- 1595 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİR (mum paraşüt)
(şiir üzerine düşünceler)
Şiir duygu-bilgi-düşün aktarımı mıdır?
Şiir dilin ruhu- ruhun dili midir?
Şiir ambalaj mı, öz müdür?
Şiir silah mı, intihar kurşunu mudur?
Hem hepsi, hem hiçbiri.
Şiir eylemin ruhudur.
Eylem, yaratılışın devinimidir.
Eski çağlarda tanrıların kelamı olarak büyüleri, inançları sundu insanlara.
Pagan mitolojisinde, yaratı simgelerinde hayran oldukları güzelliği dışa vurarak, algılama, algılatma, tapınma gayreti içindeydi şairler - ki bu şairler dinin ve yönetim erkinin öncüleri oluyorlardı.-
Dilin ve edebiyatın oluşumunun realistik değil romantik olduğunu düşünüyorum.
Beden, mimik ve ardından ses ile iletişimin kurulmasında bilgi ve düşün transferinin gaye edinileceği pek akla yatkın gelmiyor. Aşk amaçlı olsun, savaş amaçlı olsun, ilk iletişim çabalarının duygusal, imgeli, cilveli olduğunu ( insanlar arasında ilk yakınlaşmanın şiirsel olduğunu) düşünemez miyiz.
Edebiyatın şiirle başlamış olması da bir bakıma bunun delili sayılamaz mı.
İlkel dönemde - o kadar ilkel ki konuşarak anlaşma öncesi- insanlar beden diliyle şiir söylemedi mi birbirlerine. Romantizmin şiirle özdeşleşmediğini, romantizmin sadece insanlara özgü olmadığını kim ispat edebilir.
Şiirin özünde anlamak, uyanmak, uyandırmak diriltmek yatar. Her durumda saftır, us ve bellek ürünüdür. Tebliğ/bildirme/duyurma ile benzeştirilemez . Bu özelliğiyle kendini belli eder. Diğer iletişim türlerinden ayrılır. Seçkin olur.
Şiirin seçkinliği ve değeri; sözcük ustalığından çok, duygu ve düşün ürünü olması, içinde sahtelik ve yapmacıklık bulunmamasındandır.
İmgeler şiirin hayali olduğunu göstermez. Şiirde hayal yoktur. Gerçeğin kendisi vardır. Anlatımda imgelem vardır. Şiirin özüne karışmadan katalizör olarak, araç olarak imgelem kullanılır.
Şiirin hayal ürünü ve kurmaca olması mümkün değildir.
Galileo: “imgelediğimiz şey; ya daha önce gördüğümüz şeylerden biridir, ya da başka kereler gördüğümüz şeylerden dizilimidir; veya o şeylerin bazı parçalarının birleşimidir”, diyor.
Anlama/bilme/algılama eyleminde kullandığımız imgelem unsurlarının bile belli dayanakları olduğunu söylüyor.
Şiir evrime uğramıştır, evrimin içindedir ve kendisi evrimdir.
Görünürde işlev değiştirmiş olması, tanım ve betimleme karmaşası yaratmış denebilir. Oysa değişen bir şey yok. Şiir gene şiir, işlev aynıdır: Uyanmak.
Çağlar ve akımlara ayak uydurmadan çok; çağları, akımları peşine takmış, sırtına alıp yürümüştür şiir.
Şiirde bellek ve saflığın uzlaşması kaçınılmazdır.
Şiir insanı uykudan uyandıran kalk borusudur. Sesin ritmi, şiddeti, ahengi söz konusu olmaz. Uyandırmaktır işlev. (Aşk ile uyanılır, şevk ile uyanılır, hırs ile uyanılır, nefret ile uyanılır, ama uyanılır). Yürekte küllenmiş duyguyu, bellekte buruşmuş bilgiyi diriltir şiir.
Gerçek hakkındaki bilgimiz, Olimpos’un talan edilip şiirin yere inmesinden sonra sanki belleğimize gömüldü, oysa yaşanmışlıktan yola çıkarak yaşanacakları da içimize gömdüğümüz halde öldüremediğimiz saflığın böğürerek ortaya çıkış anları hep olmuştur.
Yani şiir saflıktır, duruluktur.
