- 708 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
257 - ANLAŞMAZLIK
Onur BİLGE
Nazan’la Levent, evleneli üç gün olmadan tartışmaya başlamışlar. Gelin, damattan şikâyet etmeye dedeye gelmiş. O günden beri sık sık geliyor, Levent’i ve ailesini kötülüyormuş. Arada Levent de kendini savunmaya geliyormuş. Akşamüstü, o yağmurda çıkageldi. Başladı Defineye dert yanmaya:
“Bunlarda her şeye para var, bize gelince, yok! Benim ailem tanınmış. El âleme mahcup olmamak için her ödemeyi yaptılar. Hemen hemen her eksiğimizi aldılar. Güya onun ailesi de üzerlerine düşeni yapacaktı ama nerde? Aslında bankada, faizde paraları varmış da... Faiz bozmak istememişler de... Bize ne faydası var, ihtiyaçlarımıza harcanmadıktan sonra?”
“Bırak para meselesini! O halledilir. Er olmaz, geç olur ama olur, sonunda. Şimdi sen bu çocukla mutlusun, değil mi? Sevişerek evlendiniz.”
“Birbirimizi seviyoruz dede ama Levent kendisini yetiştirememiş daha. Biliyorsun benden epey küçük. Onu ben idare edeceğim artık. Diyorum: “Babanla konuş. “Neden hiç yardım etmiyorsun? Benim düğün paramı arabaya verdin. Ne eşya aldın, ne düğün masraflarına karıştın! Madem faiz bozmak istemiyorsun, o zaman arabayı sat, aldıklarımızın borçlarını kapat! Eğer satmazsan, bari taksitleri öde, yavaş yavaş!” de!” diyorum. Ağzını açıp da bir şey diyemiyor. Babasına darıldı. Dolayısıyla adam kurtuldu masraftan! Biz bu düğün borcunu, yıllarca çalışsak, ödeyemeyiz!”
“Peki, annesi ne diyor bu işe? Ona söylese, usulünce?”
“Babası laf anlamazmış, düşüncesizmiş, sorumsuzmuş. Annesinin de sözü geçmezmiş. Kadının evde esamesi bile okunmazmış.”
“Levent, iyi çocuk… Biraz eksiklikleri var ama zamanla tamamlanır. Madem seviyorsunuz birbirinizi. Böyle ufak tefek pürüzler halledilir.”
“Vallaha bıktım uğraşmaktan! Kavga ettik. Dedim: “Bu pısırıklıkla sen adam olamazsın! Bana koca, çocuklarına baba olamayacaksın! Biz seninle anlaşamayacağız. En iyisi mi? Yol yakınken ayrılalım! Zararın neresinden dönülse kârdır!” Onun da gücüne gitti. O da ağır laflar söyledi bana. Bitti bitecek! Pamuk ipliğiyle bağlı, evliliğimiz.”
“Olur mu öyle şey? Bakalım, derdi neymiş? Çözeceğiz.”
“Ne zormuş bu işler! Ben de zannettim herkesin ailesi benim ailem gibidir. Bir ucundan tutar. Nasıl da yan çizdi adam! Çıkıverdi aradan. Kaldım Allah’ın çocuğuyla. Ayıkla pirincin taşını!”
“Göç, yolda düzelir. Daha üç günlük damat... Yavaş yavaş olgunlaşır. Dirayetli bir aile reisi olur. Sabırla koruk, helva olur.”
“Kendini geliştirmek için bir çabası yok. Üç kuruş maaş alıyor, tamam ama öyle olmaz ki! Ben hem mesleğimi yapıyorum hem İngilizce öğreniyorum. Dördüncü kura geçtim. Özel ders de veriyorum. Geleceğimi düşünüyorum. Ben eşimin bir yandan da saygın birisi olmasını istiyorum. Ben nasıl uğraşıyorsam bir şeyler yapmak için, o da çalışmalı. Tembel şey! Ne uzayacak ne kısalacak! Yıkılacak, Nazan’ın üstüne!”
