- 952 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
260 - ANLATMAK ve ANLAŞILMAK
Onur BİLGE
Fırtına dinip, iki eski arkadaş, anlaşmaya varınca, kendi aralarında havadan sudan konuşmaya başladılar. Az önceki konuşmaları, aynı sözlerin, farklı anlamlandırılabileceği hususunda eşsiz bir örnekti. Konuşulanları, hafızama iyice kaydetmek için baştan sona kadar zihnimden geçirdim. Eve dönünce mutlaka kaydedecek, bir öykümde kullanacaktım.
Bu olay; bana, işaret diliyle anlaşmaya çalışan iki kişinin arasında geçen bir olayı anımsattı:
Birkaç asır önce Papa tarafından, tüm Yahudilerin Roma’dan gitmeleri kararı alınır. Yahudiler gitmek istemezler. Papa, Yahudilerin önde gelenlerinden biriyle dini bir müzakere yapılmasını teklif eder. Yahudileri, Moiz temsil edecektir. Papa ile Moiz’in dilleri farklı olduğu için birbirleriyle işaret diliyle anlaşmaya karar verirler.
Müzakerenin yapılacağı yere geldiklerinde önce bir süre bakışarak birbirlerini selamlarlar. Papa elini kaldırır, üç parmağı açık, ikisi kapalıdır. Moiz de işaret parmağını kakdırır. Papa, parmaklarını sallar ve kafasının çevresinde dolandırır. Moiz de parmağıyla oturduğu yeri gösterir. Papa, çantasından bir ekmek parçası ve şarap şarap çıkarır. Moiz de cebinden bir elma çıkarır. Papa ayağa kalkar:
_ “Pes ettim! Yahudiler kalabilir.” der.
Toplantı bitince kardinaller Papa’ya neler olduğunu sorar. Papa:
_ “Üç parmağımı havaya kaldırarak, kutsal üçlüye işaret ettim. Tek parmağını göstererek, iki dinin de tek tanrıyı tanıdığını hatırlattı. Parmaklarımı sallayıp başımın çevresinde dolaştırarak, Allah’ın etrafımızda olduğunu kastettim, oturduğu yeri göstererek O’nun, onların olduğu yerde de olduğunu iddia etti. Kutsal ekmekle şarap çıkararak, günahlarımızın O’nun tarafından affedileceğini anlatmaya çalıştım, bir elma çıkararak, cennette işlenen ilk günahı anımsattı. Söyleyecek bir şey bırakmadı. Ne yapabilirdim?” der.
Yahudiler de Moiz’i kutlamak için etrafını sarar ve onu soru yağmuruna tutarlar. Moiz:
_ “Bana üç parmağıyla, üç gün içinde buradan gitmemizi ihtar etti. Ben de ona: “Bir tek Yahudi dahi gitmeyecek!” demek için, işaret parmağımı gösterdim. Kenti, Yahudilerden temizleyeceğini anlatmaya çalıştı. Parmağımla olduğumuz yeri göstererek; aksine, burada kalacağımızı işaret ettim.” der. Daha sonra ne olduğunu sorarlar:
_ “Ben de anlayamadım. Papa kızdı. Öğleyin yiyeceklerini çıkardı. Ben de öğleyin yemek üzere yanıma aldığım elmayı çıkardım.”
İnsanlar konuşa konuşa, karıncalar koklaşa koklaşa anlaşır, bilirdik; kafa kafaya verip, duyargalarını birbirine değdirerek... Meğer onlar da konuşuyorlarmış. Aslında bilmemiz gerekiyordu onların konuştuklarını. Süleyman Aleyhisselam’ın ordularının oradan geçeceğini, birbirlerine söylediler. Tek ayeti reddedilirse, Kur’an’a iman kalmaz. Dinden çıkılır. Kur’an-ı Kerim’in tamamına inandık, iman ettik. Demek ki hayvanlar da konuşuyor. O peygamber de onlarla ve hatta cinlerle konuşuyordu. Peygamber Efendimiz de Resul-üs Sakaleyn’dir. İns-ü canın önderidir. Yani hem tüm insanların hem de tüm cinlerin peygamberidir. Onun da her yaratığın dilini bildiği söylenir. Sözün özü, karıncalar bile konuşa konuşa anlaşıyorlarmış.