Tanrı inancında olduğu gibi/kadar. Şiir, mistisizmden kopup yere düşmüş müdür, yoksa sıyrılıp inmiş midir. Bence düşmemiş, inmiştir. İnsan ruhunun yüceliğine sığınarak kendi buyruğuyla inmiştir.
Büyüde, inançta, şiirde saflık saltıktır. Bunu us desteklemiş, bellek kanıtlamıştır .
Büyünün işlevi, gerçeği görme algılama ve bundan yoksunlara aktarılma iken büyücüler kendi büyülerine inandılar. Ne zaman ki etkinliği çıkara yöneltildi, büyü sahtekarlık olarak saptırıldı. Tanımı değişti.
Ne zaman, mutlak saffetten ödün verildiyse, büyü de, inanç da, şiir de saptırıldı. Bu sapkınlık, bozulmaya, yozlaşmaya ve ardından yıkıma ortamlar hazırladı.
O zaman şiir us bahçesinde bellek güneşiyle beslenen saflık çiçekleridir diyorum.
Şiirde söylenmek istenen söylenmeden aktarılır. Söylenmeden söylenir. Şiir görünürde görünmezi gösterir. Şair adını etmediklerini söyler. Şiirin sırrı buradadır.
Acaba şiirdeki sır/gizemin asıl amacı ne idi. Yoksa değişik zamanlara ve durumlara göre mi gizem şekillendi.
Evet gizem zaman ve ortama bağlı olarak değişim ve evrim içinde oldu. Söylemediğini söylemek olan gizemi ise zorunluydu. Ruhun uyandırılması bilinçlendirilmesi dayatmayla olası değildi. Ruh bunu kendi buyruğuyla yaparsa başarıya ulaşılacaktı.
Şiirdeki güç yazanda değil okuyanda ortaya çıkar. Ruh şiirde söylenenden yola çıkarak söylenmeyene kendi başına ulaşır, onu kendine alır/sahiplenir. Şiir böyle kendini gösterir.
İnsanın içinde saklı, yitirildiği sanılan saflığın ve gerçeğin ortaya çıkmasını sağlar şiir.
Bireyselleşen, bireyselleştikçe -geliştiğini sandığı halde-ilkelleşen insan sürüleşmeye sürüklenmektedir. Bu çok yeni bir oldu değil yüzyıllık süreçtir.
Ne diyor Ungaretti:” son zamanlarda insan uykuya sığınmak istiyor hep”. İşimiz ne zor.
Bireyselleştikçe basitleşen, havlu atan insanın körelen, uykuya dalan ruhunu nasıl uyandıracağız.
Bilimin, teknolojinin gelişmesine teslim mi olacağız. Bu olası değil ve yaratılışa aykırı görünüyor. Vasıflı insanı elimine etiğinizde, geriye cüruf kalır, posa kalır. Bilime de tekniğe de gerek olmaz ki.
Yoksa biz şimdilerde bir yanılgı, sapkınlık içinde miyiz.
Eğer öyleyse; materyalin, kapitalin, insanı öteleyen yarışmacılığın, bilimin yanlı kullanılmasının eleştirisini yapmak zorundayız. Bunun için gelişmiş insana gereksinim var. Özün uyandırılmasına, bilmeye, anlamaya gerek var. İnsanlar uykuya sığınmak istedikçe bunu nasıl başaracağız.
Şiir, hep sevilen/ hoşa giden/ edepli/ bedii sözcük, kavram ve imgeleri kullanarak
özüne/insana hıyanet ederse bizi karabasanlı uykularımızdan nasıl uyandırabilir.
Şiir, acıyı, adiyi, çirkini, saklıyı, yasaklıyı, kötüyü, itilmişi konu etmezse kendi bütünlüğünü ve de inanırlığını nasıl sağlayacak. Acının içinde tatlı; ihanetin içinde sadakat, kötünün içinde iyi saklı değil midir.
Şiir us, bellek ve yürek üçgenini kurarak bedeni bütünleştirmiyor mu. Yaratılışı tanımlayıp, algılatmıyor mu. Haz ve elemin dengesini buyuran yaratılış, bedenin de yarısını güzel, yarısını çirkin eylediyse, hoşluklarla gönül eğleyen bir şiir nasıl olur da yüklendiği o azametli sıfatı taşır.
Şiir, müzikle biraz kesişir, biraz da örtüşür. Doğrudur.
