- 955 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Anne Yüreği (40)
Yine kendisiyle baş başa kalmıştı. Tüm hücrelerine kadar yorgun olmasına rağmen bir türlü uyuyamıyor, Mustafa’nın yaptığı olayın, Yasemin’in üstünde bırakacağı etkiyi düşünüyordu. Soba sönmeye yüz tutmuş, evin içi soğumuştu. Odunu çok az alabilmişti bu yıl. İdareli gitmek zorundaydı. Kış aylarında, yaz ayında olduğu gibi çok fazla çalışamıyordu. Gül hanımın yatırdığı para, çocukların okul masrafına iyi geliyordu. Yatak odasından battaniyeyi alıp, altına girdi ama yine ısınamıyordu. “off..! Bu kadar soğuk da yakmazsam çocuklarımı da üşütmüş olurum. O zaman daha kötü olacak. Odun biterse kilo işi alırım. Kalkıp köz sönmeden birkaç odun atayım sobaya, odanın soğu kırılsın” diyerek kalktı, kapı girişinden odun alıp sobaya attı. Birkaç dakika sonra sobada sönmemiş olan közle, kuru olan odunlar tutuşmuş, soğuyan oda yeniden ısınmaya başlamıştı.
Oda ısınmasına rağmen bir türlü uyku tutmuyordu Ayşe’yi. Gece lambasını kapatıp, yine perdesini çekmiş, gecenin karanlığında, gökyüzüne bakıyordu. Yıldızlara seslendi.” Siz ne kadar çoksunuz bu akşam. Küçük, küçük ışınlarınız yeryüzünü aydınlatmasa da, biz insanlara, yukarıdaki varlığınızla umut veriyorsunuz. Milyonlarcasınız semada ve hiç birbirinizi yalnız bırakmıyorsunuz. Oysa ben kendimi çok yalnız hissediyorum şu koskoca dünyada. Henüz yaşım yirmi altı. Yirmi yedime yeni giriyorum. Çok genç olmama rağmen dünyanın bütün yükü sırtımda sanki. Artık o kadar ağır gelmeye başladı ki taşıdığım yük, bir gün altında kalacağım ve o zaman elimden tutup kaldıran kimse olmayacak yanımda. O yükün altından kalkamazsam, siz yardım edersiniz değil mi yıldızlar? Tutup elimden kaldırır mısınız beni, düştüğüm yerden?” diye sesli düşünürken, gözlerinden yağmur yağmaya başlamıştı bile. “Mustafa olayı anlatırsa, Yasemin ne yapacak, esas önemli olan bu Ayşe hanım. Kendine gel. Bencillik yapma zamanı değil. Yalnız değilsin. Üç tane aslan gibi evladın var yanında.” diyerek kendini telkin ediyordu.
Bu akşam saatler geçmek bilmiyordu. Ne zaman, akrep ve yelkovana baksa, aynı yerinde sayıyordu sanki. Düşüncelerinden sıyrılmak için, başlayıp da henüz bitiremediği, Reşat Nuri GÜNTEKİN’İN, Çalıkuşu kitabını yeniden eline aldı. Feride’nin yaşadıklarını okuduktan sonra, kendi yaşadıklarının çok ağır olmadığına karar vermiş olmasına rağmen yine düşüncelere dalmıştı. Eğitim ve öğretimin insanlar üstünde neler bıraktığını ve kadınların büyük bir kararlılıkla işlerin üstüne gitmesinin ne kadar önemli olduğunu sorguluyor, Yasemin’in de bu konuda kararlı olması gerektiğini düşünüyordu.
Ayşe, Henüz ilkokula başlamamıştı. Henüz altı ya da yedi yaşındaydı. Yüz elli haneli köyde, iki tane cami var, fakat tek bir okul yoktu. Kaymakam olduğunu sonradan öğrendiği, genç biri köye gelmiş, köy halkına hitaben konuşma yapmış “ Bu köye tek cami yeter, ikinci camiye gerek yok. Onun yerine, çocuklarımızın okuyabileceği, iki, üç derslikli bir okul yapılsın” demiş, ağanın yüzünden kimseyi ikna edememişti.
