GELECEĞİN GETİRECEĞİ
Azmi Bey, seksen beş yaşında emekli bir profesördü. Hayatını ilme vakfetmiş, birçok eseri derlemiş; üretken, çalışkan ve çok değerli biriydi. Gençliğinin baharında, kendinden on beş yaş küçük olan Sevgi’yi, ilk görüşte sevip beğenmiş, ona aşk dolu kalbini, kısa zamanda açarak evlenme teklif etmişti. Sevgi’nin ailesi, Azmi Bey’e hayran kalmıştı ama aradaki büyük yaş farkından ötürü ona, hemen evet diyememişti. Azmi Bey, ailenin cevabını, heyecan ve sebatla uzun müddet beklemiş; Sevgi’yle kuracağı aşk yuvasıyla, geceler boyu hayallerini süslemişti. Durumu, uzun süre tartıp biçen Sevgi’nin ailesi, kızlarına karşı derin duygularla bağlanan bu uzun boylu, iri yapılı yakışıklı ve gösterişli gence, daha fazla karşı koymaya kıyamadan, sabır ve umutla beklenen iki senenin ardından evlenmelerine razı gelmişti. Böylece saadet dolu, ahenkli, örnek bir yuva, bir düş misali kuruluvermiş oluyordu. Bu sıcak ve mutlu hane, birer sene arayla gelen iki güzel kızla daha da şenlenmiş, hayat, anlamlı bir şekilde, imrenilecek kadar güzel akıp gitmeye başlamıştı. Küçük anne Sevgi, bir yandan evlatlarıyla birlikte büyürken, bir yandan da üniversitedeki eğitimine, hiç ara vermeden devam etmekteydi. Son derecede çalışkan ve azimliydi. Okuldan eve döndüğünde çocuklarını, annesinden teslim alırdı. Onlarla bir müddet neşe içinde halıda atçılık oynar, yuvarlanır, tekerlenir; çocukları yorgun düşünce de mutfağa geçerek akşam yemeğini hazırlardı.
El ayak çekildikten sonra Sevgi, kalın kitaplarının içine gömülür, içinden gelerek çalışmaya koyulurdu. Hukuk Fakültesi’nde ikinci senesini sürdürmekteydi. Geç vakitlere kadar masanın karşı ucundaki eşi, araştırmalarını kaleme alırken, diğer tarafta da kendisi, sık sık eşine bakıp gülümseyerek, hazırlayacağı konulara sürüklenip kendini kaptırırdı. Bir ara Azmi Bey, usul usul ve sessizce mutfağa geçer, güzel karısına özenle soyduğu meyveleri ona, güzel bir tabak içinde sıra sıra dizilmiş vaziyette sunardı. Eşinin ipek gibi yumuşacık ve parlak saçlarını, derin bir hazla uzun uzun okşarken,
—Haydi bak tatlım çok yoruldun,
—biraz ara ver artık.
Diye, onunla sevgi ve şefkat dolu konuşur; meyvelerden bir dilimini, gül pembesi iri dudaklara yaklaştırır; güzel eşini, bir soluk olsun dinlendirirdi. Gece yarılarına kadar çalışarak geçen uzun saatlerden sonra ikisi de, yapacaklarını tamamlamış olmanın derin huzuru içinde, el ele yatmaya giderlerdi. Çocukların gece sütünü ısıtıp hazırlamak ve onlara içirmek Azmi Bey’in göreviydi. Karısı mışıl mışıl uyurken o, hiç ses çıkarmadan parmak uçlarının üzerinde yataktan kalkar; cüsseli zarif bedenini, ustalıkla yöneterek karısını uyandırmayacak şekilde tüy kadar hafif adımlarla mutfağa geçerdi. Tekrar yatağın başucuna döndüğünde, günün yorgunluğuyla deliksiz uyumakta olan eşini, banyo holünde yanan abajurdan sızan loş ışığın altında, heyecandan titreyerek ve güzelliğine hayran kalarak seyretmeye bayılırdı.
