- 793 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇARIKLIK DERİLER
ÇARIKLIK DERİLER (SARICAKAYA-25.04.2006)
İyi bir bineğe sahip olmak; ayaklarını yerden kesmek, uzakları, yakın etmek…
Mutluluk arayan insanların, kavuştuklarında mutlu olacaklarına inandıkları şeyler vardır: bebek için; ana kucağı, emeklemeye başladığında; baba kucağı, okşanan yanaklar, başlar.. Derken; okullu olunur. Sınavlar.. Başarılar.. Yıllar, yıları kovalar.
Çocukluk yılları, ömrün birinci ilkbaharı gibi ne çabuk geçmiştir. Okullarda, meyveye durmuşlar; son demlerinde. Son bahardaki hazan yaprakları gibi, yüreklerine bir hüzün çökmüştür. Son baharın arkası, kıştır..
Kış hazırlığı telaşı başlar: önce, iyi bir işe sahip olmak. İş; aşı beraberinde getirir. Aşı pişirecek, kotaracak bir gönüldaş aranır: tatları bölüşerek; tatlara, tat katacak bir eş…Dünürler, düğünler derken; mutluluğa giden yoldaki safhalardan biri daha geçilerek, eşlere kavuşulmuştur.
Hiç, evsiz evlilik olur mu? Başlarını sokacak kadar da olsa; onlara “mesken” olacak bir ev; güce göre, bulunur, alınır, ya da kiralanır..
Beklentiler biter mi? Mutluluklarını perçinleyecek, evlerine ışık saçacak, nur topu olacak, nur topu gibi bir evlat sahibi olmak isterler..
Doğan evlatlar, ilk ilkbaharlarını yaşamaya başlarken; onlar da, hayatlarının birinci kışını atlatmış; ikinci ilkbaharlarını yaşamaya başlamışlardır. İşte bu ikinci ilkbaharlarının başlarında; onları uzaklara götürecek, işlerini kolay kılacak, ayaklarını yerden kesecek bir binek sahibi olmanın hayali ve hesabına düşerler. İlk ilkbaharlarını yaşarken; babalarının onlara aldığı; bisikletler, oyuncak motorlar ne kadar mutlu etmişti onları! Oynadıkları sokaklarının, üst başından alt başına bir çırpıda ulaşıverme hayalleri; babalarının almalarını sabırsızlıkla bekledikleri binekleri sayesinde gerçeğe dönüşmüştü..
---İlk insandan beri; çocuklar çocuk, büyükler de büyük. Hayaller, aynı. Yalnızca binekler değişti.. Kimilerinin sırtına; eğer, semer, havut vurularak binildi; Kimileri, arabalara koşularak kullanıldı. At, öküz, eşek arabaları oluştu…
Daha güçlü ve daha hızlı binek sahibi olmak…!
Çocukluk bineklerinde, hız, ne kadar önemliydi! Önce, ağızla gaza basılır: “ın ınnnn”, pedallar çevrilir; kim hedefe önce varacak?!!
Yarışlar düzenlendi, tarih boyunca; at, deve…, bisiklet, motosiklet, araba yarışları: Binek yarışları..
Bölgesel şartlara, eldeki imkanlara, maddi güce göre, insanlar, bineklere sahip oldular: Atlara, öküzlere, fillere, develere, eşeklere; günümüzde; bisiklet, motosiklet ve değişik marka ve türde arabalara.
Binekler, hızlı ve güçlü olmalı, hızlandırılmalı!!?
Kırbaçlar, sopalar alındı ellere.. Binekleri hızlandırmak ve daha çabuk menzile varmak için , gaz pedalları kondu, çağdaş bineklere.
Kırbaçlar şakladı, sopalar havalarda uçtu, gazlara basıldı; ama, ne çare: her bineğin; gücü belli, çekeri belli, hızı belli!..
Teknolojik olmayan bineklerin; etlerinden, sütlerinden, derilerinden faydalanıldı. Hızları kesilince, güçlerini yitirince, ihtiyaç olunca; etlik oldular. Derilerinden, giyim eşyaları yapıldı: çizmeler, kemerler, yemeniler, çarıklar.. Her nedense, bu binek hayvanlarının derileri, daha çok, ayaklara giyilen malzeme yapımında kullanıldı.. Öyle ya: ayağa giyilen giyeceğin yapıldığı deri kalın olmalıydı ki; hemen eskimesin, dağın-taşın sertliğini ayaklarda hissettirmesin!