“Ne okuluymuş, ibadet yaparak, cennete gitmek varken, okul denen damlarda boşa zaman harcayıp, cehennemin anahtarını mı alacaklar? Okuyup da ne olacak? Başımıza daha büyük bela mı açacanız? Benim, tarlalarda çalışacak ameleye ihtiyacım var. Doğurup doğurup, ırgat yetiştireceniz, anadınız mı? Bu adam kafir, din düşmanı. Devlet bunun gibi kâfirleri nerden bulup da gönderi buralara anamim. Bunlar gibi kâfirlerin boynundan asacan ki, örnek olacak başkalarına. Bi daha okul okul diye tutturamasınlar” diye, kaymakam köyden ayrılırken arkasından söylemiş, tüm köy halkı korkudan susmuştu.
Köyün imamı, ileri görüşü, Cumhuriyetçi ve aydın biri idi. Köye, imam olarak atandığında, ağa onu parmağında oynatacağını düşünmüş ama yanılmıştı. İmam gerçekten, büyük küçük demeden, herkese dinini öğretiyor, darda kalanlara yol gösteriyor, çocuklara derslerinde yardımcı oluyordu. Köydeki tüm çocuklar, imamın etrafında fır dönüyor, onun anlattığı ATATÜRK ile ilgili tüm hikâyeleri, can kulağı ile dinliyorlardı. Ayşe bile kaç defa o hikâyeleri dinlemişti. Ayşe’nin hiç unutmadığı, ATATÜRK ile ilgili anıları anlattıktan sonra hemen bitirmez, son noktayı ATATÜRK’ÜN vecizeleri ile koyardı hoca. Hatta, vecizelerden birini hiç unutmamış, ilk okumayı ve yazmayı öğrendiğinde defterinin kenarına yazmıştı.
“Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan, birinci ordunun elde ettiği kazançlar sönük kalır. Milletimizi gerçek kurtuluşa ulaştırmak istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce, büyük, kusursuz, nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunluluğunda bulunduğumuzu inkâr edemeyiz.” Mustafa Kemal ATATÜRK
Kaymakamın ardından, ağanın neler söylediğini duyan hoca;
”Ben de size aynı şeyleri söylüyorum ne zamandan beri, bir camiyi bile dolduramazken, ikinci caminin yapılması yanlış diye. Çocuklar bizim geleceğimiz. Onlara iyi bir eğitim vermek zorundasınız. Okul yapalım hep birlikte, ağayı dinlemeyin sakın. Bakın ATATÜRK ne diyor"
“ Okul genç beyinlere; insanlığa hürmeti, millet ve memleket sevgisini, şerefi, bağımsızlığı öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için takip edilecek en uygun, en güvenli yolu öğretir. Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer bilgin olmaları lazımdır. Bunu sağlayan okuldur. Ancak bu şekilde her türlü girişimin mantıklı sonuçlara ulaşması mümkün olur”
Demiş olmasına rağmen, köylü ağanın korkusundan, karşı çıkamamıştı, ikinci caminin yapımına. Bu konuşmadan sonra, ağa, imamı da kâfirlikle suçlamış, hakkında türlü dedikodular çıkartarak, o köyden gitmesini sağlamıştı.