Sevgi de eşini çok seviyordu. Onunla ilk karşılaştığında, tüm vücudu ürpermiş, karşısında şaşırıp donup kaldığı bu gencin, nasıl olup da beynini ve bedenini, hiç beklenmedik bir şiddetle, böylesine etkisi altına alabildiğine bir anlam verememişti. Sevgi, daha önce böyle bir duyguyu hiç tatmamıştı. Ayrıca Azmi Bey’e tek kelimeyle hayrandı. Onu, herkesten yakışıklı ve olgun buluyor, yakaladığı müstesna şansı, kendisi bile kıskanıyordu. Azmi Bey, sarı dalgalı saçlı, daima sevgi ve masumiyet taşıyan saf sıcak bakışlı, gösterişli ve sportmendi. Tanrı’nın, özenle yarattığını düşündürtecek kadar güzel ve çekici bir erkekti. Kahverengi gözleri, zeki ve derin bakışlıydı. Bu gözler, kıvrık uzun kirpikleriyle daha da güzelleşmişti ve insanı, içine çekerek eritiyordu. Sevgi, bu gözlere her bakışında içinin onlara kaydığını hisseder, heyecan dalgaları, kalbini yerinden oynatırdı. Azmi Bey’in kalın ve gür sesindeki şefkati, sesinin dokusuna işlemişti. Sesinin tonunu saran güven, insanı hayata, koparılmaz güçlerle bağlıyordu. Sevgi’ye beslediği coşkulu aşkı, günden güne, dillere düşmeye başlamıştı. Sevgi’nin, iki yıl sonra üniversiteyi, hiç sene kaybetmeden başarıyla bitirmesi, başta eşi, anne ve babası olmak üzere tüm yakınlarını, olağanüstü sevindirmişti. Aynı sene eşinin yayınladığı kitap da mutluluklarını taçlandırmıştı. Çocukları hızla serpiliyor, aile içindeki baldan tatlı hayat, onların sevimli varlıklarıyla daha da katmerleşiyordu. Sevgi Hanım, kısa süre sonra yazıhanesini açmış, meslek hayatına atılmıştı. Kısa sürede çok aranan, adı hukuk çevrelerinde sık sık duyulan ve kendisine başvurulan bir avukat olmuştu. İşleri, günden güne aşırı bir şekilde yoğunlaşmaya başlasa da o, evini ve işini mükemmelen yürütmeyi başarabiliyordu. Enerjik ve çok fedakârdı. Çocuklar büyüdükçe eve döndüğünde çocuklarının ders ve ödevleriyle yakından ilgilenmeyi zevk edinmişti. Kızlarına her gece zaman ayırıyordu. Yeni konuları, kavrayıp işlemelerinde ve pekiştirmelerinde yararı olur düşüncesiyle o günkü derslerini, tek tek kendisine anlatmalarını sağlıyor; onları sıradan, sabırla dinliyordu. Bu katkılarla çocuklar, parlak başarılı dönemlerini, birbiri ardına tamamlıyorlardı. Azmi Bey, mutlu yuvasındaki muhabbet, ahenk ve dengeyle, başarıdan başarıya koşmuş, çok genç yaşta profesörlüğünü almış ve hemen ardından dekan olmuştu. Yazdığı kitaplara yenilerini eklemiş; dur durak bilmeden zevkle üretmeye devam etmişti. Çocuklarının eğitimi ve yetiştirilmesiyle de yakinen ilgileniyor, güçlü sevgisini onlara, rahatça gösterebiliyordu.
***
Azmi Bey, gel zaman, geç zaman yaş haddinden emekli olarak evine çekildiğinde, birikimlerini yazmayı ve yeni kitaplar üzerinde çalışmayı son hızla sürdürdü. O, gençliğinin ilk günlerindeki heyecan ve ilgiyle avukatlığını sürdüren güzel eşinin eve dönmesini dört gözle bekler, gelince de çocuklar gibi sevinir, her gün onu gülen gözlerle neşe içinde kapıda karşılardı. Azmi Bey, Sevgi Hanım gelmeden az önce özenle sofrayı kurardı. Sevgi Hanım, eşiyle konuşarak biraz dinlenip mutfağa yemek hazırlamak için geçtiğinde Azmi Bey, sık sık ona:
—Yardıma ihtiyacın var mı karıcığım?
Diye çalışma odasından müşfik bir tonda seslenirdi. Sevgi Hanım, şarkılar mırıldanarak hazırladığı yemeğe eşini buyur edince, sohbetle hoş bir anlam kazanan yemekleri, keyifle zevk içinde sürerdi. Çocuklar, üniversitelerini bitirdikten sonra ardı ardına evlenmiş, sevgi dolu yuvalarını, kendilerine layık eşlerle, bir bir kurmuşlardı. Sık sık baba ocağına eşleri ve çocuklarıyla doluşur, onları şenlendirirlerdi. Azmi Bey ve Sevgi Hanım, evlatlarının yuvadan tek tek uçmasıyla, evliliklerinin ilk balayı günlerine geri dönmüş gibiydiler.
Seneler sonra bir akşam, çorbasını kaşıklarken Azmi Bey, eşine:
—Eline sağlık Sevgiciğim, her zamanki gibi döktürmüşsün yine.
Diye, güzel sözlerle başlayarak,
—Son zamanlarda yazarken kelimeleri kullanmakta kıvraklığımı yitirdiğimi fark ediyorum.