Maddi gücü yerinde olanlar, işlenmiş derilerden üretilmiş;değerli çizmeler, yemeniler alırlardı. Ya maddi gücü olmayanlar; giyebilecekleri, “çarıktı.” Beklerlerdi: bir at, eşek ölsün de; derisinin en kalın yerinden kapalım ki; çarığımız uzun müddet dayansın..! Kim bilir, ne zaman bir hayvan ölecek de, çarıklık deri sahibi olabileceklerdi !!
Yüce dinimiz ; sığır, manda ve develerin etlerini helal; eşek ve ehli eşek olan katırların etlerini haram kılmış. Dolayısıyla; sığırların develerin, derileri de pazarlanır; çarıklık deriler bedavaya getirilemezdi. Atların etleri haram olmamakla beraber; yenmesi alışkanlık haline gelmediğinden, genelde; öldüklerinde, ölüleri sürüklenip, bir çukura atılan; at ve eşekler olurdu..
Bir çok edebi eserin ilham kaynağı ve ana konusunu ; insanların, iç-içe yaşadıkları binek hayvanları oluşturdu.. Kimisi; yiğitlik ve sadakati, kimisi; sabrı, kimisi; kini, kimisi de, katır ve eşekler gibi inatçılıklarıyla edebi eserlerde yerlerini aldılar.
Kur’ân-ı Kerîm’de, atlar övüldü. Peygamber efendimiz: “Bana, kadınlar sevdirildi; at, başka!” buyurdu. At sevgisi, kadınlardan da öte idi bazen.. Yine Kurân-ı Kerîm’de; “Atların, katırların ve eşeklerin; binmemiz ve süslenmemiz için yaratıldığı (En-Nahl: 8) ifade edildi.
Ve, Şair şeyhî; “Har-nâme(eşek-nâme)”sini yazdı.. Soyulan, kullanılan, sömürülen insanların benzetildiği eşekler.. Eşekler, genelde, hiciv türü eserlerde teşbih malzemesi olarak kullanıldı.
---Hayatın, ikinci ilkbaharının başlangıç yıllarında, bir bineğe kavuşmak.. Ata, deveye, hemen güç yeter mi? Şöyle bir eşeğimiz olsun; Allah devamını nasip eder kısmetse!..
Atlar; hafif bir dehlemeyle tırısa kalkar, bir kırbaçla, dört-nala koşmaya başlarlardı. Ya eşekler…? “Deeh” sesinden sonra, hızlarını artırmak için, eldeki sopayla terkilerine vurulur; bir müddet koşan hayvan yorulur; yavaşlayınca, yine vurulmaya devam edilirdi. Vurula-vurula, zamanla, hayvanın terkisinin derisi iyice kalınlaştığından, sopa işe yaramaz hale gelince; ele sivri uçlu bir kazık veya bıçkı alınır; tam ense köküne, ha-bire dürtülmek suretiyle hayvan, hızlandırılmaya çalışılırdı. Bu durumda, hayvan, ancak yürüyüşünü hızlandırır; koşmaya çalışmazdı.
---Eşeği, eşeklerle yarıştırmak gerek; atlarla ne mümkün! Bu işe kalkışanlar; atlılara yetişemedikleri gibi; ellerinde, vurula-vurula, terki derisi iyice kalınlaşmış eşekleriyle kala-kaldılar..! Artık, ense köklerine dürtülen sivri kazıklar da işe yaramaz hale gelmişti…!!
Kimileri de, tam tersine, ellerindeki gücü kabullendiler. Eşeklerini, atlarla yarıştırma derdine düşmediler. Menzillerine, geç, ama, istikrarlı vardılar. Eşekleri; onlara, at parası kazandırdı. Mevcut imkanların tadını ala-ala, zamanla, hızlı ve güçlü bineklere sahip oldular.
----Bir gün bir haber geldi: “Falancanın eşeği ölmüş!” diye… Ayağına, parayla; çizme, yemeni alamayanlar, çarıklık deri kapmaya koştular; “en kalın” olan yerini kapmalıydılar ki; çarıkları uzun müddet dayansın.. Çok vurula-vurula kalınlaşan yerini; “Terkisini” kapabilenler çok şanslıydı…!!
