- 740 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
BOL VEREN
Birol, kıramayacağı bir aile dostunun daveti üzerine qw adlı bir kozmetik firmasını ziyarete gitmişti. Yeni elemanlara eğitim ve tanıtım yapılan bir büro idi burası. Güleç yüzlü insanlar gelenleri ağırlıyor, kendilerini ve işlerini tanıtıyor, sorunlarına çözüm öneriyordular.
Ödevlerini iyi ezberlemiş öğretmenler adeta birer sosyolog, sağlıkçı, psikiyatr, modacı ve güzellik uzmanı idiler. Her derde şifa üstün kalite ürünleri, tepede saç telinden ayak tabanına kadar, yüzeysel ve derinlemesine etkiler yaratıyordu. Hocaların iddiası buydu. Tokluk hissi veren haplardan, botoks etkili damlalara, gümüş ve altın parçacıkları katılmış sabun ve jelleri, saç bitiren şampuanları, daha neler de neler. Tam iki yüzü aşkın ithal ürün.
Pazarlamacı olmadıklarını fakat bu ürünleri pazarlayarak bir saadet zinciri oluşturmayı amaçladıklarını söylüyorlardı. Altıncı aydan sonra performansa dayalı iyi hatta yüksek paralar kazanılabiliniyormuş. İşsiz ve parasız her yaştan genç kursiyerler, maaş vermeyen, sigorta yapmayan bu ve bunun gibi firmaları bir kurtarıcı olarak görüyordu. Oysa ürünler aşırı fiyatlıydı. Kar payı düşüktü. Kursiyerlerin çoğu başarısız olup vazgeçtiği için kurslar her hafta yeni kursiyerlerle tekrarlanıyordu. Kursiyerler kasaptan medet uman koyunlar gibiydiler. Esnaf olduğu için Birol dümeni çakozlamıştı. Fakat bozmaya gücü yetmezdi.
Bu kurt hocaların en kurdu da atmış yaşında bir bayandı. Kursiyerlerin yılarak vazgeçmeyi düşündükleri noktalarda devreye giriyor akıllarını çeliyordu.
-Beni iyi dinleyin, size bir öykü anlatacağım. İşte siz o öykünün kahramanı olabilirsiniz. Amacınız bu olmalı. Slâydı da dikkatle izleyelim.
Ormanın birinde bir yarışma düzenlenir. Bu yarışa kurbağalar katılacaktır. Diğer bütün hayvanlarda seyredip başarısız kurbağalarla eğlenecektirler. Hedef büyük bir elektrik direğinin zirvesidir. Yarışma başlar ama pek çok kurbağa daha direğe varamadan çeşitli sebeplerden dolayı yarışı bırakır. Direğe tırmanışta da hemen her aşamada yarışı bırakan kurbağalar olmaktadır. Tırmanış çok zordur. Kimsenin tırmanacağına ihtimal vermeyen orman ahalisi, başarısızlıkları da görerek iyice coşmuştur. Yarışmacıların umutlarını kıran haykırışlar yapmaktadırlar. Direğin yarısındaki iki kurbağadan birisi de vazgeçip geri dönmeğe başlar. Tek kalan çok bitkindir. Ama yılmadan, inatla tırmanışa devam eder ve zirveye ulaşır. Çok şaşırırlar ve “ sen nasıl başardın ?” diye sorarlar. Cevap alamazlar. Çünkü kurbağa sağırdır. Moral bozan nidaları duyamamış ve sadece hedefe odaklanmıştır.” Sizde uyarılara kulak tıkayın ve kazanın demektedir kurt hoca. Ama bu bir öyküdür nihayetinde. Neden onca başarısızlığa uğrayan kurbağayı hiçe sayıp aptalca bir hayali kovalamalıydı sağır kurbağa. Birol eşi Suzan için önerilen bu işi hiç sevmemişti. Herkesin kazandığı daha adil paylaşım işleri varken saçma saadet zincirinin halkası olamazdılar. Rızık kazanacağım diye rızık olmak ne kötüydü. Allah imtihan için, insanlar nefisleri için adil dağıtmıyordu.
Birol evde ailesi ile paylaşıyordu başından geçenleri. Suzan söze girdi ve; “ Bir ailenin soyadı candan veren imiş. Evin en büyük kızı; baba biliyorsun alay konusu bir soyadımız vardı. Ben dayanamadım, mahkeme kararı ile değiştirdim.” Demiş babasına. Bu durumdan hoşnut olan baba “ hangi soyadı aldın pekiyi ?” demiş. Kız, gururla “ yandan veren” demiş. Baba boynunu bükerek “hoş veren ya da işveren daha iyi olabilirdi” demiş.