Ses titreşim dizinlerinin anımsattıklarını algılayarak uyanmaktan ibaret olan müzik, şiirin ne kadarıdır, kaçta kaçıdır.
Müzik duygudan düşünceye yalın bir yolken; şiir düşünceden duyguya ve eyleme dönüşendir.
Müzik şiirin titreşimidir sadece. Oysa şiir tek başına yetkin bir bedendir.
Vurgulu şiir okumak, kuralına göre kuran okuman, ilahi okumak şiirle müziği birleştirmek midir. Değil elbette. Müziğin şiire araç olmasından başka bir şey değildir.
Peki neden şiir eriyip tükenirken, müzik çağımız insanınca çok kullanılır oldu.
Çünkü insan uykuyu yeğledi, ninni hoşuna gitti, havlu attı. Aslında günümüz insanının müzikle de ilgisi yok.
Şiir evrensel olmalı .
Ulusallığı, benliği, ruhu olmayan şiirin evrenselliği nasıl olur ki.
Şair aldıklarını aktaracak, saflıkla, bilgi, dağarcık ve giziyle. Aldıkları ortamından, geleneğinden, kültüründen, yaşamından olacağına göre; önce kendini anlatacağına göre, şiir bireyden başlayacak, büyüyerek ulusallığı aşacak ve evrensel olacak.
Odayı aydınlatmayan mum kasabayı aydınlatır mı.
Acem şiiriyle, Arap şiiriyle, Hint şiiriyle, Batı şiiriyle mi ayılacağız, anlar olacağız, bilir olacağız.
Köklerimize inerek kendi şiirimizi mi oluşturup evrenselleştireceğiz.
Öze inmemiz gerekiyor mu, yoksa karman çorman, taklitlerle hala kendimizi mi kandıracağız.
Dede Korkut’a mı, Orhun yazıtlarına mı, Pekin arşivlerine mi başvuracağız.
Yoksa milyon kilometre karelik Asya ellerinde güneşin çatlattığı, rüzgarın yıprattığı, kumların onlarca metrelere gizlediği, dedelerimizin özünü mü arayacağız.
Öyle ya Çin Setti 2300 yıl önce yapılmış. Biz bugün varız, hem de onca zillete rağmen sapasağlam varız. Peki elimizde ne var 2500 yıl öncesine dair.
Yoksa halk ozanlarına mı başvuracağız. Eldeki en iyi kaynak da bu galiba.
Toplumları dil yaşatır,
Dili şiir yaşatır.
Günümüze kadar uzanan halk şiirinin ne kadarı bozulmayan geleneğimizin aynasıdır acaba.
Aynı dilde anlaşan kitlelerin etkinliği/ kalabalığı, önemli sosyal potansiyeldir.
Baskı unsurudur.
Siyasi kuramcılar bunu itibara alarak, devletlerinin geleceğini planlarken, dillere müdahale ediyorlar. Çünkü dili bozulan bir insan topluluğunun hemen ardından dirliği de bozulacaktır. Hatta coğrafyanın, ilkel koşullarının insan topluluklarında sebep olduğu farklılıkları kullanarak, halklardan - yapay dayatmalarla- yeni halklar türetmeye çalışılmaktadır.
Kullanılan ana argüman dildir. Dilin şahdamarı edebiyattır. Kanı/canı şiirdir. Şiirini yitirmiş edebiyatın damarlarındaki kan boşalmış bedendir. Beden bitmiş demektir.
300 milyon nüfusun çok geniş bir coğrafyada homojen bir Türkçe kullanması, iletişimini sağlaması ve sanatını bilim ve felsefesini bu dille yapması; acemin işine gelmez, arabın işine gelmez, çinlinin , doğulunun-batılının işine gelmez.
Slav Rusya, silkinme ve yeniden yapılanma adıyla, sosyalist gerçekçiliğin güdüsünden yararlanarak kültür erozyonunu önlemeye çalışmamış mıdır..
Giz:
Neden giz. Duru ve açık, net olsa olmaz mı.
Olmazmış demek ki.
Şiir ilkel çağlarda vücut hareketleri ve seslerle başkalarını etkilemeye yaramış,
Tabiat olaylarını anlatmaya, anlamaya, değerlendirmeye yaramış
Büyü dili olmuş.
Yöneticinin halkını etkileme gütme aracı olmuş.
İnançların iman edenlere dikte edilme aracı olmuş.