“Ona da sorumluluk verecektin. Herkes görevini bilecekti! Fakat ilk günden sen sıvadın kolları, giriştin işe! Bilgiçlik ettin. Ona fırsat vermedin. Sana güvenmeye alıştı. “İlk günden neyse, hep öyle gider!” derler ama ben yine de bir şeyler yapılabileceğine inanıyorum.”
“Baktım ki ona kalsa, donakalacağız. İş bana düştü. Ne yapayım? Zaten burada ablamla yaşıyordum. Evleneceğim düşüncesiyle biraz ufak tefek eşya da edinmiştim. Ev buldum, taşıdım. Onlar da eksikleri alacaklar, düğünü yapacaklardı. Takılar falan... Adettir bizde… Ona kalsa, ne ev bulabilir ne de kira verebilir! Arkadaşıyla kalıyor. Evi yok, eşyası yok. Ailesi vurdumduymaz! Benim ailem, her işini bıraktı geldi, her şeyle ilgilendi. Ablamla annem koşuşturdu tüm işlerimize. Beyimiz, elini kolunu sallaya sallaya gezdi.”
“Bırakmadın ki çocuğa!”
“Bıraktım, bekledim. Evlenmeye karar vereli bir sene olacak, onda en ufak bir kıpırtı olmadı. Bu yaştan sonra daha ne kadar bekleyecektik? Hem neden bekleyecektik. Bir an önce yuvamızı kurmalıydık. Dedim ya dede, o hâlâ çocuk. Adam olabilmesi için daha bir fırın ekmek yemesi lazım! Çok pasif.”
“Erkek, gerektiğinde resti çekebilmeli, ailesine! Eşinin yeri ayrı, anasının babasının yeri ayrı...”
“Yuva kuruyoruz. “Şunu da ben alayım!” diye bir çabası olmadı. Ya ben alacağım ya da babası... Babası da çekildi kenara! Neler oldu, biliyorsun ya, işte!”
"Yahu daha kaç gün oldu siz evleneli? Sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış. Ne çabuk birbirinize girdiniz! Ben size burada neler anlattım, yaşadıklarıma dair; bir kulağınızdan girdi, bir kulağınızdan çıktı, değil mi? “Eşyanın en iyisi olmayıversin, yarın canınızı acıtacaksa. Herkesle yarışmaya kalkmayın! Ben, damat mı oldum, rezil mi oldum, ne olduğumu anlamadım! Bastığım yeri görmüyordum, borçtan harçtan! Bir de her hafta bizdeydiler. Çoluk çombalak, yirmi yirmi beş kişi gelirlerdi, geldiler mi!”
“Bunlar da öyle... İyi ki aynı şehirde oturmuyoruz!”
“Yahu, tüp can çekişiyor. Birer kahve içelim ama nasıl? Ya biterse? Duygu, o tüp bir cezve kahveyi kaynatır be! Hadi bize orta şekerli... Hani biliyorsun ya... Köpüklü, tiryaki işi...”
“Tamam, dede! Çayın suyundan alır yaparım. Kaynatır. Ahmet söyledi, getirecekler.”
Duygu, önce köpüklü taraflarını taksim etti fincanlara, sonra da kalanı tekrar kaynatıp ekledi üçüne de. Ne güzel kokuyordu! Sevmeyenin bile canı çekerdi!
Nazan, küçük bir kız kadar... İncecik, bir elli yok. Fakat yüz hatları, kalemle çizilmiş gibi... Her şeye rağmen pırıl pırıl kahverengi gözleri, bakımlı ve bembeyaz dişleri, koyu ateş kızılı saçları, hafif makyajıyla hoş bir genç hanım. Levent, onun gibi evcilik oynamamıştır. Zamanla olur. Küçük olduğunu biliyordu. O yaştaki bir erkekten ne beklenir? Olduğu kadar olacak, şimdilik. Giderek olgunlaşır.
