- 1041 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
259 - SABIR ABİDESİ
Onur BİLGE
Define bir âlemdir. Keyfi yerinde olduğu zaman konuşur da konuşur, anlatır da anlatır. Bazen de dişine uygun birini buldu mu sataşır da sataşır! Ercan Bey de sözünün geçtiği birisi... Yakasını bırakacak gibi değil. Gayet anlayışlı görünerek, gülümseyerek, o kadar tatlı bir dille söylüyor ki diğeri kızsa da bağırıp çağıramıyor, kalkıp gidemiyor.
_ “Ama onunla olan aşkınızı herkes biliyor. Dile düşmüşsünüz, bir kere!.. Artık saklanacak yeri kalmamış ki!.. Çocuklar yabancı değil. Onlar da bizden. Öyle değil mi çocuklar? Biz, anlayışlı insanlarız. Böyle şeyleri tabii karşılarız. Hele ben aşk şairiyim. Semiray da aşk şairi... Aşka saygılı insanlarız. Rahat olun, efendim! Rahat olun! Burada, dostlarınızın arasındasınız.”
_ “İlişkinin başka, aşkın başka şey olduğunu çok iyi bilirsiniz. Siz böyle değildiniz. Bugün ne oldu size? Kendinizde misiniz? Kuzum, siz beni delirtecek misiniz!..”
_ “Tabii kendimdeyim, efendim. Burada bir şeyler paylaşmaya çalışıyoruz. Ne diyordum? Ha, hatırladım. Sizinki bambaşka!... Ölümüne!.. Öyle muhabbet görülmemiştir! Sıradan aşklara benzemez, öyle adım başına rastlanan... Pazara kadar olanlara... Mezara kadar... Ah!.. Bilmez miyim?”
Ne sabırlı adammış! Biz put kesildik, dinliyoruz. Tahammülüne hayran kaldık. Olgunluk bu olsa gerek. Hiç efendiliğini bozmadan, sakin olmaya çalışarak konuşmaya devam ediyor. Sıradan biri olsaydı, neler yapmazdı!..
_ “Kıskandınız mı, efendim? Yoksa siz de mi aynı dertten muzdaripsiniz?”
Dede, kendisine acındırmaya çalışır gibi boynunu büktü. Sesine de acıklı bir hava vererek:
_ “İki kişiye bir börek, bana ne gerek? Öyle de... Kıskanılmayacak gibi değil ki!.. Kanınıza girmiş, bir kere!.. Canınıza işlemiş!.. Ah!.. Öyle bir aşkım olsaydı!.. Kim istemez!”
Sabır abidesi, daha da yumuşak bir sesle olgunluğunu sergilemeye devam ediyordu. Yüzünün rengi biraz açılmış, alnında boncuklanan terleri mendiliyle sile sile nihayet yok etmişti.
_ “Ben sizinin aşklarınızı kıskandım mı? Saygıyla dinledim. Allah, herkese mutluluk versin!”
_ “Evet, hem de nasıl!.. Kıskandınız tabii ki! Aldığınız ruh terbiyesi müsaade etmiyor da ondan itiraf etmiyorsunuz.”
Tahammülüne hayran kalmış, ağzımız açık dinlemekteydik. Acaba ne diyecek? Şimdi kızdı, şimdi kızacak! Aksine giderek sakinleşmekteydi.
_ “Daha neler? İftiranın püsküllüsü... Arkadaşımın mutluluğu, benim mutluluğumdur. Aksine memnuniyet duydum, efendim.”
_ “Benim sevdam da kıskanılmayacak gibi değildi, hani!”
_ “Evet. Tamam. Öyle olsun. Kıskandım. Mutlu oldunuz mu efendim? Ne olur başka şeyler konuşalım. Az bir vaktim var zaten.”
Define, daha samimi, daha dostça bir yüz ifadesi ve daha yumuşak bir sesle inadında durmaya devam etti.
_ “Siz benim yakın arkadaşımsınız. Sizin derdiniz, benim derdim! Haliyle özel hayatınız hakkında bir şeyler soracağım. Yoksa arkadaşlığımızın sağlamlığından şüpheye düşer, çocuklar. Onca ilacı onun yüzünden alıyorsunuz. Her gün iğne de var, değil mi? O, hücre hücre içinize işlemiş, iliklerinizde, kemiklerinizde dururken, daha başka ne konuşabiliriz? Şu anda en mühim mesele bu!”
_ “Anneme gideceğim. Moralimin bozulmasını istemiyorum. Kaşımı çatık görmeye tahammül edemez. İki saate kadar gelip alacaklar, zehir etmeyelim şu kısa anı. Huzur verici şeylerden bahsedelim. Neler konuşabiliriz! Çevremizdekileri de sıkmayalım.”