—Acaba sen de şahit oluyor musun?
Diye, yakındı. Sevgi ona,
—Çok yoruluyorsun Azmiciğim, daha çok ara verip dinlenerek kendini şımartmalısın.
—Ben gelene kadar hiç durmadan çalışıyorsun.
Dedi. Gözlerini, eşinin derin bakışlarıyla buluşturarak sözlerine devam eden Sevgi Hanım:
—İkimiz de yorgunuz.
—İşlerimizi ayarlayalım da önümüzdeki haftalarda tatile çıkalım,
—ne dersin?
Diye, eşini heveslendirdi. İki hafta sonra, baharın yeni başladığı, heyecanı ve güzelliğiyle gönüllere tazelik aşılarıyla dokunduğu, ılık ve ışıl ışıl bir sabah, mutlu çift, Bodrum’a doğru yol aldı. Tabiat yeşilini sere serpe uyandırmış, her tarafa cömertçe saçmıştı. Ağaçlarda henüz büyümeye başlamış minicik yapraklar, hafifçe esen rüzgârla oynaşıyordu. Yol boyunca rengârenk çiçeklere bürünmüş ağaçların yüreklere dolan güzellikleri, yeni umutları ve yaşam sevincini, kıpır kıpır uyandırıyordu. Yer yer, öbek öbek fışkıran papatyalar el ele vermiş, rüzgâr ve doğa ile coşkulu bir törenin tılsımlı kutlamaları içindeydi. Yemyeşil çimenlerin arasından ateşli başlarını, incecik gövdelerinin üzerinde yükselten, zarafetlerinin güzelliğiyle mağrur gelincik toplulukları, kırmızının alev alev içleri saran güzelliğiyle kalplerde yaprak yaprak açtırdıkları sevgiyi, yanık edalarla selamlıyorlardı. Yol boyunca seyrine doğulmayan uzun bir bahar şöleninin içinden, derin bir haz ve yenilenme duygularının rehavetiyle geçen kumrular gibi çift, akşam güneşinin dağları tutuşturduğu veda kaçamağında, Bodrum’a vardılar. Bodrum’da bahara doyulur muydu hiç? Her gün bir başka koyun seyranına dalmak, uzun yürüyüşlerle doğanın muhteşem güzelliğinin tadını çıkarmak, ne müstesna bir şanstı! Deniz, kış renklerinin donukluğundan soyunup kurtulmuş, kışkırtıcı mavisinin canlı, parlak ve berraklığını, bahar şenliği içinde, doyumsuz tonlardaki yeşillerle buluşturmuştu. Hele hele tepelerden kuşbakışı bakıldığında, deniz kenarlarını müstesna incelik ve güzellikle oyma gibi süsleyen kıvrımlı koyların izini sürmek, ruhu kuşatan duyguları, coşkuyla an be an yaşamak, izleyene bahşedilen Tanrı’nın bir lütfuydu. Duygulu çift yorulduklarında, deniz kenarında bir balıkçı lokantasına inerek, denizin yarattığı sihirli ferahlığın sarhoşluğu içinde, baş başa sohbetle yemeklerini uzun uzun yiyorlardı. Her zaman konuşacak o kadar çok şeyleri vardı ki, ikisi de zamanın nasıl geçtiğini hiç fark edemezlerdi. Azmi Bey ve Sevgi Hanım, balayı gibi geçen, dinlendirici tatillerinin ardından, güçlenmiş ve gençleşmiş olarak her zamanki meşgalelerine dipdiri geri döndüler.