Dede, on beş yaşında başlamış, çalışmaya. Ailesinin geçim yükünü omuzlamış. Evlendiğinde, otuza yakınmış. On beş yıllık çalışma hayatı... Üstelik bunun on üçüncü yılında babası ölmüş, aile reisi olmuş. Onunla bir olabilir mi Levent? Okulunu bitirdiğine, bir işe girdiğine, para kazandığına şükretmeli!
Nazan, hızını alamadı! Anlatıyor da anlatıyor! Arada çok özel konular da var ama susturabilene aşk olsun! Zavallı Levent!
“Ben kız olduğum halde gayret ediyorum. O da etmeli! Benim eşim bana yakışmalı! Ne olursa olsun! Bana ne? Ailem de öyle birini ister, damat olarak. Ben pısırık biriyle yaşayamam! Bozulacaksa baştan bozulsun! Ya olması gerektiği gibi olsun ya da yok olsun!..” diyordu, ısrarla.
Ablası hâlâ bekâr... Evlenmiş olmak için evlenmek istemiyor. Doğulu bir erkek arkadaşı olmuş. Ona kaba davrandığı için ayrılmışlar. Cesareti kırılmış, kabuğuna çekilmiş. Nazan:
“Bula bula bunu mu buldun!..” diye başının etini yemiş! “Ele güne karşı adam gibi adam bul! ’Kırk sekiz’ dedirttiremedim! "Gırh sehiz!”diyor, dağlı!" demiş durmuş.
Define sıkılmış ama belli etmiyor, konuyu değiştirmeye çalışıyordu.
“Bari yemek yapmayı biliyor musun? Aç bırakmayasın, çocuğu?” diye sordu Define.
“Tariflerden hepsini yapıyorum. Ablam annemden öğrenmiş, ben de ablamdan öğrendim. Kaç senedir beraberiz. Canımız isteyince, pişiriyoruz. Hele benim, yemekle aram hiç yok. Çoğu zaman aperatif şeyler yiyoruz.”
“Paketçiler sizi…”
“Öyle şimdi, her şey hazır... Ayaküstü...”
“Yakında, yemek yapan kalmayacak.”
“Yemek fabrikaları açıldı. Paradan haber ver!”
“Kadın demek, yemek demek... Annem : “Alacağın kızı, önce mutfağa sokacaksın! Bakacaksın, nasıl yemek yapıyor? Becerikli mi? Eli çabuk mu? Temiz mi pis mi? Ona göre…” derdi.”
“Şimdi, yemeğe götürüyorlar.”
“Biz muhallebiciye götürürdük.”
“Ya da plaja…”
“Tabi, mutlaka. O zaman öyleydi. İstanbul’un denizinde yüzülürdü.”
“Herkes bir kızla…”
“Ben mahallenin bütün kızlarıyla… Anneleri teslim ederdi.”
“Güvendikleri içindir.”
“Çok güvenirlerdi. Güvenlerini sarsacak hiçbir şey yapmadım. Sinemaya götürürdüm, onları. Siyah beyaz filmler… Ne kadar acıklıysa, o kadar beğenilirdi. Ne saçma sapan filmler, kapalı gişe oynardı! Biletler kara borsadaydı. Güçlükle bir yer bulurduk. Yerimizi satar, paramızı geri alır, başka bir sinemaya giderdik. Ne günlerdi, yahu! Hey gidi günler hey!”
Kahvemi içerken bir ara onlardan koptum. Bunların hallerini ve kendi geleceğimi düşündüm. İster istemez mukayese yaptım. Benim beklentilerim böyle şeyler değildi. Öyle pahalı eşyalar, kariyer yapmış bir eş, son model araba falan...