Konuşmak, anlaşılmak için yeterli mi? Tabii ki değil. Mevlana Hazretleri:
_ “Ne anlatırsanız anlatın; anlattıklarınız, karşınızdakinin anlayabildiği kadardır.” diyor.
Bize bir şey anlatmaya çalışanı dinlerken, gereken sabrı gösteremiyor; onu, söyleyecekleri bitinceye kadar, dikkatle dinlemiyoruz. Giriş bölümünde denenlerden ne anlamışsak, kalanında ve hatta tamamında da onun kastedildiği zannına kapıldığımız için yanılgıya düşebiliyoruz. Oysa bazı konuşmaların da giriş, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.
Karşımızdakinin sözünü, çoğu zaman kesiyoruz. Bitirmesine fırsat vermiyoruz. Bu, her zaman tamamen saygısızlığımızdan değil, aceleciliğimizden de oluyor. Soru sormak veya savunma hakkımızı kullanmak istemek gibi son derece masum ve haklı sebepler de buluyoruz. Oysa sonuna kadar dinlemiş olsak, soru sormaya da savunmaya geçmeye de neden kalmayacak. Neyi, ne için söylemiş olabileceğini kestirebilmek için biraz da karşımızdakini tanımalıyız. Bize karşı niyeti ne olabilir? Karakteri ve genel ifade tarzı nedir? İyi niyetli, şakacı biriyse ve bize sık sık takılıyorsa, yine espri yapmaya çalışıyordur. Ercan Bey, Define’yi yıllardır tanıyamamış mı?
John ile annesinin arasında geçen konuşma, hayli ilginçtir. Annesi: "Haydi, kalk artık, John! Okula geç kalacaksın! Daha kahvaltını bile yapmadın!” diye seslenmiş. John, yataktan kalkmak istememiş, annesine nazlanmış. İnadına diğer tarafa dönerek, yorganı başına çekerken:
_ "Aman anne! Bugün canım okula gitmek istemiyor.”demiş. Annesi:
_ “O zaman okula gitmemek için bana üç sebep söyle!” diye üstelemiş.
_ “Peki!” demiş John. “Çocuklar benden hoşlanmıyor, hizmetliler beni sevmiyor, öğretmenlerse benden nefret ediyor! Bu durumda okula gitmem için üç sebep de sen söyle:
_ “Okula gitme zamanın, yaşın elliye geldi ve sen o okulun müdürüsün!”
Sonuna kadar dinlememiş olsaydık, bu konuşmanın başlangıcında John’u küçük bir çocuk sanacaktık. Fakat sabırla dinleyince gördük ki o, okulun müdürü...
Ercan Bey, tahammül göstermedi mi? Sabır taşı olsaydı, çatlardı! Neden anlaşamadılar? Define’nin muzipliği tuttu da ondan... Bu arada lafa giren ve kendisini ilk ağızdan ele veren Ercan Bey oldu. Oyuna gelmeseydi, özel hayatıyla ilgili hiçbir açıklama yapmasına da savunmaya geçmesine de gerek kalmayacaktı.
Savunmaya geçmek, karşıdakini ve söylediklerini önemsemek, bir nevi suçu kabullenmek demek. Hiç üstüne almasaydı, sözler havada uçuşacak, platform bulamayacaktı. Gülüp geçseydi, üzerine yönlendirilen felaket, teğet geçecekti. Telaşı, açıklama yapmasına; açıklama yapması, bir çuval inciri berbat etmesine sebep oldu.
Bu gibi durumlarda, kafa sallayarak geçiştirmeye, sona kadar vakit kazanmaya çalışmalıyım. Açıklama da yapacaksam, feveran da edeceksem, lafın sonunu beklemeli; konuya tam anlamıyla vakıf olduktan sonra tepki vermeliyim. Anlayamadıysam, konunun açıklığa kavuşabilmesi için söz kesmek ve soru sormak şartsa, üstü kapalı değil, açık ve net soru cümleleri kullanılmalı, aynı şekilde cevaplandırılmasını sağlanmalıyım. Anladığım ile kastedilen arasında fark kalmayıncaya kadar, sadece beni ilgilendiren konularda açıklama yapmamalı, kendimi ele vermemeliyim. Olayı önemsizleştirmek, üstüme almamak için asla savunmaya geçmemeliyim.