Köyde, en az elli çocuk vardı. Yaz, kış demeden, beş, altı kilometre uzaklıktaki okula, okuma yazma öğrenmek için yürüyerek gidiyorlardı. Kaymakam, köyde okul yapılması için çalışmalar başlatmış, ağa kendisi gibi düşünen örümcek beyinli ağaların, el el vermesiyle, kaymakamı ilçeden sürdürmüş olmalarından dolayı, okul bitirilememişti. Lâkin
okul binası olmayan köye, genç bir kız, öğretmen olarak atanmıştı. Köy muhtarı, ağanın kuklasıydı. O ne derse, o olurdu. Genç kız, köye gelip, okul binasını sorduğunda, büyük baş hayvanların barındığı, tezek kokan ahırı, derslik olarak göstermişti muhtar. Öğretmen, bu duyarsızlık karşısında ne yapacağını şaşırmış, bir an oradan çekip gitmeyi düşünmüş, sonra aklına ne geldiyse, gitmekten vazgeçmişti. Köyde, tamamlanmış ama kullanılmayan köy evi dikkatini çekmiş, orayı okul yapmaya karar vermişti, karşı çıkmalara rağmen. Kaymakamlıktan izin almayı başarmış, tek başına, köy evini, okul yapma çabasına girişmişti. Kimse yardım etmiyordu. Öğretmenin köye gelişinin haftası olmuştu. Ayşe’nin annesi, Çiçek hanım, sabahın ilk ışıklarıyla, Ayşe’yi eline alıp, doğruca köy evine gitmiş, öğretmen hanım gelmeden çalışmaya başlamıştı. Ayşe’de, küçücük elleri ile yardım ediyordu annesine. Öğretmen, Çiçek hanımı görünce, boynuna sarılmış, hıçkırarak ağlamaya başlamıştı.
“Bu gün vazgeçmiştim uğraşmaktan, gidecektim buradan. Sizin gelişiniz, bana yeniden umut oldu” diyerek, Ayşe’yi kucağına almış, küçücük ellerini, avuçlarının içine alıp defalarca öpmüştü.
Çiçek hanım geldikten bir saat sonra, köyün hanımları birer birer okul binasına dökülmüşlerdi. Kimisinin elinde kazma, kimisinde bez, kimisinde kova, kimisinde boya fırçaları v.s okulu adam etmek için ne gerekiyorsa ellerine alıp, okul kapısından içeri girmişlerdi. Kadınlar, öyle çalışıyordu ki, kadınların eşleri okula gelip, o kadar kişinin önünde karısını dövmesine rağmen, kadın yılmamış, “Bu okul olacak ve bizim çocuklarımız burada okuyacak” diye rest çekmişlerdi.
Erkeklerin hiçbir yardımı olmadan, kadınların çabası ile iki günde, okul tamamlanmış, kaymakam kasabadan, okul için gerekli materyalleri göndermiş, jandarma da boş durmamış, okul sıralarını temin etmiş, hepsini askerlere taşıttırmıştı. Köy evi, üç, dört gün içinde eğitime hazır hale getirilmişti. Anneler, yaptıkları eserin gururu ile kız ve erkek çocuklarını, köylerindeki okula, büyük bir mutlulukla göndermişlerdi. Artık, çocukları soğuk kış aylarında, kilo metrelerce yürümeyeceklerdi. Ayşe’de, o zaman başlamıştı ilkokula. O küçücük öğretmen, gündüzleri çocukları okutuyor, akşamları da okuma yazma bilemeyen kadınlara, okuma yazma öğretiyor, yorulmak nedir bilmiyordu. İlk zamanlar istenmeyen öğretmen, zamanla köylünün sevgilisi oluvermişti.
“Annemin ve köydeki kadınların bize anlatmak istediği en güzel şey, kadının yapamayacağı hiçbir şeyin olmamasıdır. O kadınlar, o kadar dayak yemelerine rağmen, geri adım atmadılar ve köyümüze okulu getirdiler. Eğer anneciğim, babama rest çekip, o sabah gitmeseydi, belki ben ve diğer kızlar da ilkokulu bile bitiremezdik.” diye geçirdi içinden.