---Hayatlarının ikinci ilkbaharlarının, yaza durmasına doğru; “nur topu” gibi; evlerine ışık saçan bir evlat sahibi olmak istedi insanlar; Mutluluklarını perçinleyecek, yaşlandıklarında, onları, kollayıp-gözetecek… Kimileri hemen kavuştu; kimileri, uzun tedavi süreçleri neticesinde, Allâh’ın ikram ettiği bir bebeğe sahip oldular, kimileri de, halen koşturmakta; hayallerindeki yavrularına kavuşmak ümidiyle..
“Hayâ, îmandandır.” Diyor Peygamber efendimiz. Utanma duygusu; insanları insan yapan, diğer varlıklardan ayıran, en önemli ve fıtratta bulunan ortak donanım..
Allâh, insanları, doğuştan, farklı-farklı kabiliyet ve karakterlerde yaratmıştır. Akıl denen beyin programları, alan talepleri birbirinden farklıdır. Her alan ve karakter; kendi alanında ve karakterinde, diğerlerinden üstündür. Ancak;alan ve karakter birliği içerisinde bulunanlar birbirleriyle yarıştırılabilir; eşeklerin, atlarla; atların, develerle yarıştırılamadığı gibi.. Uçsuz-bucaksız çöllerde, atın; devenin yerini tutamadığı gibi; geniş yaylalarda, düz ovalarda, atın yeri başkadır. Ardı-ardına sıralanan derin yarların bulunduğu; ancak dar patika yollarla geçilebilen, aşılabilen dağları aşmak için; katırlar, eşekler gerek.
Nasıl ki, durağanı, harekete geçirebilmek için, bir, “deeh” sesi zaruriyse; gözümüzün nûru evlatlarımızı da, kendi karakter ve kabiliyet alanları doğrultusunda, küçük bir teşvikle harekete geçirmek mümkündür. Belki, hızlarını artırmaları hususunda, belli zamanlarda, uyarmalar yapmak gerekebilir; ancak; marifetin, iltifata tabi olduğu da bir gerçektir. .
Evlatlarının, öğrencilerinin kabiliyet ve karakter alanlarını tanımadığı halde; diğer alan ve karakterle yarıştırmaya kalkan ana-babaların, eğitimcilerin baş vuracağı ilk teşvik, tabi ki iltifat olacaktır. Ot, at için iltifattır; et ise, it için… Siz eğer, fıtratları tanımadan, otu; itin, eti de atın önüne koyarsanız; ikisinin de fıtratlarına aykırı olan bu iltifatları kabullenmeyecekleri açıktır. İltifatlar işe yaramayınca, fiili cezalar devreye sokulur. Ardı-ardına uygulanan ve etkisi azaldıkça artırılan cezalar, zamanla hiç etki etmez hale gelecek; sonuçta; utanma duygusunu yitirmiş, cezaları kanıksamış; hatta, zevk almaya başlamış mazoşist karakterler ortaya çıkabilecektir…
“Çok söyleme; arsız olur, aç bırakma; hırsız olur.” Demiş atalarımız..
“Çok söylene-söylene, ar damarları çatlamış, yüzleri, tabir caizse; eşeklerin terkileri gibi kalınlaşarak, çarıklık derilere dönmüş karakterlerin, toplumdaki yeri; ayaklar altında ezilmek olur” kanaatimize örnek olacak binlerce kişilikle karşılaşmak mümkündür. Bu kişilikler, aslında, ana-baba ve eğitimcilerin ortaya çıkarttığı mağdurlardır…
Vakti gelmeden açan çiçekler, meyveye durmazlar; ani bastıran soğuklar, onların özünü kurutur.
Kendileri, ikinci ilkbaharlarını yaşarken; birinci ilkbaharlarını yaşayan çocuklarının, baharlarını kışa çeviren ana-babalar, eğitimciler; ikinci yazlarını göremeden ve donan çiçeklerin meyvelerini deremeden, saçlarının ağardığı ikinci kışlarına ulaşırlarda; hayatlarının son demlerinde; onları, koruyup-kollayacak meyvelerden mahrum kalırlar…
Mustafa SUNA
Sarıcakaya İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni/ESK.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.