Yasalarda kullanılmış.
Gizli kalıplar kullanarak baskı altındaki insanların derdini anlatma, içini boşaltma, birbiriyle dolaylı iletişim kurma aracı olmuş.
Ruhun edilgenliğe isyanının bilincindedir şiir.
Akıl, arayacak- bulacak hazmedecek ve sevgilisi ruha sunacak -ki anlama, ayılma, bilme eylemi yani şiir gerçekleşsin.-
Demek o oluyor ki, giz, şiirin olmazsa olmazı.
Şair sen söyle, ama söylemek istediğini söyleme. Onun kendini göstermesi gizin, büyünün en büyüğüdür. Şiir yaratıldıysa eğer, mutlaka büyü çözülecek, ruh, ruha akıp gidecektir.
Bütün ortamlar, mekanlar, engeller şiire geçirgendir. Önünde eğilir, yol verirler.
Şiir ötelerin ötesini görür ve ulaşır. Gizemi bundandır.
Yüreğin sesi oluşu; taraflılık, yapmacıklık, hile, düzmece kabul etmeyişi bundandır.
Devletimizin resmi şiir tanımı; "Zengin sembollerle, ritimli sözlerle ve seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimidir" şeklindedir.
Bu tarif, Osmanlının tek cepheli ve din/sultan odaklı tanımından çok daha gelişmiş olmasına karşın, yetersizdir. Şiirin fiziki yapısını tanımlamaya çalışır. Oysa fiziki yapı sadece araçtır ve hiç de önemli değildir. Önemli olan şiirin ereğidir. ŞİİR NE İŞE YARAR sorusuna cevap verecek bir tanım daha akla yatkın olacaktır.
Şiir anlatım bicimi olarak tanımlanırsa özüne ters düşer.
Sözcüğün karşılığı: anlama, ayılma, fark etme, bilmezlikten, gafletten çıkma gibidir. Bu anlama ve ayılma sadece beyinle, fikirle değil ruhla, yürekle anlama, ayılmadır.
Şimdi farklı bir olguyla karşılaşıyor şiir tanımı. Hedef ayılma, hissetme, algılama olduğuna göre; algılayana bir de algılatan gerek. Yani şiiri yaratan şair, şiirin öteki ucu oluyor.
Şiirin iki ucu var. Veren uç, alan uç. Bunlardan biri eksik olursa şiir oluşmayacaktır.
Şair ve okur.
Ses uyumunun / lirizmin kaynağı ve gerekliliği nedir. Bana kalırsa ambalajdır. İlgi ve algıyı sağlamaktır. Müşteri bulmak için süslemedir. O kadar ki lirizm ve uyum şiirin vazgeçilmezlerinden olagelmiştir.
Kendine okur bulamayan şiir yarımdır. Göreceli farklılık gösteren bir toplumca çok üst seviyede görülse de, diğer kesimlerice-anlama, ayılma, algılanma, tetikleme işlevini yapamadığı için- işe yaramayacağından şiir olarak kabul görmeyecektir.
Şiir tanımını yapamazsınız diyorlar. Binlerce tarif çıkar ortaya. Hatta her şaire göre şiir tanımı farklıdır diyorlar.
Kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır diyen var.
Farklı bir musikidir, diyen var.
Gerçeği arama işidir, diyen var.
Her şey şiir olamaz, ama şiir her şey olabilir, diyen var.
Ve böyle binlercesi belki…
Oysa şiirin tanımı basit ve net; kapsamını tanımlamak güçtür.
Öyle de olması gerekiyor.
Çünkü; her şiir keşiftir, icattır hatta yaratıdır. Tekrar değildir asla.
Öyleyse şiir derya kadar derin, kozmos kadar sonsuzdur demek nesneldir.
Bilgi ve tahayyül/imgeleme/düşleme gücünü zorlayarak, şiirin keskin sınır boylarında gezinmek için haslet/maya, esin, birikim, düşün, gözlem, analiz ve sentezle yargıya varma donanımının devrede olması gerek şiir oluşumunda.
Düz yazı, bir yere ulaşmak amacıyla yürümekse, şiir duyguları yansıtmaktan başka amacı olmayan dans etmektir diyorlar.
Düz yazıda sözcüklerin verdiği mesaj önemliyken, şiirde sözcüklerin kendisidir önemli olan diyorlar.
