UNUTTUĞUM RENK
Anadolu’nun orta yerinde kurulmuş bir okulun öğrencilerine seminer vermem gerekmişti. Yapılacak diğer işlerin arasına bir hafta sonu tatilinde araya sıkıştırılıverilen bir programdı işte.
Büyük beklentilerim olmadan çıktığım bir seminer.
Anlatmam gereken, mesleğim olan mimarlıkla bunun yakın ilişkisi olan Restorasyon konusu arasındaki ilişkiydi. Toplantı boyunca bunca yıllık tecrübemi birkaç slâytla da süsleyerek daha anlaşılır kılmayı hedefliyordum. Bunca yıllık meslek hayatım, hayatım haline gelen işim, birkaç saate sığdıramayacağım bir konuydu elbette. Ama elimden geldiğince burada olmamı isteyen dostlarımı kırmamak için daha anlaşılır kılmaya çalışıyordum konuyu.
Her gün ders verdiğim öğrencilerimden daha farklı olmamalıydılar. Oysa… Tuhaf gelmişti. Yüzleri gülen insanlardı ve heyecanlarını izliyordum bulunduğum yerden. Hele bir tanesi ikinci sıranın pencereye yakın kısmında oturmuş büyük bir ciddiyetle anlattıklarımı dinliyor ve gösterdiğim slâytları izlerken kimi notlar karalıyordu küçük defterine. Not alınabilecek değerde değildi oysa anlattıklarım. Yalnızca izlenimleri olabilirdi belki. Söylediklerimden neler çıkarabilirdi ki.
Bunca yıllık meslek hayatım, kariyerim, verdiğim seminerler… Her şeyimle çırçıplak karşısındaydım bu insanların. Gücümü, verdiğim eserlerden yeterince alıyordum. Daha güçlü biri yoktu burada. Bir beklentim de yoktu üstelik.
İki saatlik seminerimin bitimiyle birkaç soru almak adettendi. O ara o dikkatle not alan genç hanım dışarıya gönderildi ve bir demet çiçekle geri döndü. Demek çiçek sunulacaktı bana. Hoş bir jestti elbette. İki bürokratik sorunun ardından başka bir soru gelmeyince programımı bitirdiğimi ilan ediyordum ki genç hanım kalkıp çiçeğimi sundu ve bir sorusu olduğunu söyledi. Dinliyorum dedim. “Restorasyon eserleriniz göz alıcı ve son derece etkileyici. Mimarlık bir yaşam önerisi sunuyor insanlara. Bu anlamda mimarların sunularının dışına çıkmıyor bu yapılara sahip olanlar. Mimarlar ne kadar bir sunum yapmışlarsa o verilen, mükemmelin son noktası onlar için. Kendilerine ait bir artı başka bir estetik duruş geliştiremiyorlar. Buradan yola çıkılarak yaptığınız eserlerin caddeye bakan kısımlarında pencere önleri çiçeklikleri yahut balkonlardan sarkan sarmaşıklar bir eksiklik gibi duruyor. Bu resimlerin içinde hayat belirtisi arıyorum insana dair. Bu özel ve bilinçli bir tercih mi?”
Uzun ve eleştirel bir yorum… Beklemediğim bir soru. Bir ömür dolusu eserimle ilgili bir eleştiri diye gördüğümü söyledim genç hanıma. Yakınında oturan belediye başkanı “pencere önünde saksıların ne işi var” diye itiraz etti. Güldü genç kadın. “Özellikle bölgeye gelen turistler için ki ben onlara misafir demeyi tercih ediyorum, çiçeklerin ağdığı sokaklarda yürümekten çok daha büyük keyif alacaklardır bana kalırsa ve yeniden gelmeyi arzu edebilecekleri bir gerekçe bırakılmış olacak sokaklara” deyiverdi Belediye Başkanına, çekincesiz, fütursuz ama aynı heyecanla.
Kadınlar… Bizim mekanik algılamamızın dışında romantizmi her yere nasılda zarafetle monte ediveriyorlar. Doğru söylüyordu aslında. Bunca yıldır yaptığım onca Restorasyon’un içinde yeşil alanlar yapmış olmakla birlikte hiç pencere çiçekleri koymamıştım. Hâlbuki çocukken duyduğum hanımeli kokularını ne çok severdim bahçe duvarlarına sarmışlarken.