***
Aylar sonra Sevgi Hanım, eşinin basit kelimelerle konuşmayı tercih etmeye başladığını fark edip yüreğinde derin bir kaygı hissetti. Zira Azmi Bey, çok akıcı, zengin ve geniş bir ifadeyle konuşur, herkesi etkilerdi. Onun özellikli vasıflarından biriydi bu. Sevgi Hanım’ın içine bir kurt düşmüştü artık. O gece, işinden çok yorgun dönmesine rağmen hiç uyuyamadı. Eşine ses etmeden yavaşça kalkıp, onun masasının başına giderek, o sıralarda yazmakta olduğu kitabının son sayfalarına, şöyle bir göz attı. Okuduklarıyla hayrete düşmüştü. Birkaç yaprak geriye gitti. Eşinin güçlü anlatımının izini, bu sayfalar da yakalayamamıştı. Daha da arkalara gittiğinde, yazmakta hayli yavaşlamış olduğunu içi cız ederek gördü. Zira eşi, uzun süre aynı satırlarda, bol karalamalar içinde dönüp durmuştu. Sevgi Hanım’ın uykusu hepten kaçmıştı. Burada, anlayamadığı bir şeyler dönüyordu. Sevgi Hanım, eşinin hayli büyük olan çalışma masasına dağılmış yazılara, daha fazla dikkat kesilerek meraklı gözlerle, ilerleyen dakikalarda üzülmesinin önüne geçemeden, üstü çizilmiş kelimeleri, ciddiyetle taradı. Duraksama, kopukluk, yazmada zorluk ve boşluk kendini acı bir şekilde hissettiriyordu. Masanın bütününü gözden geçirdiğindeyse, üstünün dağınık haline gözü, içi sıkılarak takılmıştı. Oysa kaç yıllık eşinin en takdir ettiği yanlarından biri, düzenine titizlikle özen göstermesiydi. Boğucu bir sıkıntı, içine sinsice yayılmaya başlamıştı. Karar verdi: Onu, incitmeden doktora götürmenin mutlaka kolay bir yolunu bulmalıydı. Ertesi sabah kahvaltıda Azmi Bey, eşinin hazırladığı zevkli sofrada, huzur içinde çayını yudumlarken güzel karısının çehresindeki yorgun ifadeyi, dikkatinden kaçırmadı. Ona merakla, o günkü duruşmalarını sorarken, sıkıntısının bundan kaynaklanabileceğini düşünmüştü. Sevgi Hanım, eşinin her zaman sevgi ve sıcaklık yayan elini sımsıkı kavrayarak:
—Bugün işim erkenden bitiyor Azmiciğim.
—Kendimize bir çekap yaptırma zamanı geldi de geçiyor.
Diye, düşünüyorum.
—Ne dersin?
Diye, eşine dönüp sorduğunda Azmi Bey, onu şaşırtarak, yumuşak başlılıkla hiç itiraz etmeden bu teklifi, hemen kabul ediverdi. Aynı gün Sevgi Hanım, birkaç arkadaşına danışarak araştırdığı bir hastaneden aldığı doktor randevusuna eşini götürdü. Azmi Bey’e bir seri test uygulandı. Özel tetkiklerden de geçirildikten sonra Azmi Bey’in hafıza performansında gerileme olduğu saptandı. Kendisine güçlü ilaçlar verilerek bu durum, ciddiyetle ele alındı. Morallerini bozmamaya çalışarak evlerine duygu yorgunluğu içinde dönen Sevgi Hanım ve Azmi Bey, o gece erkenden yatarak, sımsıkı birbirlerine sarılıp hiç konuşmadan uymayı tercih etti. Her ikisi de ertesi sabah uyandıklarında, sanki konuşup da anlaşmış gibi, hiçbir şey olmamışçasına hayatlarına geri dönmeye karar vermişlerdi. Sevgi Hanım, o sabah yine zevkle kurduğu kahvaltı masasının bir köşeciğine, her zamankinden farklı olarak, pembe fistolu dantel örtülü, hoş görünüşlü minik sepet içinde, eşinin ilaçlarını, yanı başında bir bardak su eşliğinde servis ediyordu.
***
İki yıl aradan sonra bir hafta sonu, güneşli güzel bir günde gezmeye gidecek olduklarında Azmi Bey, arabasının anahtarlarını bir türlü bulamayınca eşinden yardım almak istedi. Beraberce evin altını üstüne getirdilerse de anahtarı bir türlü bulamıyorlardı. “Stres yapmayalım, nasıl olsa çıkar bir yerden.” diye, ikisi de o günü, evde dinlenerek geçirmeye karar verdiler. Sevgi Hanım, o sabah, huzursuzluğunu eşinden saklasa da gizli gizli anahtarı, merakla aramayı sürdürdü. Eşini üzmemek için, “dolapları düzenliyorum.” diyerek, ne kadar gömlek ceket, pantolon, palto vs. varsa, tek tek ceplerini dikkatlice gözden geçirdi. Elbise dolaplarının içini, çekmecelerini, akla gelebilecek her yeri araştırdı. Arayıp da bulamayınca daha çok endişelendi. Banyoyu kullanmaya geçtiği sırada, oradaki göz ve rafları dikkatlice kontrol etti. Yemek hazırlamak için mutfağa çekildiğinde her yeri baştan aşağı titizlikle taradı. Bir yandan hazırlayacağı öğle yemeği için patatesleri soyuyor, bir yandan da, “bakacak başka bir yer kalmadı.” diye, hayıflanıyordu. Soyduğu patateslerin kabuklarını çöp kovasına boca edeceği sırada, “çok saçma ama bakmadığım bir tek burası kaldı galiba.” diye, birden aklına, ister istemez orayı karıştırma fikrini koydu. Aceleyle eldivenlerini giyerek yere bir gazete yayıp çöpü üzerine boşalttı. Eliyle yoklayarak içini tek tek taradı. Tam, gerisin geriye atıkları geriye boca edecekken avucuna, sert, küçük bir şey takıldı. Aceleyle bu nesneyi çekip çıkarmasıyla, aradığı anahtarı, gözleri fal taşı gibi açılarak hayretler içinde buldu! Zihni bayağı karışmıştı. Nasıl olur da eşi böyle bir şey yapabilirdi? Daha da zor olanı, bunu ona nasıl söyleyecekti? Öğlen olmuş, sofra kurulmuş, yemeğe sohbet tadıyla başlayacaklarken Azmi Bey’in eşine ilk cümlesi:
—Anahtarı bulamazsak ne yapacağız karıcığım?
