- 1208 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KARADENİZ'İN HIRÇINLIĞI
Hırçın ve gürültülü bir o kadar da huzur verici görünüme sahipti. Masmavi denizin derinliği sanki bir şeylerden kaçar gibi öyle gizlenmişti ki; denizin ayaklarına kavuşmak çok zordu. Kendisini öyle yalnızlığa itmişti ki yada itmişlerdi; çevresinde kendisine hayran hayran bakanları görmüyor ve kendisine bakılıp da huzur bulunduğunu dahi düşünemiyordu; oysaki o öyle derinlere gömülmüş ve öyle yalnızdı ki buna rağmen insanlar bu durumu hiç göremiyor ve düşünemiyordu.
Düşünmezlerdi de çünkü insanların doğası bu “Bencil” yalnız kendileri yaşarmış gibi yalnız kendileri varmış gibi yaşadıklarını sanırlar. Oysa ki hiçbir şey göründüğü gibi değildi ve de olamazdı da. “Mutlaka görünenin arkasındaki gerçek görünmeyenler” vardı.
Yıllarca hep görünen kısma bakarak hareket ettik yada kararlar aldık ve bunun sonucunda da daima görünenlerin arkasındaki gerçekleri göremez olduk. Biraz gayret göstersek biraz uğraşsak belki de görünmeyenleri göreceğiz ve hayatımızı bambaşka kılacağız.
Hiç sorguladık mı Karadeniz’in derinliğini ve hırçınlığını?
Daima seyrettik görünen yüzünü ve dalgalarını; görünen yüzü bize hep maviliği, huzuru verdi ya görünmeyen yüzü! Neden hep hırçın ve derin dibi görünmez? Sorun bir kendinize size huzur veren şey aslında doğasında mı huzursuz?
Karadeniz’i huzursuz kılan ve hırçınlaştıran, kendisini derinlere gömen nedir, kimdir? Bizi biz yapan aklımız, irademiz ve bedensel görünümümüz ise; Karadeniz’i Karadeniz yapan hırçınlığı mı, derinliği mi…? Karadeniz dargın, Karadeniz küskün, Karadeniz yalnız artık…
Sabahın ezan sesleriyle, bırakılır sahilin kenarında kadeh şişeleri… Fırlatılır Karadeniz’e ahlaksızlığın görünen yüzü. Çıkmazsa güneş meydana terk etmez belki bu huyunu devam ettirir devir dayımsız sabahtan akşama, akşamdan sabaha… Kimdi bunlar neden Karadeniz’imi huzursuzlandırır bilmiyorum ama Karadeniz çok öfkeliydi bu bağrından çıkmış evlatlarına, yine de bazen affediyor bazen de diğerlerine acıyordu sanki hamsiyi eksik etmiyordu sofralarından, daima sunuyordu onlara meyvelerinden ve onları aç bırakmayıp besliyordu.
Anne şefkatini andırır bir edayla kendisinin huzurunu hiç düşünmeyip onların huzurunu sağlamaya çalışıp çabalıyordu; ama içindeki fırtınaları da bazen hiç düşünmeden estiriyor yıkıp geçiyor herkesi ürkütüyordu. Haklıydı da kükreyip köpürmekte; onları besleyip onlara huzuru verirken, kendisine ihanet edilmesi hiç de kabul edilebilir ahlaki bir davranış olabilir miydi?
Tabi ki küsecekti, darılacaktı, belki bir daha bizlere huzur vermeyecekti ama o insanlar gibi değildi, değildi emindim çünkü o halen bizleri beslemekte ve halen bizlere huzur vermekte…