- 5341 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ATATÜRK’ÜN IŞIĞINDA ÇAĞDAŞLAŞMAK
Çağdaşlaşma kavramı, içinde bulunduğumuz zamanın gereklerine uymak ve bunları benimsemek demektir. Bir diğer şekilde ifade edecek olursak, çağın gerektirdiği yaşam biçimini uygulayabilmektir. İleri seviyede olan toplumlar siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik gelişmeler içerisinde kendilerinin içinde bulunduğu çağı temsil etmek üzere belli bir düzey belirlerler. İşte buna “çağdaş uygarlık düzeyi” denir. Bir milletin çağdaş olup olmadığı bu düzeye yakınlığı veya dâhil oluşu ile ölçülebilir.
Atatürk’e göre uygarlık, bir milletin devlet yaşamında, fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği ilerlemelerin bir sonucudur. Yani uygarlık anlayışı kültürle eşdeğerdir ve ondan ayrılamaz. Kültürünü, milli benliğini kaybederek çağdaşlaşamazsın. Aslında bunun bir sebebi de günümüzde çağdaşlaşma kelimesi ile Batılılaşma kelimesinin karıştırılmasıdır. Bu konuyla ilgili Atatürk ise, “Biz garb (Batı) medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz, onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.” diyerek fikirlerini dile getirmiştir.
Ulu önder Atatürk, bizlere, çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi, hatta bu düzeyi aşmayı bir hedef olarak göstermiştir. Atatürk, Türk toplumunda olması gereken çağdaş düzeyi bir var olma mücadelesi olarak görmüştür. O, milletinin refaha kavuşmasını ve yükselmesini istiyordu. Atatürk, "Büyük davamız en uygar ve en refaha kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir" diyor ve bu konuyu Türk milletinin ideali olarak gösteriyordu. İşte bu idealist düşüncelerin ışığında Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi kalkındırmak, ülkeyi Türk milletini hakkı olan çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin var olma savaşında en önemli unsurunu oluşturuyordu. Diğer taraftan Lozan’da bağımsızlığını onaylatan Türkiye Cumhuriyeti’ni bütün dünya çağdaş niteliklerle, çağı benimsemiş bir şekilde görmek istiyordu. Büyük bir ‘Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kendi içine kapanmış, uygarlığın gereklerine ulaşamamış bir Türkiye şüphesiz saygı göremezdi. Büyük önderimiz bu gerçeği görmüştür ve O demiştir ki, “Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, yaşamak için baş koşuldur.”
"Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Tam tersine ileri, uygar bir millet olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız. Bu yaşam, ancak bilim ve teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her millet bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur." (Kemal Atatürk)
"Memleketler çeşitlidir; fakat uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu tek uygarlığa katılması gerekir.” (Kemal Atatürk)
O halde ne yapılmalıydı? Yapılacak iş şu idi: Çağdaş milletler çağdaşlık niteliğini, her türlü dogmatik unsurdan arınarak ancak bilim ve teknoloji kurallarını kendilerine kılavuz edinerek kazanmışlardı. Bu durumda Türk milletini de çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması için bilim ve tekniğe ihtiyacı vardı. Atatürk de bu ilke üzerinden hareket ederek çağdaşlaşma modelini bu temek üzerine kurmuştur. O, “bilim ve tekniğin dışında kılavuz aramayı, dalgınlık, bilgisizlik, doğru yoldan ayrılmak” olarak değerlendiyordu.
Zorlu İstiklâl Savaşımızdan sonra, Anadolu’yu gözümüzün önünde canlandıracak olursak, durumumuzun pek iç açıcı olmadığı görülürüz. Ama bütün bu zorluklara rağmen, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için Atatürk’ün nasıl çalıştığı, nasıl olağanüstü bir çaba harcadığı hepimizin malûmudur.
Atatürk çağdaşlaşma hareketini başlattığı, büyük devrimlerine giriştiği zaman, Batı uygarlığı ile aramızdaki mesafe büyüktü. Memleketimiz fakirdi. Ulaşım imkânları, araç ve yol durumu son derece kısıtlıydı. Özellikle de ekonomik yaşamımız, çağdaş düzeyden oldukça uzaktı. Ölüm kalım savaşından çıkmış, mâli kapitülasyonları yeni yeni üzerinden atmaya çalışan bir toplumun aynı zamanda ekonomik atılımlara da ihtiyacı vardı.
