- 938 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN NEDEN EĞİTİLİR
İnsan dışındaki hiçbir canlı varlıkta eğitim ve öğretim yoktur. Bunun iki nedeni var. İnsan dışındaki diğer canlılar eğitime ihtiyaç duymaz. Çünkü, doğada doğal intibak yeteneğine sahiptirler. Bedensel ve içgüdüsel yeteneklere.
İnsan neden doğa varlığı değildir? Biyolojik yönden diğer canlılardan ne farkı var? İnsan olmak ne demektir?
İnsan doğulur mu, olunur mu? İnsan olarak doğuluyorsa “insan olmak” tabiri neden kullanılır? “İnsanlık” sonradan kazanılan bir haslet midir, yoksa her insan suretinde doğana insan denilir mi? Beşer kime denir?
İnsanı eğitim “insan” yapar. Biyolojik olarak şekli, büyümesi veya emzirilmesi onu “insan” yapmaz. Eğitim biyolojik canlı olmaktan çıkarıp “insan” yapar. İnsan kültürel bir varlıktır da. Kültür ritüelde saklıdır. Ahlaki eğitim, yeme, içme, giyinme, selamlaşma…
Okuldaki eğitim bir toplumun uzun süreli geleceğine dönük yapılandırılması için önceden belirlenmiş komplike bir sistemdir.
Okulun dışındaki ise, kimi zaman açık çoğu zaman örtük bir şekilde kişinin farkına varamadan kazandığı eğitimdir.
Bütün bunlarla doğal olmayan kültür ortaya çıkar. Kültür doğada bulunmaz. Bir toplumda kültürü kadınlar üretir. İnsanın doğada hayatta kalabilmesi için kültürü üretmesi ve doğuştan buna sahip olmayan insan yavrularına aktarılması gerekir. Bu bilgiler bir şekilde kaybolursa insanlık ilk çağlara geri döner. Bu yüzden eğitim ve öğretimin yaygın ve örgün eğitim olarak belli bir birikim ve sürekliliği olmak zorundadır.
Beşer insan olması için eğitilir. Beşer eğitilerek ahlaki bir varlığa dönüşür ve insan olur. Zira ahlak bir yeryüzü sorunudur.
Ahlak varlığı olan insan aynı zamanda sosyal, toplumsal ve iktisat varlığı olur.
İnsan olmak, kendisiyle, başka insanlarla ve dünya ile birtakım değerler üzerinden ilişkiye girmektir. Bunun için de yasalar yapar, kurallar koyar insan oğlu. Çünkü ahlak bizim varoluşsal yaşamımıza bağlıdır. Bu yüzden ahlak, yasalar ve kaideler biçiminde gösterilmek zorundadır.
Hiçbir canlı yalnız yaşayamaz. İnsan da yalnız yaşayamaz. İnsanın toplu halde ve başka insanlarla birlikte yaşayabilmesi için belli bir bilinçle donanması, bu bilinci hayat felsefesi haline getirmesi, kazanılmış bu birikimle hareket etmesi zorunludur. İnsan içgüdüleri olmadığı için bu bilince sahip olmalı.
İnsanın sosyal bir varlık olması başka insanlarla birlikte yaşamak zorunda olmasından kaynaklanır. Biyolojik gelişiminin uzun sürmesinin de ayrı bir önemi var. Ebeveyn tarafından korunup kollanmadığında hayatta kalamaz çünkü.
Yetişkin olduğunda da bu ihtiyaç beslenme, sağlık ve güvenlik olarak devam eder. Giderek karmaşıklaşan bu ihtiyaçlar zeka ve yeteneklerine göre farkına varamadıkları bir iktisadi sistemde konumlandırılırlar. Bu da eğitim öğretimle olur.
İnsanın istek ve arzularını denetim ve kontrol altına almayı öğrenmesi de bir bakıma ruhun eğitimine girer.
Hastalıktan, bakımsızlıktan, yoksulluktan, güvensizlikten, trafik kazalarından, zamanında aşılanmamaktan, binlerce insan ölüyor.
İnsan hayatı aslan-kuzu ilişkisi midir?
Yılda beş bin kişi otomotiv sektörünün gelişmesi için trafik kazalarında heba ediliyor. İnsan insanın korunmasından çıkmış, neresinde ve nasıl rol aldığını bilmediği bir sistemin ayakta kalması için mi kullanılıyor. Bu durum yanlış eğitimin bir sonucu mudur?