Demesi olmuştu. Sevgi Hanım, bu durumu fırsat bilerek sevgili eşine, damdan düşer gibi, ama en hoş sesiyle:
—Ben onu buldum.
—Sen artık onu hiç merak etme!
Deyiverdi. Birden çok şaşıran Azmi Bey:
—AA sahi mi? —Nerede buldun peki karıcığım?
—Çok merak ettim doğrusu?
Diye, sorunca Sevgi Hanım, eşine dönerek:
—Yere düşürüvermişsin.
—Herhalde dalgınlıkla olsa gerek.
Diye, geçiştirmek istedi. Azmi Bey:
—Ya, nerede düşürmüşüm peki?
Diye, merakla sorduğunda Sevgi Hanım:
—Mutfakta.
Diye, kestirip atmak istedi.
—Allah, Allah!
Diye, başını dertlice sağlayan eşinin haline içi burkulan Sevgi Hanım, konuyu dağıtmak için, torununun doğum gününe ne alacakları sorusunu, gündeme getirerek kaçış yolunu buldu. Amacına ulaşmıştı. Aralarında hediye seçme tadında konuşmalar geçmeğe başlayınca, Azmi Bey, anahtar meselesinden çoktan uzaklaşmıştı. Sevgi Hanım, akşam işinden dönerken torununa, doğum günü hediyesini özenle seçip süslü bir paket halinde hazırlattıktan sonra, eve heyecanla girdi. Eşiyle akşam yemeğinden hemen sonra kızlarına gideceklerdi. Yemeklerini bitirdikten sonra Sevgi Hanım, kendisi sofrayı toparlarken, bu arada eşinin hazırlanmasını rica etmişti. Mutfak işlerini kısa sürede bitirerek geç kalmamak için yatak odasına, kendisine çeki düzen vermek ve saçlarını fırçalamak üzere geçen Sevgi Hanım, eşinin, uzun müddettir banyoda kaldığını gördü. Kendisi bir çırpıda hazırlanıp, tarandıktan sonra onun hâlâ banyodan çıkmamasına şaşırıp:
— Bir şeye ihtiyacın var mı hayatım?
Diye, nazikçe ona, dışardan seslendi. Kapı önünde durup azıcık bekledi. İçerden hiç ses alamayınca, meraklanarak tekrar yüksek sesle sordu. Kapının arkasında çıt yoktu.
—Azmi, Azmi!
—Bir şey mi oldu, hayatım sana?
Diye bağırmaya başlayan Sevgi Hanım, kapıyı kaygıyla yumruklayarak gürültü kopardı. Kapının kilidi yavaşça açıldığında eşinin hiç alışık olmadığı dalgın bakışlarıyla göz göze geldi. Eşi biraz sararmıştı ve suskundu. Sevim Hanım, ne olduğuna hiç bir anlam veremedi.
—Canım, iyi misin sen?
Diye, endişeli bir sesle eşine soruyordu. Azmi Bey, donuk ve hissiz bir vaziyette, banyodan çıkarak yatak odasına doğru ilerledi.
—Tatlım, eğer iyiysen hemen çıkmamız lazım.
—Çok geç kaldık.
Diyen eşine, tam bir teslimiyet içinde tabii olarak evden çıkan Azmi Bey, Sevgi Hanım’ı epeyce korkutmuştu. Arabayı ona kullandırtmayı sakıncalı gören Sevgi Hanım, direksiyona kendi geçerek kızının evine doğru arabayı sürdü. Yol boyunca Azmi Bey’in dalgın hali dağılmamış, tek bir kelime bile etmemişti. Göz ucuyla eşini sık sık kontrol eden Sevgi Hanım, “yarın ilk işimiz doktorumuza gitmek olacak!” diye aklından geçiriyordu. Mutlu doğum günü gecesinde Azmi Bey’in, hiç alışılmadık durgun hali, evlatları ve damatlarını endişelendirmişti. Azmi Beyin, kendisiyle ilgilenildiğinde, sorulan sorulara tek sözcükler halinde cevaplar vermesi; başka bir dünyada yaşar gibi görünmesi; dışarıya vurmamalarına rağmen kızını ve damadını etkilemiş ve çok üzmüştü. Bir ara, annesiyle mutfakta dertleşme fırsatı bulan Serpil, babasının, neden böyle davrandığını annesine kaygı içinde sordu:
—Onu daha önce, hiç böyle görmemiştim.
