’a gidip konuşmak, acıdan kıvranan içini, en yakın candan dostuna döküp rahatlamak istedi. Sevim Hanım, genellikle hep Leyla Hanım’lara, kendisi müsait olduğunda uğrardı ama günlerdir şaşırtıcı bir biçimde sesi soluğu çıkmamış, tek bir telefon dahi etmemişti. İşten yorgun döneceğinin düşüncesiyle Leyla Hanım onu, genellikle kendi evinde ağırlar, hafta içinde arkadaşına gitmemeye özen göstererek, onu rahatsız etmekten kaçınırdı. Bu sefer, onun gelmesini beklemeden kendisi gitmeye karar verdi. Kederini, tasasını paylaşabilecek gerçek bir dosta, şiddetle ihtiyacı vardı. Leyla Hanım, üstüne başına her zaman aşırı özen gösteren biriydi. Uzun ve gür saçlarını, her zaman kendine yaraşır biçimde tarar; süslü tokaları ve yan taraklarıyla şekillendirir ve bu haliyle çok güzel ve alımlı görünürdü. Bu sefer içinden gelmediğinden, aceleyle hazırlanıp saçlarına tek bir hamlede fırça vurarak, arkadaşının arka sokaktaki evinin yolunu tuttu. Hızlı adımlarla ilerleyip sokağın başına doğru saptığında, az ilerde eşinin arabasına benzeyen bir Mercedes fark etti. Birden yüreği ağzına gelmişti!
—Ah keşke onunki olsaydı bu Mercedes!
—Ne olurdu?
—Bunun için nelerimi vermezdim!
Diye, iç geçirdi. Adımlarını, daha da hızlandırarak eve yaklaştığında, park halindeki arabanın plakasını net bir şekilde okuyarak gözlerine inanamadı:
—Herhalde eşim, evin sokağında yer bulamadığı için buraya park edebildi.
—Şükürler olsun!
—Yaşarım sonunda dönebildi!
Diye, sevinçle sekerek, nefes nefese, eşini karşılamak üzere evine, geri döndü. Kapıdan içeri girdiğinde, kızının da yeni gelmiş olduğunu görüp ona müjdeyi verdi:
—Gamze, Gamze!
—Baban, nihayet geldi!
—Arabasını gördüm.
—Birazdan burada olur!
Diye, Leyla Hanım, bir anda değişen taşkın, neşeli sesiyle etrafı çınlatıyordu. Gamze, ellerini yıkamış, annesinin yanına gelmişti.
—Sahi mi anneciğim?
—Oh ne iyi!
—Nerede gördün babamın arabasını?
Diye, merakla sorduğunda Leyla Hanım, kızına:
—Bir sokak ötede.
Diye cevap verdi. Gamze:
—O zaman niye hâlâ gelemedi babam anne?
Diye, pencereye koştu. Annesi de kızının arkasından telaşla cama yanaştı. Sahiden de sokakta, Yaşar Bey’den eser yoktu. Sözleşip anlaşmış gibi kendilerini, bir çırpıda kapının dışında buldular. Arabaya ulaştıklarında çevresinde Yaşar Bey’i göremediler. “Allah Allah!” diye meraklı gözlerle sorgulayıp birbirlerine bakıştılar. “Bu işte bir tuhaflık var.” diye akıllarından geçirdiler. Gamze, annesine dönerek:
—Belki Sevim Teyze, yine acil bir ihtiyacını, babamdan temin etmesini istemiştir.
— Babam da ona uğrayıp, sipariş ettiğini bırakıp, ondan sonra eve gelecektir.
—İstersen Sevim Teyze, işten dönmüş mü, gidip bir bakalım anneciğim?
Dedi. Annesi Gamze’ye:
—Zaten ben onunla dertleşmeye gidiyordum.
—Babanın arabasını görünce eve geri koştum.
Cevabını verince, Sevim Hanım’ın evine doğru hareketlendiler. Gamze, telaşla Sevim Teyzesi’nin zilini çaldı. Kapı uzunca bir süre açılmadı. Sevim Hanım’ın içerde olmadığını sanıp dönecek olduklarında, kapının yavaşça aralandığını görüp merdivenden gerisin geriye döndüler. Sevim Hanım’ın sadece kapı aralığından başı görünüyordu ve yüzü, daha önce karşılaşmadıkları bir şekilde allak bullaktı.