Eğitim içinde yapılandırıldığı ortaya çıktığı sisteme aykırı olamıyor.
Bilindiği gibi insanlara hep bir şeyler öğretilir. Hep bir çaba içindedir insan. Eğitim ve öğretimi yapmayayım deme şansımız yoktur. İnsan olmanın böyle bir yanı da var. İnsan kendisine lazım olmayan pek çok iş de öğrenir, onları yapar da. Kendisine lazım olmayanı şeyi de merak eder insan. Amazonlardan farkımız bu belki. Gereksiz gibi görülen merak, disiplinli ve uzun bir çalışmaya döndüğünde bilim olur çoğu kez. Bundan teknoloji üretilir, ilaç yapılır.
Toplumların eğitimle nasıl yönlendirildiği, insanın nasıl ve hangi yöntemlerle şekillendiği eğitimin konusudur. Eğitim ihtiyacının nasıl karşılanacağı, insan aklının alamayacağı şekilde planlanıyor bugün.
“Non vitea scholea discimus” ( Yaşam için değil okul için eğitiliyoruz.) demişti Romalı Seneca. Halbuki günümüz eğitimcileri, kurumsal bilgi vermekten çok hayatın gerçeklerinden söz etmeli eğitim, derler. Yaşlılığımız, çocukken yanlış yetiştirildiğimize dair itiraflarla geçsin istemeyiz aslında.
Yaşadığımız günlerin birbirinin aynı olduğundan şikayet ederiz çoğu kez. Öyle mi acaba? Doğrusu şu: Hiçbir gün birbirini tekrar etmez, insan kendini tekrar eder. Kişi kendi kapanına kısılmışsa eğer.
Eve girdikten sonra en çok birbirimizin yüzüne mi, ekranın yüzüne mi bakıyoruz? Evde eşimiz, çocuğumuz, anne-babamızla birlikte otururken en çok birbirimizden mi, yoksa ekrandakilerden mi söz ediyoruz? Kendimizi mi onları mı tartışıyoruz. En çok birbirimizin gerçekleri için mı, hiçbir zaman yaşamak istemeyeceğimiz ekrandaki çoğu zevksiz, kalitesiz, silik ve sığ hayatlar için mi zaman harcıyoruz?
Birçoğumuz mahalle komşumuza veya işyerinde gördüğümüz mesai arkadaşlarımıza bile bazen kırık bir cam parçası kadar değer vermiyoruz.
Düşünce ve konuşma sistemine belli bir ölçü ve ritim kazandırmak için, ölçü ve düzen kelimelerinden oluşan Metro-nom’un eski Yunan’dan beri eğitimde kullanıldığı herkesçe bilinir.
İnsanlar kovalı soba yakmamak, ellerini kirletmeden evlerini ısıtmak, eliyle çamaşır yıkamamak, arabanın camını otomatik açmak için bazılarının ölümüne göz yumuyor. Konformist hayata esir mi olmuşuz. “Nefsinin esiri olmak” bu mu yoksa?
Hayat, ayakta kalmak için çok çalışmak gerektiğine, herkesi yaşamanın zor olduğuna inandırmaya çalışıyor, inanmaya zorluyor.
Ayakkabı boyası alırken bile simge ve imaj fırtınasına tutulmaktan kurtulamıyoruz bugün. İnsanların dış dünya ile ilgili algıları yönlendiriliyor, değiştiriliyor, bunu bizatihi insanların kendileri istiyor. Çünkü öyle mutlu oluyorlar. Öyle mutlu olacaklarına inandırılıyorlar.
“Koyunlar ne kadar yem yemiş olduklarını çobanlarına göstermezler. Ama yedikleri yemi iyice sindirdikten sonra süt ve yün yaparlar. Sen de aldıklarını iyice sindirmişsen bunları davranışlarınla göster.” demiş Epiktotes.
Miletli Thales der ki: “Kendinin ne olduğunu bil, ölçüsüzlükten kaçın.”
Platon, lüks yaşamı övene, “Düşmanımın çocukları lüks içinde olsun” derdi.
“İnsan düşmanlarını dikkate almalı, çünkü kusurlarını ilk fark eden onlardır” özdeyişi de onundur.