—Babamın nesi var anne?
Diye, esefle sözlerine devam etti. Annesi: Son günlerde biraz tuhaf davranışları benim de dikkatimi çekiyor.
—Onu artık evde yalnız bırakmaktan bile ürkmeye başladım.
Diye, kızına dertlendi. Sevgi Hanım ertesi gün, işlerini çabucak toparlayarak erkenden eve döndü ve eşinin hazırlanmasına yardım ederek onu, doktoruna götürdü. Yapılan yeni testler ve tetkiklerin sonuçları, maalesef hiç iç açıcı değildi. Azmi Bey’in rahatsızlığı hızlı bir ilerleme evresini göstermekteydi. Evde bazı radikal tedbirlerin alınmasını ciddiyetle öneren doktorları, Sevgi Hanım’ın eline, acilen yapılması gerekenlerin uzun bir listesini tutuşturuyordu. Her geçen gün, Sevgi Hanım’ın seven kalbi, kuşkanadı gibi acıyla titriyor, eşine hayran duyguları, içindeki isyanı kamçılıyordu. O zekâ fışkıran nadide deha beyin, giderek taşıdığı asil ruhtan kopuyor ve yavaş yavaş acımasızca, bilgi ve deneyim yüklü içini boşaltıyordu. Sevgi Hanım, günlerce gecelerce kendisiyle savaşmaya başlamıştı. “İsyan etmek bana yakışmaz! Başıma gelen bu olayla, aşkım ve vicdanım uğruna güçlenip savaşmalıyım!” diye, aklına ve ruhuna, hükmetmek istiyordu. Geceleri, doğru dürüst uyuyamıyor, uykusuzluk ve yorgunluk, zamanla onu, günlük işlerinde zorlamaya, hırpalamaya ve bitap düşürmeye başlıyordu. En kötüsü de aklının, hep evde kalmasıydı. Uzun uzun düşünüp, tartıp biçtikten ve kendiyle savaş verdikten sonra Sevgi Hanım, ilk tedbir olarak işlerinin yoğunluğunu azaltmaya karar verdi ve eve erken gelmeye başladı. Eşine:
—Ben hemen döneceğim, sakın bir yere bensiz çıkma tatlım, e mi?
—Eve gelince sana çok ihtiyacım oluyor. Diye, sıkı sıkı tembih ediyor ve eşini, yarım saatte bir telefonla arayarak kontrol ediyordu. Eşi, artık geceleri daha az uyumaya başlamıştı. Buna karşılık, gündüzleri hiç uzanıp yatmazken, uzunca bir süre dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu.
***
Bir gece henüz yatmışlardı ki, Sevgi Hanım, eşinin elini tutmuş, yorgunluktan tam kendinden geçecek haldeyken, Azmi Bey’in yataktan fırlamasıyla, o da arkasından sıçrayıvermişti. Eşinin:
—Ne oldu Azmiciğim?
—Bir yerin mi ağrıyor?
—Neden bu kadar sıkıntılısın?
Demesine kalmadan Azmi Bey, uzun gövdesi üzerinde yükselerek gardırobun üst kat gözlerinden birinden, orta boy bir bavulu kaparak güçlü kollarıyla gürültülü bir çekişle aceleyle yere indirdi ve telaşla içine gelişigüzel giyeceklerinden tıkıştırmaya başladı. Karısı donup kalmış, nasıl tepki vereceğini şaşırmıştı. Beynine hücum eden kanın zonklatan basıncıyla sinirleri gerilen Sevgi Hanım:
—Söyle bana, ben de sana yardım edeyim hayatım.
—Niçin gecenin bu saatinde bavulunu hazırlıyorsun?
Diye, sorduğunda, Azmi bey:
—Çok geç kaldım!
—Kızım beni bekliyor saatlerdir!
Diye, panik içinde yakınıyordu. Sevgi Hanım eşine dönerek:
—Tatlım, çok istersen yarın sabah gideriz.
—Şimdi gece,
—zaten onlar uyuyordur.