Virane Kafe, hayat okulu... Orada, hayatım boyunca gerekecek şeyleri öğreniyorum. Okulumdaysa, sadece iktisat ve ticaretle ilgili şeyler... Ya ticaret yaparım ya da yapmam; ticari ilişkilerim olur veya olmaz ama insani ilişkilerim mutlaka olacak ve bütün bu yaşananlarla tekrar tekrar karşılaşacağım.
Şu anda ben yazı mı yazıyorum? Evet, ama sadece yazı yazmıyorum, ders çalışıyorum. Yalnızca olayı anlatıp geçmiyor, üzerinde düşünüyorum. Neler olduğuna bakarak, nasıl olması gerektiğini bulmaya çalışıyorum.
Aynı olay karşısında, her insan; yaratılışına, yetişme tarzına; ailesinden, yakın çevresinden ve okulundan aldığı terbiyeye göre farklı tepkiler verir. Doğru olanı bulmaya çalışıyorum. Bu arada olaya sebebiyet vereni de eleştiriyor, onu da şakanın dozunu ayarlayamamakla suçluyorum.
Küçükler bile herkesin yanında kınanmaz. Hatası yüzüne vurulmaz. Orada mümkün olduğunca örtmek, bir münasip zaman ve yerde gururunu kırmadan, uygun bir dille uyarılır. Define, büyüğüm... Orada ona ne diyebilirdim ki?
Her ne kadar İstanbul kaldırımı çiğnemiş, feleğin çemberinden geçmiş, hayatın her türlü sillesini yemişse de eğitim almamış, bir yanı eksik kalmış bir adam... Kaş yaparken göz çıkarması doğal... Ercan Bey öyle değil. Yan yana geldiklerinde Hacivat’la Karagöz’e benziyorlar.
O konuşma, her ne kadar iyi niyetle yapıldıysa da karşılıklı her iki tarafın hatalarıyla dolu. Her şeyden önce, ne kadar samimi olurlarsa olsunlar, başkalarının yanında gerçekleşmemesi gerekirdi. Gölge oyunu olarak oynatılabilir, skeç şekline getirilebilir, bir perdelik oyun halinde sahnelenebilir.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE MASALLARI
YORUMLAR
“Ne anlatırsanız anlatın; anlattıklarınız, karşınızdakinin anlayabildiği kadardır.” diyor.
Bize bir şey anlatmaya çalışanı dinlerken, gereken sabrı gösteremiyor; onu, söyleyecekleri bitinceye kadar, dikkatle dinlemiyoruz. Giriş bölümünde denenlerden ne anlamışsak, kalanında ve hatta tamamında da onun kastedildiği zannına kapıldığımız için yanılgıya düşebiliyoruz. Oysa bazı konuşmaların da giriş, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.....
evet cok güzel anlatmissin
Aynı olay karşısında, her insan; yaratılışına, yetişme tarzına; ailesinden, yakın çevresinden ve okulundan aldığı terbiyeye göre farklı tepkiler verir.
evet katiliyorum.
kimisi üsluba uygun olur kimisi saldirgan.yetistirilme tarzi önemli her yerde
Küçükler bile herkesin yanında kınanmaz. Hatası yüzüne vurulmaz. Orada mümkün olduğunca örtmek, bir münasip zaman ve yerde gururunu kırmadan, uygun bir dille uyarılır.
evet
Nietzsche : En insancıl davranış nedir? -Birisinin utanmasını önlemek.
buda nezaket nedir insanlik nedir bilene mahsustur sanirim.
cok güzeldi cok begenerek okudum.
yüregine saglik sevgim sonsuz
Onur kardeşim bütün yazılarınızı zevkle okuyup ,her birinden kendime pay çıkarıyorum.Sözlerinize aynen katılıyorum.Hangi yaş grubundan olursa olsun ,küçük büyük yapılmakistenen ikazlar tatlı bir dille;o kişi tenha bir yere çekilerek yapılırsa , incitici olmuyor,kalbler kırılmıyor.Çok başarılısınız sevgilerimle..