6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
755
Okunma
Birol, kıramayacağı bir aile dostunun daveti üzerine qw adlı bir kozmetik firmasını ziyarete gitmişti. Yeni elemanlara eğitim ve tanıtım yapılan bir büro idi burası. Güleç yüzlü insanlar gelenleri ağırlıyor, kendilerini ve işlerini tanıtıyor, sorunlarına çözüm öneriyordular.
Ödevlerini iyi ezberlemiş öğretmenler adeta birer sosyolog, sağlıkçı, psikiyatr, modacı ve güzellik uzmanı idiler. Her derde şifa üstün kalite ürünleri, tepede saç telinden ayak tabanına kadar, yüzeysel ve derinlemesine etkiler yaratıyordu. Hocaların iddiası buydu. Tokluk hissi veren haplardan, botoks etkili damlalara, gümüş ve altın parçacıkları katılmış sabun ve jelleri, saç bitiren şampuanları, daha neler de neler. Tam iki yüzü aşkın ithal ürün.
Pazarlamacı olmadıklarını fakat bu ürünleri pazarlayarak bir saadet zinciri oluşturmayı amaçladıklarını söylüyorlardı. Altıncı aydan sonra performansa dayalı iyi hatta yüksek paralar kazanılabiliniyormuş. İşsiz ve parasız her yaştan genç kursiyerler, maaş vermeyen, sigorta yapmayan bu ve bunun gibi firmaları bir kurtarıcı olarak görüyordu. Oysa ürünler aşırı fiyatlıydı. Kar payı düşüktü. Kursiyerlerin çoğu başarısız olup vazgeçtiği için kurslar her hafta yeni kursiyerlerle tekrarlanıyordu. Kursiyerler kasaptan medet uman koyunlar gibiydiler. Esnaf olduğu için Birol dümeni çakozlamıştı. Fakat bozmaya gücü yetmezdi.
Bu kurt hocaların en kurdu da atmış yaşında bir bayandı. Kursiyerlerin yılarak vazgeçmeyi düşündükleri noktalarda devreye giriyor akıllarını çeliyordu.
-Beni iyi dinleyin, size bir öykü anlatacağım. İşte siz o öykünün kahramanı olabilirsiniz. Amacınız bu olmalı. Slâydı da dikkatle izleyelim.
Ormanın birinde bir yarışma düzenlenir. Bu yarışa kurbağalar katılacaktır. Diğer bütün hayvanlarda seyredip başarısız kurbağalarla eğlenecektirler. Hedef büyük bir elektrik direğinin zirvesidir. Yarışma başlar ama pek çok kurbağa daha direğe varamadan çeşitli sebeplerden dolayı yarışı bırakır. Direğe tırmanışta da hemen her aşamada yarışı bırakan kurbağalar olmaktadır. Tırmanış çok zordur. Kimsenin tırmanacağına ihtimal vermeyen orman ahalisi, başarısızlıkları da görerek iyice coşmuştur. Yarışmacıların umutlarını kıran haykırışlar yapmaktadırlar. Direğin yarısındaki iki kurbağadan birisi de vazgeçip geri dönmeğe başlar. Tek kalan çok bitkindir. Ama yılmadan, inatla tırmanışa devam eder ve zirveye ulaşır. Çok şaşırırlar ve “ sen nasıl başardın ?” diye sorarlar. Cevap alamazlar. Çünkü kurbağa sağırdır. Moral bozan nidaları duyamamış ve sadece hedefe odaklanmıştır.” Sizde uyarılara kulak tıkayın ve kazanın demektedir kurt hoca. Ama bu bir öyküdür nihayetinde. Neden onca başarısızlığa uğrayan kurbağayı hiçe sayıp aptalca bir hayali kovalamalıydı sağır kurbağa. Birol eşi Suzan için önerilen bu işi hiç sevmemişti. Herkesin kazandığı daha adil paylaşım işleri varken saçma saadet zincirinin halkası olamazdılar. Rızık kazanacağım diye rızık olmak ne kötüydü. Allah imtihan için, insanlar nefisleri için adil dağıtmıyordu.
Birol evde ailesi ile paylaşıyordu başından geçenleri. Suzan söze girdi ve; “ Bir ailenin soyadı candan veren imiş. Evin en büyük kızı; baba biliyorsun alay konusu bir soyadımız vardı. Ben dayanamadım, mahkeme kararı ile değiştirdim.” Demiş babasına. Bu durumdan hoşnut olan baba “ hangi soyadı aldın pekiyi ?” demiş. Kız, gururla “ yandan veren” demiş. Baba boynunu bükerek “hoş veren ya da işveren daha iyi olabilirdi” demiş.
Birol, aşkım; ne yaparsak yapalım veren olmaktan kurtulamıyoruz. Milletçe bir bol verene hasretiz. Bizlere hep zor veren rastlamıyor mu? Nabyay çok mu farklı? Hangi işveren işçi için dört dörtlük? Diye soruyordu Suzan. Birol da eşine hak veriyordu ama “sizi gidi qw’ nin yalancı yedi veren yaşlı kurtları sizi.” Demekten kendini alamıyordu.