“Çalıkuşu Feride, beni nerelere götürdü. İnsan yaşadıkça anlıyor, kitapların gerçek yaşamdan alındığını”
Bu düşünceler içinde, sobanın vermiş olduğu sıcaklıkla, uyuyakalmış, elindeki kitap yere düşmüş, ışık açık kalmıştı. Soba sönmüş, üstü açık olduğu için titreyerek uyanmış, koşarak çocuklarının yanına sığınmış, onların sıcaklığı ile yeniden uykuya dalmıştı.
Devem Edecek
YORUMLAR
“Annemin ve köydeki kadınların bize anlatmak istediği en güzel şey, kadının yapamayacağı hiçbir şeyin olmamasıdır. O kadınlar, o kadar dayak yemelerine rağmen, geri adım atmadılar ve köyümüze okulu getirdiler. Eğer anneciğim, babama rest çekip, o sabah gitmeseydi, belki ben ve diğer kızlar da ilkokulu bile bitiremezdik.” diye geçirdi içinden.
Türkan Hanım, aslında imamlarımızın da, canla başla çalışan bilgili ve görgülü insanlar olduğunu yazmanız çok güzel. El ele verilince aşılamayacak sorun yoktur. Bunu yazınızda güzel işlemişsinzi. kutluyorum. sevgiler.
Merhaba.
İlgiyle okumaya devam ediyoruz romanınızı. Bütün doğallığı ve akıcılığıyla devam ediyor. İdealist öğretmenlerin, onlara inanan yürekli annelerin ellerinden saygıyla ve hürmetle öpüyorum.
Bu memleket halen ayakta duruyorsa ve yıkılmıyorsa yine de böyle yürekli insanların sayesinde duruyor.
Kutluyorum Türkan hanım.
Saygıyla selamlar.
Her bir yazı yeni bir yaramız; ama sadece yarayı göstermek değildir meziyet, sıkça yapılsada bu şu an yaşadığımız toplumda, usta kalem en makul çözümleride sunuyor beraberinde akla en uygun ve en geçerli olanı.
Köylerdeki eğitim sorunlarımızın, orada yaşayanlar tarafından nasıl canla başla çalışıp çocukları için bertaraf edilmeye çalıştığını anlatmış kalem; ki bütün var olan zihniyetsiz etkenlere rağmen. Ara ara haberlerde izlemekteyiz hala çok uzak olmadığını görmek güzel gönül başka şeyler istiyor ama sanırım kötünün iyisini seçmek gibi bir durum yani bakımsızlık ilgisizlik gibi nedenlerden ötürü kapanan bir okulu görmektense bu durumu yeğ tutuyoruz.
Ve sanıldığı gibi imamların çokta eğitim düşmanı olmadığı bir imamın hangi özelliklere sahip olması gerektiğini nasıl güzel resmetmiş, ve Atatürk'ün vecizeleri...
Tebrik ederim duyarlı kaleminizi Türkan hanım.
Saygılarımla.
koloni tarafından 12/24/2009 4:05:57 PM zamanında düzenlenmiştir.
“Annemin ve köydeki kadınların bize anlatmak istediği en güzel şey, kadının yapamayacağı hiçbir şeyin olmamasıdır. O kadınlar, o kadar dayak yemelerine rağmen, geri adım atmadılar ve köyümüze okulu getirdiler. Eğer anneciğim, babama rest çekip, o sabah gitmeseydi, belki ben ve diğer kızlar da ilkokulu bile bitiremezdik.” diye geçirdi içinden.
“Çalıkuşu Feride, beni nerelere götürdü. İnsan yaşadıkça anlıyor, kitapların gerçek yaşamdan alındığını”
DEĞERLİ YAZAR ARKADAŞIM,GERÇEKLERİ YANSITMIŞSNIZ.KUTLARIM.BU YURDUN YAZINIZDA BELİRTTİĞİNİZ GİBİ AYDIN İMAMLARA,ÖĞRETMENLERE,V.B.LARINA İHTİYAÇLARI HER ZAMAN VARDIR...
SELAMLAR...