Herkes bu sorunun ardından biten toplantıyla birlikçe çekilip gitti. Dışarıda nefes almaya çıkmıştı besbelli. Dostuma yeniden görüşmek istediğimi söyledim. Konuyu bir kere daha ama bu defa yüz yüze konuşmak istedim. Yanımıza geldiğinde o yıllar yılı biriktirdiğim güç, konuşmaya başlamasıyla içimden akıp gitti sandım. Ayakta durmak neden bu kadar zor geldi. Duvara yaslanarak soğuk duvarın yere yığılmamı engelleyeceğini düşündüm.
Ne kadar uzun zamandır bir seminerde ya da seminerin ardından böylesi doğal bir ifadeyle zarif övgüler aldığımı hatırlayamadığımı fark ettim. Yaşadığım yılların zorluğunun beni genç tutmuş olabileceğini düşündüğünü söylerken gözlerinin güldüğünü ve heyecanlandığını görebiliyordum. Sanki o yıllarımı görebilecekmiş gibi gözlerimden ruhuma inmeye uğraşıyordu.
Cesaretle açılmış gözleri bir anda otuz yaş daha gençleşmemi sağladı. Yeniden mesleğe başladığım o yıllara dönmek istiyordum sanki. Büyük ismimden bile vazgeçebilirdim. Sığındığım duvara yapıştırmıştı adeta yaşlı bedenimi.
Kıpırdayamıyordum. Ayrılamıyordum. Gitmek de istemiyordum üstelik. Yaşadığım en güzel yenilgiydi belki. Hatırlattığı bir gerçeği hayat tablomdaki eksik renk diye düşündüm. Beni daha çok heyecanlandıracak daha çok mutlu edecek bir gerçeği söyleyivermişti işte.
Bu kadın… Hayata bir başka güçle sarılıyordu. Öğrenci olmak için çok geçti onun için sözde. Ama yepyeni bir hayat kuruyordu besbelli kendisine. Ateş gibi dedikleri tabir tamda ona uyuyordu gördüğüm haliyle. Bunca yıllık eserlerim ve o büyük ismim, güzel bir kadının bakış açısıyla bir pencere çiçeği olmadığı için heba oldu gözlerimde.
Bir kadın için tüm pencerelere bundan böyle pencere çiçeklikleri koymalıydım. Hiç tanımasam ve asla tanımayacak olsam da… Çünkü ona göre mimari, “bir yaşam önerisi”ydi bu öneriyi güzelleştirecek olansa mimarın ta kendisi.
YORUMLAR
Zihnimi dinlendirecek bir sesin peşinden geldim sayfaya. Bu yazı sessizdi, ama o kadar güzel kaleme alınmışki sessiz haliyle dahi iyi geldi yorgunluğuma. Ben nedense o soru soran kadını siz olarak algıladım. Seminer verenden ziyade...
Geç tebriğimi kabul edin.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Hisler işte:))
Sevgiler.
"Bunca yıllık meslek hayatım, kariyerim, verdiğim seminerler… Her şeyimle çırçıplak karşısındaydım bu insanların. Gücümü, verdiğim eserlerden yeterince alıyordum. Daha güçlü biri yoktu burada. Bir beklentim de yoktu üstelik. "
______________________________-
"Bu resimlerin içinde hayat belirtisi arıyorum insana dair"
_____________________________-
"Ateş gibi dedikleri tabir tamda ona uyuyordu gördüğüm haliyle. Bunca yıllık eserlerim ve o büyük ismim, güzel bir kadının bakış açısıyla bir pencere çiçeği olmadığı için heba oldu gözlerimde. "
_____________________________-
tatlı bir anı dinledim, ve aklımda bir sunum, dikkat çekici ve kendini tanıyan bir bayan, önü çiçeklerle dolu pencereleri olan bir sokak-tabi mis kokular- ve tatlı bir anı kaldı...
teşekkürler...
Güzel yazılar okunmuyor nedense...
Mimarların,mühendislerin edebiyatçılardan çok daha iyi yazması da başlı başına enteresan.Mehmet EROĞLU da mühendisti yanılmıyorsam.