Diyerek ve sesine hâkim olabilmek için kendisiyle mücadele ederek, uyku mahmuru, onu yatıştırmaya çalışıyordu. Azmi Bey, o güne kadar hiç olmadığı kadar hırçın bir hamleyle, bavulunu kaba hareketlerle kapatıp, kapıya doğru yönlendiği sırada Sevgi Hanım, “gecenin bu saatinde dışarı çıkar da kaybolursa, ben ne yaparım?” diye, panik içinde onu kolundan tutarak durdurmak zorunda kaldı. Eşi onu, ağır cüssesiyle hiç beklenmedik bir şekilde geriye doğru itince Sevgi Hanım, düşmemek için sendeledi ve omzunu, aralık duran kapıya sertçe çarptı. Gayriihtiyarî inledi ve sinirleri gerilerek hem vuruğun acısıyla hem de olayın şokuyla kendini tutamadı ve zemberek gibi boşalarak ağlamaya başladı. Eşinin, sessizce süzülen yaşlarını gören Azmi Bey, birden onun mahzun halinden etkilenerek bavulunu elinden, gümbürtüyle boşluğa bıraktı. Telaşının nedenini çoktan unutmuştu. Eşinin gözlerinden akan yaşlara anlam veremeyerek birden hüzünlendi ve şefkatli dokunuşlarla inen yaşların ıslağını sildi; sonra da onu, belinden sevgi ve şefkatle kavradığı gibi yatağa doğru götürdü. İkisi birden henüz soğumamış yatağa uzandılar. Kasılarak hiç kıpırdamadan Azmi Bey’in uyumasını bekleyen Sevgi Hanım, eşinin kolundan yavaşça sıyrılarak kapıya doğru koştu ve emniyetle iki kez döndürerek kapının kilitlendiğinden emin oldu. Hızlıca evi dolaşarak banyo kapısı dâhil, kapıların üzerlerindeki anahtarları tek tek alarak hatırlayacağı emin bir yere sakladı. Sevgili eşinin yanına uzanarak bütün gece, için için ağlamaya devam etti. Bu üzücü olaydan sonra Sevgi Hanım, işini tamamen bırakıp evde kocasına bakmaya karar vermişti. Güçlü olmak, beyin kimyası bozulan eşine boş bulunarak haşin veya sinirli davranmamak için, kendisiyle mücadele halindeydi. Âşık olduğu sevdiği ve kişiliğine, kariyerine hayran olduğu çok değerli birinin bu hale düşmesi, ne tarif edilmez bir acıydı! Sevgi Hanım, her geçen gün daha çok yıprandığını yaşayarak, zaaf gösterip eşine yanlış bir tepki vereceğinden korkmaya başlamıştı. Beklenmedik bir şekilde girdabına çekilmiş olarak bulduğu yeni hayatında, kendini eğitmek için çırpınıp duruyordu. Acı da olsa artık onun hasta olduğunu kabul etmenin zamanı, çoktan gelip çatmıştı. Ertesi sabah Sevgi Hanım, Azmi Bey’in banyodan bir türlü çıkamayışını merak edip kollamış, epeyce bekledikten sonra, üstünden anahtarı alınan kapıyı eşi kilitleyemediğinden, onu usulca aralayarak, Azmi Bey’in ne yaptığını, uzaktan kontrol edebilmişti. Kapı aralığından, kendini hiç göstermeden gizlice bakan Sevgi Hanım, kocasının ayna karşısına geçip kendine, uzun uzun, hiçbir şey yapmadan öylece bön bön baktığını içi kavrularak izledi. Eşi, kıpırdamadan kaskatı kesilmişçesine duruyor, kendini, yabancı birine bakar gibi aynada seyrediyordu. Sevgi Hanım’ın içi paramparçaydı. Kendisini toparlayarak eşinin yanına yavaşça sokuldu. Hiçbir şey söylemeden onun, ellerini yıkamasına yardım etti. Şefkatle kuruladı ve sevgiyle koluna girerek Azmi Bey’i, kahvaltı sofrasına doğru götürdü. Tabaklarındaki servisi bitirdikten sonra Sevgi Hanım, havanın güzelliğini kaçırmamak için eşiyle yürüyüşe çıkmak istedi. Azmi Bey’in, son zamanlarda en çok istediği şey, kendisini evin dışına atmak, gezmek, dolaşmak, değişik bir yerlere gitmekti. Dışarıda onu Sevgi Hanım, cesaret ve dikkatle çocuk gibi idare etmek durumundaydı belki ama eşi, açık mekâna çıktığında ne denirse onu yapıyor, hiç itiraz etmeden Sevgi Hanım’a uyum sağlıyordu. O sabah her yer, günlük güneşlikti. Güneşin ışıklı