Şiirde neyin söylendiğinden çok nasıl söylendiği önemlidir, yani düz yazı, saydam/geçirgen şiir ise mat/ yalıtkandır diyorlar.
Şiirde giz’in, eğretilemenin, imgenin neden kullanıldığını, başlangıcının, kaynağının ne olduğunu bilememiş veya inkar etmiş olmuyorlar mı.
Şiirin konusu şiirdir diyorlar. Bugünün koşullarında bu önerme komik değil mi. Konusu şiir olan şiirlerle dolu her yer. Şiir olsun diye yaratılan şiir gücünü nereden alacak.
Önüne bir çok sözlük, kitap koy. Karıştır karıştır, uydur uydur cevher yumurtla .
Şiir ruhun ta kendisiyken, hani şiirinin ruhu, dayanağı, gerçeği, ereği. Sadece sözcükler mi.
Ya da, al eline kalemi, yaz başına geleni.
Hal-i pür-melalini en güzel söz dizi/dizilişleriyle anlat.
Ruhu nasıl uyandıracaksın. Us, belleği silkeleyerek ruhun gözkapaklarını kıpırdatabilecek mi.
Bu düşüncelerle şiiri tanımlamaya çalışmak, odaktan uzaklarda dolaşıldığını göstermez mi.
Biçimle/ ambalajla oyalanıldığının göstergesi değil mi.
Gene diyorlar ki; şiir tercüme edilmez/başka dile çevrilmez. Eğer çevrilebiliyorsa bu şiir değildir.
Bu ne demek, şiiri oyuncak yerine koymanın daniskası . demek ki şiirin içeriği palavra, ne anlatıyor olursa olsun, fiziki yapıdır şiir. Sözcük oyunları, kalıplar ölçüler.
Eğer şiir buysa elimine edilebilir, yok sayılabilir. Gereksizdir.
Diyorlar, diyorlar, diyorlar……
Elbette kabul görmüş, bize kadar ulaşmış her söylemin belli dayanakları, gerçekliği, güzelliği vardır. Hepsine saygı duymakla beraber, şair özgürlüğü, şair kıskançlığı, özetle şairliğin doğası gereği binlerce özgür ve özgün tanımlamanın yapılması beklenendir.
Biz de şiir ;“ambalaj değil, içindekidir” diyelim.
*Şiirin ereği kendisidir*. Görüşünün yayılmasıyla, Şiirle yaşam arasındaki bağ zayıflamaya başlamıştır. Yaşanandan beslenmeyen ve yaşamı desteklemeyen şiir kimin umurundadır.
Bugünün koşullarında yaşam savaşımını bırakıp, ilgi alanı dışındaki olgularla uğraşacak birey/okur, havlu atmış, kopmuş biri olmalı. O da niye şiir okusun ki.
Şiirin estetiği mücerret/tinsel/duygusal/soyuttadır. Bunu beslemek için mücessem/bedensel/fiziki yapı kullanılıyor olsa gerek.
Buradan da uyak/kafiye, ölçü/vezin, ses uyumu v.s. tamamen asıl hedefe ulaşmak için tali/ikincil/yancı özellik olarak şiire giriyor olmalı.
Bu açıklamalara göre Osmanlının şiir tanımını tamamen rafa kaldırmış oluyoruz.
Bu ne demek?
Aruz,hece ve bunlara kolaylık sağlasın -bir de iç uyuma katkı yapsın -diye oradan buradan transfer edilen bize ait olmayan sözcük ve kalıplardan uzaklaşacak mıyız.
Kendini inkar edemezsin. Aslını inkar edemezsin. Değeri ve konumu ne olursa olsun özüne, geleneğine sahip çıkacaksın. Çözüm, özünü özümleyebilmek, ayıklayabilmek, yıkım ve tahribatlarını teşhis ederek, yenilemeye, onarmaya azmetmektedir.
Zorla, hileyle, aykırı amaçlarla dayatılıp kabul ettirilenleri, yeterli olmayanların etkin olduğu dönemlerdeki kırılıp-dökülmüşlüğü özümüzden, geleneğimizden, yaşamımızdan uzaklaştırmalıyız.
Bize uyan, katkısı olanları geleneğimiz ve özümüzle bağdaştırmaktan da kaçınmamalıyız.