Zenon, hırsızlık yapan bir köleyi kırbaçlıyordu. Köle, “Hırsızlık benim alın yazım” deyince, “Öyleyse kırbaçlanmak da” demiş.
İnsan çocuğunu en iyi nasıl eğitmiş olur?” sorusuna Ksenophilon, “Onu iyi yönetilen bir kentin yurttaşı yaparak” demiş.
Biri Sokrates’e bilmece sorup, “Hadi çöz bakalım” deyince, “Bağlıyken bile başımıza iş açan şeyi ne diye çözmemi istiyorsun” demiş. “Eğitimsiz olmaktansa dilenmek daha iyi demiş. “Birinin parası yoktur, diğerinin insanlığı.”
Eğitimli ile eğitimsiz insan arasında ne fark olduğunu soranlara, “Terbiyeli atlarla terbiye edilmemiş atlar arasında ne fark varsa, o” demiş.
Eğitimli insanın ne üstünlüğü olduğu sorulduğunda, “Bütün yasalar kaldırılsa onların yaşayışı değişmez” demiş.
Gençlere ders verirken, eğitilmiş insanın bir özelliğinin de, “Aşırıya gitmemek” olduğunu söylemiştir.
Bir gün birinin, “En büyük, iyi insanın istediği her şeye kavuşmasıdır” dediğini duyunca, “Ondan daha büyüğü, insanın doğru şeyleri istemesidir” dedi.
Philonides’e sormuşlar: “En çok kim sıkıntı çeker.” O da: “En büyük mutluluğa ulaşmak isteyen” demiş.
Hiç kimseyi çekemeyen birini yüzü asık görünce: “Sana mı bir kötülük oldu, yoksa komşuna mı bir iyilik oldu, anlamadım” demiş.
Kötü insanlarla birlikte denizde yol alırken korsanlara rastladılar. Kötü insanlar: “Eğer bizi tanırlarsa yandık” deyince, o da: “Ben de yandım” dedi. “Eğer beni tanımazlarsa”
Kendini beğenmişliğin gelişime engel olduğunu söylüyordu. Eli sıkı bir zengin için, “Bu servet edinmemiş, servet bunu edinmiş” dedi.
Kötü bir adama sadaka verdi diye kınanınca, “Adamın karakterine değil, içindeki insana acıdım.” demiş.
“Eğitimin kökü acı, meyvesi tatlı” derdi.
Hızla yaşlanan nedir diye sorulduğunda, “gönül borcu” diye karşılık vermiş.
Büyük bir kentin yurttaşı olmakla övünen birine, “Önemli olan bu değil, o şehre kimin layık olduğudur.”
“Nasıl mahmuz ve dizgin atların ayrılmaz parçasıysa, utanma ve onur da çocukların ayrılmaz parçası olmalı” derdi.
Platon kendisi hakkında kötü konuşulduğunu duyunca, “İyi şeyler yapmak, ama hakkında kötü konuşulmak krallara özgüdür” dermiş.
Bir seferinde kötü insanlar tarafından övüldüğünü duyunca, “ Korkuyorum, kötü bir iş mi yaptım, acaba?” demiş.
Atinalılara, eşekleri meclis kararıyla at yapmalarını önerdi. Onlar bu öneriyi anlamsız bulunca, “Ama aranızda hiçbir şeyden anlamadıkları halde sırf oylamayla komutan olanlar var” dedi.
Biri oğlunu eğitim için Sokrates’in yanına vermek isteyince o da beş yüz drakhme istemiş. Çocuğun babası,” Bu paraya köle alırım” deyince, Sokrates, “Al” demiş ve ilave etmiş: “Böylece iki kölen olur.”
Solon’a, insanların hiç haksızlık yapmamasının nasıl mümkün olacağı, sorulduğunda, “Haksızlığa uğramayanlar da haksızlık görenler kadar öfke duydukları takdirde” demiş.
Ali İhsan YILDIZ
YORUMLAR
Eğitici yazınızı okudum.
Eğitim; kişiye olumlu ve kalıcı davranış değişikliği kazandırmaktır.
Kısa bir özetten sonra yazının eğitim-toplum ilişkisini sorgulayan parağrafla, yazının ikinci yarısını yazsaydınız daha akıcı bir yazı olurdu. Biraz ders gibi olmuş. Yine de güzeldi.
Emeginizden dolayı teşekkür ederim.