KAVUŞMA
Ailesine uzun yıllar hasret kalan Cemile, ilk bayram tatilinde, eşiyle İstanbul’a gelerek sürpriz yapmayı planlıyordu. Ardı arkası kesilmeyen özlem dolu mektuplarda uzaktan yaşananlar, heyecanlı yazışmalarla paylaşılıyordu. Cemile’nin aylar önce, bir bebek beklediğinin müjdesini verdiği mektup, her defasında ayrı bir heyecanla, yüksek sesle okunuyordu. Mutluluk doruktaydı.
Evin her köşesinde, hummalı bir hazırlık yaşanmakta; bayram hazırlıkları, ince ve özenli bir şekilde düzenlenmekteydi. Evin alt kat bahçesinin yabani otları temizlendi, toprakları havalandırıldı. Mevsimlik renk renk çiçekler, yürüme yolunun sağ ve sol yanındaki kabartılmış toprak alanlara dikildi. Alt ve üst bahçenin havuzları temizlendi. Alt kat bahçeden, evin arka giriş kapısına kıvrılıp dolanarak ulaşan uzun yürüme yolu, iyice süpürülüp yıkandı. Bir yandan bayram temizliği, evde de sürüyordu. Genç evlilere, geniş sofaya açılan beş odanın en büyüğü, itinayla hazırlanmıştı. Herkeste, hamileliğinin son aylarını süren Cemile’yi, eşiyle birlikte rahat ettirme arzusu ve çabası ön plana çıkmıştı.
Sofanın ortasında yer alan yuvarlak masanın kanatları açılmış, en büyük konumuna getirilmişti. Sofranın üzerine, Meryem Nine’nin, bej ipek üzerine çin iğnesiyle işlediği, açık pembe güllü desenli örtü serilmişti. Ayrıca, çepeçevre kenarları, Hatice Hanım’ın antika işlediği bembeyaz kolalı masa örtüleri ve peçeteleri, yemek servisi için birkaç adet hazırlanmıştı. Sofanın kapıya yakın olan ucunda, hayli büyük, kahve köpüğü renginde parlak bir çini soba yer almaktaydı. Üzerinde kış akşamları, özel kaplarda kestane pişirilir, mısır patlatılırdı. Onun hemen yanında, dört kişinin rahatça dinlenebileceği, fındıkkabuğu tonunda, çiçekli kadife koltuk takımının uzun koltuğu bulunuyordu. Köşelerinde canlı renkli, elişli yastıklar, elden geçirilerek puf puf kabartılmış, göz dolduruyordu. Bunlar Emine Anne’nin göz nuru döktüğü çok zarif yastıklardı. Tek kişilik koltuklardaki yastıkları ise kızı Zehra, aynı motiflerle işlemiş, tamamlamıştı.
Çerçevesi altın varaklı dev aynanın altındaki büfenin üzerinde, sağ köşede siyah gramofon yer almaktaydı. Cemile’nin en çok sevdiği plak, çalmaya hazır bir şekilde hazırlanmış bekletiliyordu. Arife gününden hazırlıklar tamamlanmış; sıra tadı damaklarda kalacak yemekler, zeytinyağlılar ve tatlıları kotarmaya gelmişti. Mutfakta iki kadın, aralıksız çalışıyordu. Bütün bu hazırlıklar, her Türk Ailesi’nde olduğu gibi, Türker Ailesi’nin de geleneğinde sevgiyi, ilgiyi ve özeni, açıkça ve samimice belli etmenin emekli bir yoluydu. Mutfak alanı, oldukça genişti. Bakır siniler, kapıdan girince hemen karşıda, dayalı olduğu duvarda pırıl pırıl parlıyordu. Dipleri tertemiz ovulan boy boy tencereler, ahşap oymalı raflara, düzgün aralıklarla diziliydi.
Ayran, limonata ve meyve sularının konulacağı ince belli bakır ve gümüş bakraçlar, kullanılabilmek üzere, raflardan mutfak masasına indirilmişti. Gümüş çatal, bıçak takımlar ve diğer gümüşler, özenle parlatılmıştı.
Alt katta, Meryem Nine’nin, bu eve taşıdığı atölyesinin bulunduğu bölümün hemen yanında, geniş bir alana yayılan kilerden, eksikler alınıp harıl harıl mutfağa taşınıyordu. Yaz kış serin olan bu geniş mekânda, yok yoktu. Evde hazırlanmış reçeller, marmelâtlar, turşular, kurutulmuş meyveler, iri cam kavanozlarda; toptan alınmış patates, soğan, pirinç, baklagiller ve yedek su, ağzı kapaklı kocaman küplerde ve vernikli ahşap ızgara taban üzerindeki kalın bez çuvallarda saklanıyordu.
Karanlık basmış, evin dış cephesindeki koyu kahverengi ahşabın rengi, daha da koyulaşmıştı. Pencere altındaki motifli jumbolar, sokak lambalarının ışıklarıyla, gölge oyunlarına başlamıştı. Herkesin kulağı, evin çeşitli yönlerine açılmakta olan kapılarında tetikteydi. “Acaba hangisi çalacaktı?” Evin dört girişi bulunmaktaydı.
Cemile ile Vecdi, ya ikinci kat bahçeye açılan, eskiden ahır kapısı olarak kullanılan dört kanatlı ahşap dev kapıdan gelebilirlerdi; ya da ön kapıdan veya alt kat bahçe kapısından. Ön kapı, çift kanat açılabilen, ortasında insanın elini dolduran kocaman pirinç bir tokmağı barındıran, ahşap oymalı süslü bir kapıydı.
Tam bu esnada, tokmağın, kulakları dolduran tok sesi, birkaç kez ön kapıdan duyuldu. Herkesin yüreği, havalara hopladı! Heyecanlı bir sevinçle üşüştüler kapıya! Sarmaş dolaş oluverdiler.
Cemile çok güleç, ama pek solgun göründü. Vecdi ise, elindeki ağırca paketi Tahsin Bey’e uzatırken, gizli bir gururu ve mutluluğu yayıyordu sanki:
“Alın babacığım, size besili bir hindi getirdik.”
Hindiyi alan Tahsin Dede, teşekkür ederek Zehra’ya uzattı: “Kızım, yarına özenle hazırlayın. Şimdi dolaba götürün lütfen.”
Zehra, paketi alıp mutfağa geçerken, o an, nereden geldiği anlaşılamayan katılası bir bebek ağlaması, etrafta çınladı. Herkes, bir an şaşkınlık içinde kaldıktan sonra gözlerini, sesin geldiği yöne, pakete doğru kaydırdı. Cemile daha fazla sabredemeden, kanında dolaşan şefkatle, telaş içinde paketi yırttı. Bir de ne görsünler? Toraman mı toraman bir bebek, kıpır kıpır tombul bacaklarını oynatarak, üstündekilerden kurtulmak istemiyor mu? Herkesten sevinç nidaları koptu! Tahsin Dede, inanılmaz bir heyecanla kucakladı torununu! Sürprizin böylesi görülmemişti doğrusu. Onu bağrına basarken:
“Adı Nuh Tolga olsun!”
Dedi. Göz pınarlarında tek damla sevinç gözyaşı birikti.
İşte, o günden sonra Nuh Tolga, dedesinin bir tanecik gözdesi olmuştu.
Ayşe Yarman Öztekin
"Zaman Fırtınası" 2008