—Ah herhalde Yaşar Bey’in kaybolduğunu duymuştur.
—O da çok üzülüyordur.
Diye, zihinlerinden geçirdiler. Gamze:
—Annemle size uğramak istemiştik, babamın arabasını da gördük çok heyecanlandık.
—Biliyorsunuzdur.
—Birkaç gündür ondan hiç haber alamıyoruz.
Dediğinde, Sevim Hanım, garipçe müsait olmadığını kem küm ederek söylese de,
—Aşk olsun, biz yabancı mıyız Sevim Teyze?
Diyerek, Gamze, usulca kapıyı iteledi ve içeriye süzüldü. Annesi de kızının araladığı kapıdan nazikçe geçti. Portmantoda eşinin ayakkabılarını tanıyan Leyla Hanım:
—AA, eşimin burada olduğunu neden bize söylemiyorsun Sevim?
—Günlerdir kahır içinde olduğumuzu görmüyor musun?
Diye, ilk kez arkadaşına sertçe çıkıştı. Ana kız, salona doğru geçtiklerinde Yaşar Bey’i, salonda göremediklerine iyice şaşırdılar. Evdeki havadan ters bir durumla karşı karşıya geldiklerinden kuşkulanmaya başlamışlardı.
—Burada neler dönüyor Sevim Teyze?
—Babamı çağırır mısınız lütfen?
Diyen Gamze, sesini yükselttiğinde Yaşar Bey, salonun kapısında göründü. Kaç gündür karalar bağlayan eşi Leyla Hanım, ona kavuşmanın sevinciyle koşup, sevgiyle onun boynuna atıldı! Sevim Hanım’ın her zamanki yoğun parfümünün, kocasının üstüne sinmiş olduğunu fark ederek birden geri atıldı! Gamze de, Sevim Hanım’ın, babasının varlığındaki kıyafetini uygunsuz bulmuş ve gözlerindeki ifadesinden nem kapmıştı. Annesini de çekeleyerek kapıyı çarptılar ve dışarı fırladılar… Dört gün önce, Sevim Hanım, işinden dönerken unuttuğu bir acil ihtiyacını, Yaşar Bey’den almasını rica etmişti. Evine dönerken Yaşar Bey, bu paketi, Sevim Hanım’a bırakmak üzere uğramış, Sevim Hanım’ın davetini kıramayarak beş dakika içeriye girip kahve içmeye razı olmuştu. Giriş o giriş… Yaşar Bey, dört gündür evden adımını dışarıya atmamıştı.
***
Aradan aylar geçmiş, Yaşar Bey, evine dönmemişti. Sesi, soluğu dahi çıkmıyordu. Kızları annelerine kenetlenmişlerdi. Yıllardır, ailesine kol kanat germe uğrunda mesleğini icra edemeyen sevgili, biricik annelerinin etrafından hiç ayrılmıyorlardı. Her fırsatta onun yanına koşuyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Her gelişlerinde, annelerine belli etmemeye çalışarak elleri dopdolu geliyor, buzdolabının boşalmasına meydan bırakmıyorlardı. Küçük kardeşleri Gamze’nin son senesinde; sessiz sedasız, onun okul masraflarını, üstlenmeye başlamışlardı. Bu acı içinde bunca yıldır fedakârlık örneği sergileyen annelerine, bir de maddi yokluk çektirmeye hiç niyetleri yoktu. Leyla Hanım’ın, evlatlarının derin ilgisine rağmen kafası iyice karışıktı. Neşesinden eser kalmamıştı. Kızlarına hiçbir gün yakınmasa da, yemeden içmeden kesilmiş; kısa sürede bir deri, bir kemik kalmıştı. Bunun böyle süremeyeceğine karar veren kızları, önce annelerini, haftalarca süren bir çabayla babalarını affetmesi için ikna etmeye çalıştı. Bunu sabırla başaran üç kız kardeş, babalarına çok derinden içerlemelerini hiçe sayarak, bir gece onunla konuşmaya beraberce gittiler. Babalarına: Annelerinin, eşinin hatasını, affetmeye hazır