Define, tasdiklercesine başını salladı. Acaba sataşmaya son verecek miydi? Çok inatçıdır, bildiğim kadarıyla. Sanmıyordum ama kendisini nasıl frenleyeceğini de merak ediyordum. Dönüşü olmayan bir yola girmişti.
_ “Duygu! Tüp geldi, bağlandı. Açılışı yapalım! Birer kahve yapıver bize. Arkadaşım sade içer. Benimki de sade olsun! Hadi kızım! Ercan Bey çok sever.”
_ “Zaten ne içeceğinizi soracaktım ama araya girmek, sözünüzü kesmek istemedim. Hemen...” dedi duygu.
_ ”Efendim, nerde kalmıştık? Epeydir gelmediniz. Çok bekledim, sizi. Şeker Hanım izin vermedi galiba. Hem rahatsız ediyor, hem de rahatsız edilmek istemiyor! Üzüntüye gelemezmiş, haspam!..”
Define’yi bu zamana kadar tanıyamamış mıydım? Sabır taşı olsa çatlardı! Güngörmüş insanın hali başka oluyor. Bu savaşın galibi kesinlikle belli oldu. Dede, sataşma kılıcını ustalıkla kullanıyordu ama Ercan Bey, sabır kalkanını çok daha büyük bir ustalıkla kullanıyordu. Bence kılıcı kıracaktı.
_ “Arkadaşım, öğle yemeğinden sonra üzerime bir rehavet çöküyor. O nedenle öğleden sonra biraz kestirmeye alıştım. Kalktığımda, bir de bakıyorum, akşamüstü oluvermiş! ‘Giyindim, hazırlandım, ettim...’ diyinceye kadar, akşam olacak. Çıktığıma değmeyecek. Günler de epey kısaldı. Gündüzler bir avuç... O nedenle epeydir dışarıya çıkamadım. Şimdi de annemin sayesinde...”
_ “Ben her zaman uyanığım.”
_ “Biliyorum efendim. Zatıâliniz, uyanık geçinir. Eski uyanıklardan kim kaldı?”
_ “Ben öyle her zaman uyumam. Öğle sonraları güzellik uykusuna yatma alışkanlığım da yoktur. Gelseniz de arada tavla falan oynasak ama siz Şeker Hanım’ın koynundan çıkıp gelemediniz ki şöyle gönlümüzce biraz laflayalım!..”
_ “Ben size, on yılı aşkın bir zamandan beri ayrı odalarda yattığımızı söylemiştim. İyi hatırlıyorum. Bunu bildiğiniz halde, bana neler söylüyorsunuz!”
_ “Hayır! Yalan söylemeyin, lütfen! Ondan ayrı nefes bile almıyorsunuz!.. Herkes ayrılır, siz bir an bile ayrılamazsınız!.. Onunla mezara gireceksiniz!.. Şeker Hanım!.. Şeker Hanım!.. Bırak artık arkadaşımın yakasını!..”
_ “Ben yalan söylemiyorum ama siz ille de beni yalanlama gayretine düşüyorsunuz, bunu da hayretle karşılıyorum! Artık itiraz etmeyecek, sizi ikna etmeye çalışmayacağım. İstediğinizi söyleyebilirsiniz.”
_ “Hah şöyle!.. Aşkınızı itiraf edin, de kurtulun!.. Siz de rahat, ben de rahat! Öyle değil mi çocuklar?”
Biz, şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Bir de onaylamamızı bekliyordu. Sözleşmiş gibi aynı anda dudak büküp, omuz silktik. Zavallı adamcağız, tahammülünün son safhasındaydı.
_ “Nasıl düşünüyorsanız öyle düşünün ama bana eziyet etmeyin! Buradaki gençlerin içinde rezil oldum! Arkadaşlığa sığar mı bu yaptığınız? Yazıklar olsun!..”
Define amma da pişkinmiş! Sanki o kadar eziyet eden o değil de başkası... Diyor diyor, dediğini diyor!
_ “O eziyet ediyor, ben değil... Onun ettiği eziyeti kim edebilir? Şeker Hanım, hastalık halini almış sizde! Kronikleşmiş!..”