Akademinin penceresinden caddeyi seyrederdi kızlar. İçlerindekinden çok arabalara bakarlardı. Hatta aralarında konuşurlardı:
“Şu arabayı kullanan kim olursa olsun, onunla evlenmeyi isterim!”
“Kim istemez!.. Atalım böyle bir arabanın altına kendimizi! Filmlerdeki gibi... Başka türlü nasıl tanışacağız?”
Uzaktan bilirlerdi, markasını, modelini; özelliklerini sayar dökerlerdi, uzun uzun.
Bense, öğrenciyken evlenen sevgilileri konu alan bir radyo tiyatrosu dinlemiştim. Kıt kanaat geçiniyorlardı. Aralarında parasızlık nedeniyle tartışmalar oluyordu ama sevgileri ağır basıyordu. Onların yaşantılarını hayalimde nasıl canlandırdıysam, o zamandan beri duam o oldu. Asla okulunu bitirmiş birisiyle evlenmeyecektim.
Kıt kaynaklar daha cazip gelmiştir bana. Ablamdan ilk dinlediğim çocuk öyküsünde, ormanım kenarında; küçücük, tek odadan ibaret bir kulübede, beş yaşınaki kızıyla beraber yaşayan genç ve çok güzel bir anne vardı. Soğuk kış gecelernde, gaz lambasıyla aydınlanan odalarındaki ocaklığa, ormandan güçlükle kestiği kütüklerden birini dayıyordu, sabaha kadar yetiyordu onları ısıtmaya. Koyun koyuna yatıp uyuyorlardı. Sabahları, ocağı canlandırıyor, tarhana çorbası pişiriyordu. Sıcak sıcak kaşıklıyorlardı, içleri ısınıyordu. hayatları çok zordu ama onlar çok mutluydu!
Küçük kız baharda kır çiçekleri topluyordu, annesi için. O da kavanozdan yaptığı bir vazoya koyuyordu. Her şeyi kendileri üretmeye çalışıyorlardı. Hoşuma giden oydu!
Topladığı pamuklarla yaptığı minderleri, gaz tenekelerinin üstüne koymuş, işlediği patiska bezleriyle kaplayarak puflar yapmıştı. Sandıkları yan yana getirerek sedir çakmış, Üzerine bir şilte koyup, ona da kar gibi nakışlı örtüler örtmüştü. Makaraya çiviler çakmış; kızına, renkli yünlerle kuşak örmeyi öğretmişti. Ben de tutturmuştum da ablam da bana yapmıştı, aynısından. Altı yaşındaydım. Sanki o kız bendim. O zamanlar o hüviyet yer etmiş olabilir, ruhumda. Tuhaf gelir, kimse inanmaz belki ama arkadaşlarımın aksine, fakirliği seviyorum. Öyle mutlu olacağıma inanıyorum.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 257
YORUMLAR
müthişti.. kurgu, cümlelerin anlatmak istediklerini istisnasız verebilmeleri... harika...
benden de bir kaçcümle kaçmış içine sanki:
"Bunların hallerini ve kendi geleceğimi düşündüm. İster istemez mukayese yaptım. Benim beklentilerim böyle şeyler değildi. Öyle pahalı eşyalar, kariyer yapmış bir eş, son model araba falan... "
____
teşekkürler, edebiyatla kalın efendim...
güzel bi yaziydi.
sevgi yoksa arada insan hic bir seye katlanamaz.
ama erkeginde evet pisirik hallerini kimse sevmez birazda sözünü gecirebilmeli gerek ailesine gerekse esine.
o sorumlulugu tasiyabilmeli.
ailelerde gereken destegi vermeli bence.
benim annem simdi bile devamli arkamdadir her konuda. babalar okadar duyarli olmayabiliyor..
ve su kismi; _ “Bula bula bunu mu buldun!..”
insan esine laf söyletmemeli isterse kardesi olsun..
emegine yüregine saglik cok genis bir konu.
sonsuz yorum yapillabilinir.
sevgilerimle