oyunları, kışa girerken kurşun dökmeye hazırlanan gökyüzünde, son gösterilerinden birini daha sergiliyordu. Güneşten fışkıran altınsı huzmelerle şekillenen kıvrım kıvrım bulutların, görkemli görünüşlerinin uyandırdığı taşkın duygular, hüzünlü esintilerle içe doluyor; serin ürpertilerle, yeni umutların heveslerini ayaklandırıyordu. Kalamış sahilinde, sıcacık elleri, eşine kenetli Sevgi Hanım, sevdiğinin kolunda, yaşamdaki her anın değerini bilerek ve eşinin yataklara düşmediğine şükrederek; bu doyumsuz manzaranın kuşatılmışlığında, doğanın güzelliğinin büyüsünü, sindire sindire içine doldurarak yavaş yavaş yürüyordu. Sevgi Hanım, sevgili eşinin rahatsızlığının gereği, elinde olmayarak ve bilmeyerek parlayan ani feveranlarıyla sıkça yaşanan olumsuzluklara, böyle huzurlu müstesna anlarda kazandığı güçle karşı koyabiliyor ve sevdiğine destek olabilmenin cesaretini toparlamayı başarıyordu. Epeyce yürüdükten sonra yorulduklarında, bir soluk dinlenmek üzere rasgele bir banka iliştiler. Etraftaki güvercinler, onların oturuşunu bekler gibi, topak gövdelerini sallayarak yanlarına kadar sokuldular. Sihir yüklü bir andı! Kuşların, göz dolduran güzellikleri ve badi badi, hoş hallerinin yarattığı etki, ikisinin de içindeki yaralara taze merhem olup sıvazlanıyordu. Her şey doğada gizliydi! Azmi Bey, tabiatla baş başa olduğunda eskisi gibi yumuşak, yatışmış ve dengesini kazanmış haline geri dönüyordu. Onun, yıllarca kalem tutmuş iri, uzun ve değerli parmakları, güvercinlere doğru uzanacak gibi oldu. Sevgi Hanım, eşinin güvercinlere akan sevgi dolu mahzun bakışlarını yakalayıp çok duygulandı. Bakışları, o gözlerin içinde yine eridi, gitti… Güneş, tepeden onları, sağlık salan ışıklarla ısıtıp kucaklıyordu. Azmi Bey’in Sevgi Hanım’a aşkı, onun yüreğinin katman katman derinliklerine işlemiş, itilmiş ve çok değerli bir hazine içinde yer bulup saklanmış olmalıydı ki doğanın, sakinleştirici ve iyileştirici gücüyle Sevgi Hanım, saklı gizli bu duyguların, sevgi nakışlı nadide örtülerini, tek tek kaldırabiliyor ve onları, gelecekten tir tir titreyerek korkan bedenini sararken buluyordu. Bırakıverdi başını sevdiğinin geniş omzuna. Azmi Bey, sevinçten ürperdi. Beraber olmanın tadını ve mutluluğunu, doyasıya yaşadılar. O an, yüreğinde yankılanan feryadı defalarca haykırarak tekrarlamak istedi Sevgi Hanım:
—Tanrım!
—Ne olur bana güç ve sabır ver!
—Önümde beni bekleyen daha zor günler varken en güzel şekilde bakabileyim sevdiğime!
—Kusur etmeyerek!
—Sinirlenmeyerek!
—Onun istemeden yaptıklarına, kol kanat gerebileyim, dinmeyen olgunluğumla, derin sevgi ve şefkatimle!
—Hiçbir zaman yılmadan ve hoşgörümle!
—Tanrım!
—Ne olur beni, bana, mahcup etme!
—Mahcup etme…
Ayşe Yarman Öztekin
’’Yaşamda Yolculuk’’ 2009
YORUMLAR
Genelde uzun yazılar ne kadar güzel olsada "okunmama" handikapı ile karşı karşıyadır. Tabi okuyanada haksızlık etmeyelim, darphane gibi bir yandan şiir, bir yandan yazı yayımlanıyor, zaman ise kısıtlı en azından benim için.
Ama ben yazınızı sonuna kadar okudum. "Azmi bey'le Sevgi hanım'ın" hikayelerini okurken hüzünlendim. Allah korusun yarın ne olacağımız belli değil. Dikkat ettim "Azmibey ve Sevgi" hanımda çarık bayağı sağlam, bu yüzden yatsın kalsın şükretsinler.
Oysa Azmi bey gibi olupta aile yakınları tarafından sadece "yokluktan" kah zincirle, kah urganla evlerine hapsedilmişleri düşününce, hele hele onları bu durumda bırakan yakınlarının sadece "yokluktan" buna mecbur kalmalarının yürek yangınlarını düşününce!