_ “Bana zulmettiğiniz yeter! Onca yıllık dostluğumuzu unutup, ben de ağzımı açacağım ama kıyamıyorum. Yarın yine yüz yüze bakacağız! Bugün size ne oldu böyle? Benim cemazi- ül evvelimi neden karıştırıyorsunuz? Vallahi, bütün bunları başkası söyleseydi, derhal burayı terk ederdim ama size kıyamam! Beni sevdiğinizi bilirim, ben de sizi çok severim. Neşeniz yerinde! Daim olsun! İstediğinizi diyebilirsiniz!.. Zaten yeteri kadar rezil oldum! Diyiniz, efendim! Çekinmeden her şeyi uluorta söyleyiniz! İçinizde kalmasın! Pilavdan dönenin, kaşığı kırılsın!..”
O sırada Duygu, elinde kahvelerle geldi, önlerine birer fincan bıraktı.
_ “Hastalık! Hastalık!.. Ah! Ah!.”
_ “Boğazına parmağınızı sokun, iyice kusun da içinizde kırıntısı kalmasın! Her şeyi çıkarın, rahatlayın!..”
Bu defa da şarkı söylemeye başladı.
_ “Bu ne sevgi ah! Bu ne ıstırap!..”
_ “Tahrik mi etmek istiyorsunuz? Kahvenizi de içmeyeceğim, kalkacağım, daha üstüme gelirseniz! Haberiniz olsun!”
_ “Anlamadınız, ben eşinizden dostunuzdan bahsetmiyorum ki!.. Yanlış anladınız.”
_ “Neyi anlamadım?”
_ “Şeker Hanım’dan bahsediyorum, hani o yakanıza yapışan afetten...”
_ “Ne yapayım? Bırakayım da sokağa mı düşsün? Bunu mu yapmamı istiyorsunuz?”
_ “Anlamazsınız tabi... İşinize gelmiyor. Ah, bir atabilseniz!.. Bir kurtulabilseniz ama nerde? İmkânı yok!.. O sizden bir an bile ayrılmaz!.. Ne kadar mutlu olurdunuz!..”
_ “Siz, benim yerimde olsanız, yapar mıydınız?”
_ “Ah! Keşke mümkün olsaydı da boşayıp kurtulabilseydiniz! Ne kadar isterdim bunu, anlatamam!.. Hem de üç talâkla!..”
_ “Efendim, biz evli değiliz ki onunla, boşayayım! Ben evliyim, biliyorsunuz.”
_ “Yapabilseydim, yapardım!.. Tekme tokat atardım dışarı!.. Ah, bir elimde olsa, ona yapacağımı ben biliyorum ya!.. Elimden bir şey gelmez! Allah öyle takdir etmiş!.. Artık yapacak bir şey yok! Derdi satın almışsınız, bir kere!..”
_ “Verilecek cevap çok ama hiç birinin gereği yok, diye düşünüyorum. Haydi, zehir zıkkım ettiğiniz şu kahvelerimizi içelim! Ben de sevine sevine gelmiştim, yanınıza...”
_ “Neyse, Allah başka dert vermesin!.. Ensülinle falan idare edersiniz artık! “Ölsem de kurtulmam, ben bu yaradan... “ diye şarkı söylersiniz artık, başka ne yapacaksınız? Onunla yaşamaya alışmış olmalısınız.”
_ “Siz, neyin ne anlama geldiğini, kendi hayatınızdaki yaşam kesitlerinde daha rahat bulursunuz. Duygu Hanım, elinize sağlık, kızım. Okkalı olmuş!”
_ “Efendim, anlamadınız!”
_ “Anlamam, hani anlayışsız adamın biriyim ya…”
_ “Ben sevgilinizden değil, başından beri hep hastalığınızdan söz ettim. ‘Şeker Hanım nasıl?’ dedim. Kaça düştü? Baştan hatırlamaya çalışın, dediklerimi, lütfen! Sizin şekeriniz o mu? Başka şeker bilmiyor musunuz? Niçin onu kastettiğimi sandınız?”
_ “Öyle olsun!”
_ “Vallaha, şekerinizi kastettim. Dramatize ederek sordum, sadece. Espri olsun, diye.”
_ “Yani dalganızı geçtiniz, bana da yutturdunuz, öyle mi? Çok safım! Hem de aptallık derecesinde!”
_ “Estağfurullah, efendim! O nasıl söz? Söz oyunu, benimkisi... Biraz eğlenelim, hoşça vakit geçirelim istedim, o kadar. Her ne kadar sürç-ü lisan ettiysek, af ola!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ
YORUMLAR
Bu öykünün kahramanlarini tanimiyorum. Birkac gün okuyamayinca ne kadar cok sey kacirmisim!
Sabretmem gerektigi zamanlar besmele ceker, derin bir nefes alirim. Gercekten cok ise yariyor. Insan sabrettigi icin kendini daha güclü hissediyor...
Her zamanki gibi yararli bir konu islemissin yazaricem. :)