Birol, aşkım; ne yaparsak yapalım veren olmaktan kurtulamıyoruz. Milletçe bir bol verene hasretiz. Bizlere hep zor veren rastlamıyor mu? Nabyay çok mu farklı? Hangi işveren işçi için dört dörtlük? Diye soruyordu Suzan. Birol da eşine hak veriyordu ama “sizi gidi qw’ nin yalancı yedi veren yaşlı kurtları sizi.” Demekten kendini alamıyordu.
YORUMLAR
öncelikle kutluyorum Engin bey...
ve diyoruz ki,veren el alan elden her daim üstündür.
bulunduğumuz belde belediye başkanının hanımı ve kadın kolları teşkilatınca yürüttüğümüz sosyal hizmetler, dayanışma ve yardım kurulunda, bir kaç yıl çok aktif olarak çalıştım. ve zaman zamanda hala koşturuyorum...
öyle ailelerle tanışdık ki evlerinde bir ekmek yoktu...
öyle ailelerlede rastlaştık ki, iki üç bazan daha çok katlı evleri olduğu halde hala yardımdan faydalanmk için uğraşıyorlardı...
insanlar gerçekten aşırı derece haddini aşıp,insan olma anlamından haddinden fazla uzaklaşmışlar ne yazık ki..
bu noktada şunu sizinle pay etmek isterim tavazunuza gönül ederek...
yazdığım her yazı veya şiirde muhakkak ki Rabbimi anarım...anmaya çalışırım...
yaşamımızın içinden maddi ve manevi her hangi konu olursa olsun,onu İslamı çerçeve içinden algılayıp,öylede yorum düşmeye çalışırım naçizane...
onun anılmadığı hiç bir ortam veya meclis asla muzaffer olamaz...tüm bu yıkılmışlığın altında,tamamıyla Allah ve Rasulünden bi haber olarak yaşayıp ve İslami değerleri elimizin tersiyle itmemizin sebebi yatmaktadır...bu bütün insanlık için geçerli yalnızca Ülkemiz adına değil tabii ki...
toplumda bazı başarılar hedef belirleyip, bir kaç konu çözüme ulaşma aşamasına ulaşınca, hemen oklarımızı sivriltip saldırı mekanızmamızı aktifleştiriyoruz ne yazık ki...rahatlık insanları bir yerde gerçekten huzursuz ediyor....veya rahata kavuştukça daha çok nefsimizin pençesinde rehin kalıyoruz demek daha doğru sanırım...hatta en doğrusu....
şu dünyada her şeyin bir doyumu ve tamamı vardır... ama nefsin çaresi henüz keşfedilmemiştir....çünkü o madde ile doymaz, onun çaresi manevi gıdadır....
hani gönül arzu ederki komşu açken hiç bir insan tok yatmasın.....
gönül arzu ederki, malımın fazlasını nereye harcayayım ya Rasulallah diye soran o sahabeye gelen cevap,hayatımızda vazgeçilmez bir prensibimiz olmuş olsun...
yorumum yazının özünden biraz farklı görünsede,aslında hep aynı bulmacanın karelerini dolduruyoruz...
mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi....mal da yalan mulk de yalan var biraz da sen oyalan...demeden geçemiyeceğim.....
bu gün böyle olsun istedim...selam ve duamla inş....
Mehtap S.Hümeyragül DALLI tarafından 12/22/2009 10:26:36 PM zamanında düzenlenmiştir.
Engin bey, biz hiç bir zaman vermeyi öğrenmedik, Hep almayı, hep hazır yemeyi, hep bir başkasını sömürüp zengnleşmeyi, rahat yuoldan çalışmadan kazanayaı öğrendik. Şimdi aynı şekilde başımıza gelen hükümetler bile aynı yöntemi izlemiyor mu? Bakın memura yüzde iki buçuk zam verirken, aynı anda elektriğe yılda yüzde atmış, ekmeğe, yüzde otur, ulaşıma yüzde elli, kiraya yüzd yüz, vergilere yüzde otur v.s yapmıyor mu? O zaman nasıl veren el olmayı düşünebilir ki insan oğlu soraraım size.
Yine güzel bir yazı idi. Saygılar yüreğinize
Engin Bey, yazınızı ikinci okuyuşum ve aslında yorum yapılmışsa bende yorum yapayım diye geldim:)) yorum yapılması zor bir çalışma bu...öncesi var mı diye merak ettim, sanırım yok...belki devamı olacaktır diye düşündüm...ama sonra kendime neden başlayan ve biten bir yazı olarak değerlendirmiyorsun diye sordum. başladım ve bitirdim...sağır kurbayı sevdim...ama başarılı olmak için kulaklarımıza pamuk mu tıkayalım diye de düşündüm...zor olan duyduklarına, gördüklerine, yaşadıklarına, tüm zorluklara rağmen ipi göğüslemek değil midir? elbette bazen kör bazen sağır bazen dilsiz olmak fayda sağlar...vicdanı hür, beyni hür, yüreği hür olanın bunlara ihtiyacı var mıdır peki? saygılar sunuyorum...