Ayrılığın 1.Günü
AYRILIĞIN 1.GÜNÜ
Soğuk yağmurlu gün, rüzgar ve yağmurun keskin taneleri yalarken yüzünü tenini, kalabalığın ritmine ayak uydurup tavaf edersin İstiklal’in caddelerini. Üşüyen ellerini, buz tutan yüreğini ısıtmak için atarsın kendini kitapçının birine, ısmarladığın kahvenin fincanını üşüyen parmaklarından kayıp gitme tehlikesine karşın avuçlarınla kavrar, sıcaklığının yüreğine ulaşmasını beklersin...
Çantandan çıkardığın kitaba gömersin kafanı, uğultulu seslere aldırış etmeden okumaya çalışırsın, kelimeler sevgilinin adı olur hece hece... Kayıp giden aşkın canlanır sayfalarda... Sonra birden harfler küçülür, silikleşir, hey!... Ne oluyor nereye gidiyorsunuz demeye kalmadan kocaman bir göz yaşı süzülür yanaklarından soluk kağıt parçasının üzerine... Hışımla kapanır kitabın sayfaları yürekten dudaklara ulaşan bir off!...eşliğinde.
Burnunuzun ucuna dayatılan mendile, uzatan ele, oradan gülümseyen hüzünlü gözlere ulaşır gözlerin... Sair zamanda uzatılmayan mendille, bakmayan yabancı gözlere bakınca, daha bir hırçınlaşır yüreğin.. Tüm nezaketsizliğinle koşar adım çıkarsın kafeden... Koca şehir basar üzerine, lime lime olursun sığamazsın hiçbir yere, evin uzak gelir ve soğuk, ayakların geri geri gider.
Bir sinema salonunun ekran perdesinde vıcık vıcık aşk sahnelenirken, bayılma hissine karşı koymaya çalışırsın. Adam "Aşkım" der karşısındaki kadına, "Ömrüm boyunca seveceğim seni, ne olursa olsun bitmeyecek sana hislerim"..., kulaklarında sesler yankılanır, şiddetli mide bulantısı sarar her yanını..
YALAN der yüreğin BİTMEYEN AŞK YOKTUR! Karanlıkta el yordamıyla koltukların arasından bastığın ayakların öfkeli mırıltılarına tepki veremeden, tüm vücudunun seni döven ağrılarıyla baş etmeye çalışarak atarsın kendini soğuk gecenin karanlığına...
Adımların Galata Köprüsü’nün üzerine sürükler seni, bir ihtimal der yüreğin heyecan ve korkuyla... Oysa tüm yüzler yabancı, "Abla" der bir ses "Abim yok mu? Balık çok bereketli bu gece vallaha, mezgit çektim." Kan beynine sıçrar, yaşlar gözlerine hücum eder. Fısıltıyla “Yok abin artık burada, olmayacak da” yerine dudaklarından çıkan sözler yabancıdır sana. "Bereketin bol olsun"...
Gözlerini acıtan, yakan ışığın kalk diyen hükmüyle uyanırsın, salladığın kafan sana ait değildir. Gözünün üstüne kocaman bir yumruk atar ağrı. Yetmez midene yapıştırır bir tane de... Lavabonun yolunu bulmaya çalışırken savaş çıkmış odanın, kırılan eşyaların şaşkınlığı sarar ve bilumum içki şişeleri... hiç içmeyi beceremediğin halde, beynini uyuşturabilmek için öğürtüler eşliğinde içme çabalarını anımsar acı acı gülümsersin...
Ev, cep, bilumum tüm telefonlar aynı anda çalmaya başlar... Hışımla tüm fişlerini çekersin zillerin... Kapatırsın perdeleri, darmadağın odanın ortasından yatağının korunmalı sıcaklığına sığınırsın.. Gömersin başını iki kat yastığın altına sussun dersin. Sus yüreğim, sus beynim, sus!!!.... GİTTİ…