olduğunu; kendilerinin de, babalarının eve dönmesini dört gözle beklediklerini; artık bu yanlışlığa dur demenin zamanının gelip çattığını, duygu dolu ifadelerle açıkladılar. Babaları, davetkâr bir ortamda, anlık bir zaaf gösterisinin tuzağına düşmüş ve bir daha sıyrılıp kurtulamayarak onun tutsağı olmuştu. Yaşar Bey, “annelerini ne çok sevdiğini, hayatının bütün güzelliklerini onunla ve çocuklarıyla yaşadığını” tekrar tekrar söylüyordu ama “eve artık dönmeye yüzüm tutmuyor! Diyordu. Çocuklar, çok mutlu ve başarılı olunduğunda bile insan iradesinin anlık yok oluşunun, bütün değerleri nasıl da tepe taklak baş aşağıya döndürdüğünü, çok acı çekerek ve kapanmaz büyük bir yara alarak öğrenmişlerdi. İnsan olmanın onurunu zedeleyen bu nahoş durumun yarattığı keder, ölüm eleminden de beterdi. Daha fazla orada kalmaya dayanamayan kızlar; teyze diye, saf sevgilerini açtıkları şeytani Sevim Hanım’a, anlam yüklü bakışlarını saplayarak, başları önlerinde, kös kös, babalarının yanından yenilgiyle ayrıldılar. Kederler içindeki Leyla Hanım’ın, ‘değerler evinin’ bütün taşları oynamış, yıllar boyunca emek, özveri, eğitim ve inançlarıyla oluşturduğu bu kutsal evi, temelinden yıkılarak harabeye dönmüştü. Uyurgezer gibi yaşıyor, dolaşıyor; sevgiye, aşka, hayatın tümüne karşı küskün yorumlarını, içinin karanlığında boğuyordu. Etrafındakilere kendi yazdığı içli şiirlerinden okuyor, dinleyenlerin gönlünü, hun ediyordu. Leyla Hanım, yaşadığı o geceden sonra, aylarca kendisiyle çarpışarak, kocasını asla affedemeyeceğini düşünmüş ama sonunda aşkı galebe çalarak, kızlarının da el vermesiyle, onu affedebileceğine karar almıştı. Ne hazindir ki, olgun özverisi de, durumu düzeltmeye yeterli olamamıştı. Leyla Hanım’ın, artık hayatının anlamı, sabırla ve umutla beklemek olmuştu. Eşini, yıllardır çok iyi tanıdığı için, “bir gün dönecek ve eminim, hatasının bu kör düğümünden kendisini kurtaracak!” diye kaymakta olan yaşamına, avuntuyla tutunuyordu.
***
Seneler devrildi gitti. Leyla Hanım, eşinden yıllarca ne bir haber, ne de tek bir telefon dahi alamadı. Leyla Hanım, bir sabah erkenden, her zamanki günlük yürüyüşüne çıkmıştı. Sabahın temiz havasını ciğerlerine doldurmak, daralan yüreğine bir nebzecik iyi geliyordu. Geçen yıllar, ruhunu, yaşadıklarının kargaşasından arındıramamıştı. Bir saate yakındır, dalgın dalgın, sokakları arşınlıyordu. O sırada, süratle sokağa dönen bir taksi, Leyla Hanım’ı son anda fark ederek ve arabanın hâkimiyetini kaybederek ona arkasından hızla çarptı, onun ince bedenini savurup havaya fırlattı. Leyla Hanım’ın iğne ipliğe dönmüş bedeni, acılar içinde kıvranarak yere çarptı, yığıldı. Acı fren sesine koşuşan insanlar, Leyla Hanım’ın feci halini görüp dehşete kapıldılar.
Oracıkta can veren Leyla Hanım’ın, bir zamanlar neşe saçan, o güzelim kıpır kıpır sevgi dolu mavi gözleri, yüreğine yıllarca hapsolan, umudunu tüketmiş derin ve dayanılmaz kederiyle, bir daha hiç açılmamak üzere acıyla kapanmıştı.
Ayşe Yarman Öztekin
’Yaşamda Yolculuk’’ 2009