“Geleneğimize saygı duymaz, farklı hamurdan toplumları görkeme götüren çağrıları dinlersek, gerçeğin geçici yanını görmeye mahkum oluruz.
Ve derinlemesine insanı ilgilendiren edinimlerin-ki bunlardan biri şiirdir- ölümü yenme hülyasından kaynaklandığını gözden kaçırırız.
Bu hülyadan yoksun, sanki kalıcıymışçasına, işlevleri dışında da değerli olduğuna inandığımız ben’imizle kamaşırsak eğer, esinlerimizi süreli bir temel/özde biçimlemeyi savsaklarsak gizden yana boş şiirler üretmeye mahkum oluruz.” Diyor şair.
Etki altında kalarak, benzeterek, ben’inden ve gerçekten habersiz, donanımını/haddini bilmeden yazılanlar şiir olamayacaktır.
Şiir özgürlüktür ve gizli bir değerdir. Tümden algılanamaz. Ancak her insan kendi nabzında hissettiği kadar tanır şiiri.
Şiir; özdeksel/ materyalist bilimin ölüm tehdidi altında yaşam savaşımı veren ruhun salt ve saf bilimidir.
Şiirde dil -ki burada dil kavramı söz ve yazı kavramlarını aşarak, iletişim yöntemlerinin tamamıdır-iletişim aracı olmakla beraber bütün gücüyle amacın emrine girer.
Şiirde gerilim/ potansiyel vardır. Şiirde her zaman bireyin değil, kişiler üstü bir ses olmalıdır. Romantik akım ve izdüşümü görüşlerdeki; dilin fiziki şekilleriyle oynayarak oluşturulan eserleri şiir olarak görmek eksiktir artık.
Sözdizimi kuralları, benzetme, eğretileme sanatlarını bilinçli kullanarak güzel bir ses tonu yüksek bir söyleyiş yakalamak, gündelik söyleyişin dışında kalmak şiir oluşturmak için yeterli değildir artık.
Mutlak olan; şiirin gündelik dilden, kültürden, ortamdan, yaşamdan beslenme zorunluluğudur.
Şiirin bedeni, malzemesi ve hedefi -ortamıyla, eylemiyle, akıbetiyle- insandır.
Demek o ki şiir evrenseldir, hümanisttir, toplumcudur.
Şiirin evrenselliği, kişiselliğini yok saymaz. Özdeşleştirilirse şiir görünür.
Şiirin evrenselliği, yerelliğini yok saymaz. Özden, kişiden, ortamdan yola çıkarak evrensele ulaşır.
O zaman şiir üretebilmek için özden beslenmek gerekiyor.
Kendimizi ifade ederek şiire giriş yapmalı.
Türk şiiri için kolları sıvamalı.
Dil şiirin aracıdır. Türk dili için kolları sıvamalı.
Felsefe/düşün şiirin ana unsurlarındandır. Geliştirilmeli.
Kültür ve gelenek şiirin sofrasıdır. Yüceltilmeli. Kirletilmemeli.
Bilgi/donanım iskeletidir. Savsaklanmamalı.
Ve aşk/esin soluktur, oksijendir şiire. Onsuz şiir ne ürer, ne de yaşar.
i.durmuş
büyükharman
YORUMLAR
şiir-şair-poetika ekseninde güzel yazıya eklenti...selam saygılar...
****
Poetikasızlığım
Resmi büyük görmek için tıklayın Şiir yazım hayatında kuşak tasnifleri içerisinde sığınmacı yeri olan kalemin kendisine şiir poetikası sorulduğunda poetika/sızlığın ortasında olduğu yazılan şiirlerinde gözlemlenebilir.
Aristotales'ın (İÖ 384 – 322) Poetika eserinde genel çerçevesi belirlenen kavramı kabullenilmiş kökü tragedya sanatı’na dayanmaktadır.
Kısa bir tanımlamada şiir üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü olarak anlam bulan kavram şair ve şiir dünyasının başat kavramlarından birini oluşturmaktadır.
Şiir dünyasına dalan kalemlerin ilk tahlilde bakılan yanları ‘’bir poetika’’ sahibi olup olmadıklarıdır.Tasnifleme ve şairi tanımlama sürecinde bu kriter önem arz eder.
Verilen eserler kuşak tartışmalarının yanı sıra, poetika varlıklarının beraberinde getirir.