Hukuk düzenimiz ise şeriata dayanıyordu. Oysaki zamanın gereklerine dayanan çağdaş ve laik bir hukuk düzeni gerekiyordu. Ayrıca eğitim sistemimiz, esaslı bir devrime gerek duyuyordu. Genç kuşakları yüzyılın gereklerine göre yetiştirebilmek için bilimin ve teknolojinin ışığında, lâik ve millî bir eğitim sistemine gerek vardı. Çağdaş Türk bilimin temellerini atacak olan üniversitelerimizde de uygar anlamda esas bir düzene ihtiyaç vardı.
Bir diğer sosyal sorun, Türk kadınının toplum yaşamının dışında bırakılmasıydı. Kadın, siyasal hakları dışında, sosyal ve hukuksal haklarından da mahrumdu.
İşte bütün bu eksiklikleri, Atatürk görmüştü. Ve ilk önce çağdaşlaşmayı önleyici etmenleri ortadan kaldırdı. Onun yerine, insanca yaşamanın yollarını açan lâik ve demokratik bir toplum düzeni kurmak için devrimlerini uygulayamaya başladı.
Atatürk ilke ve devrimleri, Türk çağdaşlaşma hareketinin en önemli unsurunu oluşturmaktadır. Zira Atatürk ilke ve devrimleri, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda ulaştırabilmek için aklın ve mantığı yollarını içermektedir.
Atatürk’ün önderliğinde başlatılan Türk çağdaşlaşma hareketi, çağdaş uygarlık düzeyine dönüşün yanında unutulmuş Türklüğe, özümüze bir dönüştür aslında. Türk milleti, tarihin çok eski dönemlerinde büyük uygarlıklar kurmasına, insanlığa büyük hizmetler vermesine karşın, son yüzyıllarda bazı siyasal ve toplumsal etkenler sebebiyle -kendi suçu olmaksızın- batıdan geride kalmıştı. İşte Atatürk’ün ışığında Türk çağdaşlaşma atılımıyla Türk’ün uygar niteliği tekrar eski pozisyonuna getirilebiliyordu. Nitekim Atatürk, 10. yıl söylevinde "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." derken, Türk çağdaşlaşma hareketini bütün açıklığıyla dile getiriyordu.
Atatürk’ün ışığında memleketimiz bir çağdan yeni bir çağa götürülmüştür. Ancak amaca tam olarak ulaşılmamıştır. İdealimiz, Türk milletinin bu aydınlık yolda, Atatürk’ün gösterdiği amaca kesinlikle erişmesidir.
EKREM ÖZTÜRK
YORUMLAR
Kardeşim Ekrem Öztürk Bey,
Bir yazıda İslamiyet, Atatürk ve Türklük.. geçiyorsa o yazıyı
mutlaka okuyor ve istifade ediyorum. Sizin yazınızda okunmaya
değecek yazılardan.
Fakat yazınızda, Şair Necip Fazıl Kısakürek'in de Türkçe
bulmadığı "yaşam" kelimesini fazla kullanmışsınz. Hakikaten de
dilimizde "hayat", "yaşamak", "yaşayış" ve "yaşa".. kelimeleri
varken "yaşam" kelimesi niye bu kadar çok kullanılıyor?
Sonra, "mesele" kelimesinin yerine kullanılan ve "sormak" fiilinin emir şekli olan "sorun" kelimesini hiç anlamıyorum.
Çünkü, "sormak" fiiliyle, "mesele" kelimesinin hiç alakası
yoktur.
Temennim, Atatürk'ümüzün gösterdiği hedeflerin hayata
geçirilmesidir. Böylece medeniyet seviyemizde çok çok
yükselecektir.
Allah, Türk Milletini Her Türlü Seviyesizlikten Korusun.
Vehbi Okur tarafından 12/23/2009 12:41:16 AM zamanında düzenlenmiştir.