- 928 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Bir gözü kopmuş tombul bebeğim...
1993 yılıydı galiba. Ya da 1992…
Yok ya 93’e giriliyordu.
Sobalı bir evde oturuyorduk. Annemle babam hala beraberdiler o zaman. Ben evlilik böyle birşeydir sanıyordum. Bütün anne babalar kavga eder…
Daha kardeşim doğmamıştı. Okuldan eve yürüyerek geliyordum. Kardeşim doğduğunda çok şaşırmıştım. Hep şaşkındım ya zaten. Annemle babam hep kavga eder sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşarlardı.
Kardeşim doğduğunda annemin anneanneme “belki düzeliriz” dediğini duymuştum.
Ne saçma şey oysa...
Ben bu kadar uslu durarak düzeltemiyorum da bu buruşuk,çirkin, pembe şey mi düzeltecekti herşeyi? Bunu düşünmesine hala şimdi bile içerliyorum ama neyse...
Aslında kimsenin de pek umurunda değil benim düşüncelerim ama hadi ona da neyse....
O günü hiç unutmadım… O yıl başını...
Sobanın arkasındaki kırkyamalı mindere sinmiş, bir gözü kopmuş tombul lahana bebğimle oyuyordum. O zaman çok modaydı onlar herkeste vardı.
Evdekilerin pek umrunda değilidm ama,
“Olsun “dedim nasılsa akşama kuru köfte yiyecektik. Patates kızartması birde. Yutkundum. Çabucak akşam olsaydı bari…
Dışarıda çok soğuk bir hava ve minicik minicik belli belirsiz yağan kar vardı. Oysa hayat bilgisi kitabında kar yılbaşında lapa lapa yağar yazıyordu. Ve evde anneanne, dede, anne, baba, iki çocuk güzel bir sofranın etrafında oturuyorlardı o resimde.
“Yılbaşında tombala oynanır” demişti Melike öğretmenim.
Resim dersinde kartonun üzerine pamuktan kardan adam yapmıştım. Altında "mutlu yıllar" yazmıştık öğretmenimle. Benim pamuktan kardan adamım biraz tombik olmuşta ama güzeldi yine de...
Eve getirince anneme göstermiştim. Annem her zamanki gibi hiç bakmadan “ Çok güzel olmuş, aferin” demişti.
Tombik kardan adamım öylece kaldı masanın üzerinde.
“Bana hediye almışlar mıdır acaba?” diye düşündüğümü hatırlıyorum bir de.
Salondaki televizyon sehpasının çekmecelerini karıştırdım. Yatak odasındaki dolapların içine baktım. Yorganların arasını karıştırdım, Yatağın altına da baktım ama hiçbir şey bulamadım.
İyi saklamışlardı hediyemi. Öyle olmalıydı...
Konaktaki o büyük dükkanda kel bir bebek görmüştük annemle. Anneme de ne yalvarmıştım Osman’ı bana alması için. Bebeğimin adı Osman olcaktı. Kel bebeğim Osman. Mavi tulumlu, minik beyaz şapkalı olan hani...
Annem uslu durusam, yemeklerimi yersem bana alacağına söz vermişti.Ben hep usluyudum zaten. Belki de onu almıştır dedim...
Yatak odası soğuktu. Üşüdüm.
Tekrar sobanın yakınına oturdum.
Babam ve annesm yine kavga etmeye başladılar.
Bağırışlar yükselmeye başlamıştı.
Kulaklarımı kapattım ve içimden şarkı söylemeye başladım. Sonra yüze kadar saydım, sonra bir daha yüze kadar saydım… sonra…
Sonra akşam oldu.
Akşam Eşref bey amcalar geldi. Babam ve annem sanki hiç bir şey olmamış gibi karşıladılar onları.
Yemek masasına geçildi. Yemekler çok beğenildi.
Sonra annem girişteki eski ayakkabılığın üstünden bir torba indirdi. İçinden paketler çıkardı. Vay ben oraya bakmayı akıl edememiştim...
Eşref bey amca ve karısına hediyeler verdi annem.
Eee, ben...
Ben öylece anneme bakakaldım.
Gündüz sehpanın üstünde kalan ve orda unutulan kartondan tombik kardan adamım gibi kalakaldım.
Kuru köfte de yemedim.
Kimsenin umurunda değildi zaten. Lahana bebeğimin eksik olan o tek gözü gibiydim...