İmgeciyim /Anlatımcıyım/Mistik-Metafizikçiyim/Sen necisin gardaş /Sen neci /Toplumcu gerçekçiyim / diye tutuşulan kavgada ben de /Bireyciyim diyen poetikasızlığım gündeme düşer.Aslında bireyselci çıkışlar kimsenin tekelinde değildir.Özellikle tepkimeci bir bakışla şiire yeni başlayan genç kalemlerin bunu benimsemesi kaçınılmazdır. ‘’Kalemleri kimlik’’ buluna kadar poetikasızlığı kabullenebilirler.
Dönemlere ve kişilere tepkinin oluşturduğu şiir anlayışlarının geride kaldığı ve farklı mecralarda şiir üretimine sahip şairler *iyi şiir* ortak paydasında buluşmaları özellikle şiir tarihi açısından 1980 sonrasına denk gelmektedir. Herhangi bir dergi çalışması gündeme geldiğinde * yolda birbirlerine selâm dahi vermeyecek kimseler *iyi şiir* adına birlikte harekat etmekte ve şiirler yayımlamaktadır. Kitap basımlarında birbirlerine destek vermektedir.
Meselenin poetika farklıklarına eklenen siyasi yaşayış biçimleri iyi şiir tarafından izole edilmektedir. Bir dönem kalemlerini siyasi yaşamın yönlendirdiği şairler iyi şiir serüvenine destek olmak için ve kötü şiiri kimden gelirse gelsin dışlamak için yazım hayatlarında mücadele etmişlerdir. Amaç, * iyi şiirin, kötü şiiri kovması sürecinde tepkisiz kalmamaktır.
İyi şiir arayışlarına farklı poetikalarla devam edenler *şiir düşünürleri olma yolunda mücadele etmeye başlamışlardır.
* Şiir düşünürü olmak kısa bir tanımla ‘’şiir üzeri yaşamaktır.Şiiri hayatın merkezine almak ve ona dair ne varsa onunla düşünmektir.
Şiirin devingen yapısından istifade ederek yenilenmelere açık olmak iyi şiir için olmazsa olmaz bir meseledir.
Evet şiir devingendir.Çünkü yenilenme doğadan gelen ruhun, şiire yansıtılması ile bir ahenk kazanır.
Fars edebiyatında ‘’ develerin çöl yürüyüşlerinden’’ arûz kalıplarına ulaştıkları bilinir. Mesele bu kadar basit olmasa da doğanın şiir üzerinde devingenliğini sürdürdüğü bilinmektedir.
Bu devingenlik şairler arasında poetika belirlemede etkisini göstermektedir. Bunu yansıtırken farklı poetikalar ile gerçekleştirirler imge /anlatım/mistik_metafizik/toplumcu gerçekçi/bireyci poetikalar şiir yazımlarının ana poetikalarını göstermektedir.
Şiir kurgusunda salt birini seçenler olabileceği gibi, her poetikaya bulaşan acemi çıkışların yer aldığı poetikasızlıkta bir tercih olarak kalabilmektedir. Şiir serüveninde poetikasızlığı bilinçli bir tercih olarak kullanan beynelmilel kalemler vardır; bunlar acemi çıkışlardan ayrılır ki, bunu belirtmekte yarar görmekteyim.
Şiire bulaşan arayışlarımda poetikasızlığın açıkça gözlenbileceğini ifade etmekte yarar görüyorum.Bireysel çıkışların imge/anlatım/mistik_metafizik denemelerini şiirlerime serpiştirdiğim örnekleri şiirlerimde bulmakta okurun zorlanacağını sanmıyorum.
Henüz kitaplaşma şansı bulunmayan şiirlerimde, daha çok anlatımcı ve mistik_metafizik poetika etkisinde kaleme alınan şiirlerin varlığı dikkat çekmektedir. Bu bile tek başına herhangi bir poetika oluşturmadığımın göstergesidir. Bunun şiirin devingenliği içinde bir süreç olduğunu varsayarsak şiir serüveni devam ettikçe poetikasına ulaşılıp ulaşılmayacağını zaman gösterecektir. Ya da poetikasızlık bir tercih olarak devam edecektir.
Son söz: Poetika gerekli olmakla beraber şart değildir.
yahya incik/tarsus/2009
sulu_sepken tarafından 12/23/2009 11:04:16 PM zamanında düzenlenmiştir.