- 1476 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
253 - ELEŞTİRİ
Onur BİLGE
İçeriye girer girmez, ilk gözüme çarpan, yerdeki beyaz bir zarf oldu. Kapının altından atılmış olmalıydı. Ayakkabılarımı dahi çıkarmadan eğilip aldım. Baktım, üzerinde adım yazılı, üstümü değiştirdiğimde okumak üzere ayakkabılığın üstüne koydum.
Yol yorgunuyduk. Kendimizi hemen duşa atacaktık. Sırayı kimseye vermek niyetinde değildim. Çünkü başka türlü rahatlayamayacağımdan emindim. Sanki hareketsizlikten, damarlarımda kanım pıhtılaşmıştı da kalbimi yoruyor, beni halsiz bırakıyordu. Ilık bir duş kanımı harekete geçirir, beni dinlendirirdi. Çıkınca da bir elma yiyecektim. Onun da yorgunluğa birebir olduğunu biliyordum. Aklım her ne kadar mektupta kaldıysa da toz içinde hissediyordum kendimi. Tozla birleşen ter üstümde kurumuş gibi... Kolalıymışım gibi... Sanki beton dökülmüş, kulaklarımın içine. Kulağım, burnum, boğazım kurumuş... Her fırsatta elimi yüzümü yıkamaya alışığım ya. Hiç kılamazsam bir defa namaz kılmaya... Abdestin verdiği temizlik duygusunu ve rahatlığı arıyordum.
Küçükken, annem beni uyutamadığı zaman, yaz olsun kış olsun, elimi yüzümü ayaklarımı yıkar, saçlarıma su sürermiş. Sonra kurular, yatırırmış; hemen uyurmuşum. İlmini öğrendikten sonra rahat etmiş. İslam fıtratıyla yaratıldığım, o zamanlardan belliymiş. Ruhum, o şekilde huzur buluyor.
Belki de vücudumda biriken ve sükûnete kavuşmamı engelleyen elektrik o şekilde ortamı terk ediyor. Her neyse ve nedense... Kısaca, suyu çok seviyorum. Ördekler gibi, ‘Çup çup!..’ doğru suya...
Evim evim, güzel evim! İsterse tek odadan ibaret, toprak damlı bir sepet ev olsun! Evin rahatlığı, hiçbir yerde yok. Diğer evler kimindi? Onlar da bizim ama eşyalarımın sadece birazı yanımdaydı, gereksinim duyduğum her şey buradaydı. Biraz tozlanmıştı o da bizim gibi ama önemli değildi. En fazla bir saatlik işi vardı. Önce mektubumu okumalıydım, elmamı yerken.
Her ne kadar banyodan sonra su içmenin zararlı olduğu söylense de, bir bardak su içmeden edemem. Belki de orada su kaybettiğim içindir. Babam der ki:
“Vücut, ihtiyacı olanı ister. Canınızın çektiğini yiyin. Bedende ne eksildiyse, ona karşı iştah artar.”
Öyle değil mi? Terleyince su içilmez mi? Bazen nasıl şekerli bir şeyler yemek isteriz! Biraz yedikten sonra, o istek bizden alınır, ağzımıza koymak istemez oluruz. Bazen ekşi, bazen tuzlu şeyler yemek isteriz. Turşu suyu içenler bile var.
Aşk da turşu suyu içmeye benzermiş. İnsan içmese duramaz, içince de pişman olurmuş. ’İçmeyenin ağzı sulanır, içenin de midesi bulanır.’ derler.
Mektup, Serap’tan gelmiş. Selamdan kelamdan sonra bir şiir yarışmasına katıldığından, oraya gönderdiği şiirin dereceye giremediğinden, üstelik bir de haysiyet kırıcı bir şekilde eleştirildiklerinden bahsediyor, jüri üyelerine ve kendisi gibi zarar gören arkadaşlarına yazdıklarında haklı olup olmadığını bildirmemi istiyor. Bahsettiği kısım:
“Sessiz kalmak istedim ama artık bir şeyler söyleme zamanı geldi, sanırım. Fakat hakkımda iyi kötü ne yazıldıysa umurumda değil! Beni biraz daha ileriye itebiliyorsa, ne iyi etmişim de girmişim. Yok, aksine, kötü yönde mi etkilenmişim? Neden? Gururum kırılmış. Evet, acımasızca eleştirildik, çok sertti! Fakat ne yapalım? Biz bizeyiz. Hangimiz mükemmeliz? Eleştirenler mükemmel mi? ’Körler sağırlar, birbirini ağırlar!’ mı olsaydı?
Eleştirmek kolay. Şurası olmamış, burası olmamış... Karacaoğlan veya Yunus, Edebiyat Fakültesi mezunu muydu? İki satır yazamayan Türkçe, edebiyat öğretmenleri var. Yetenek, Allah vergisi... Çok Şükür Allah’a ki duygularını yazarak ifade edebilen kişileriz. Allah bize, bu azımsanamayacak yeteneği bahşetmiş. Biraz daha çalışarak, daha güzel şeyler yazabiliriz. Yazamasak da olur. Ölüm yok ya ucunda! O zaman da ’Şairiz!’ diye ortaya çıkmayız, olur biter.
Jüri üyeleri, puanlamalarını yapmalı; eleştirinin dozunu kaçırmamalıydı. Özür dileyip, gönül alabilir. Bizler de eleştiriye dayanamayacaktıysak, şiirlerimizi görücüye çıkarmayacaktık. Olan olmuş. Hoşgörü, olgun kişilerin özelliğidir. Kapatacağız; arkadaşlıklarımıza, hiç bir şey olmamış gibi devam edeceğiz.
Ben de biliyorum, zayıf bir şiir gönderdiğimi. Fakat gönderdiğim şiir çok kişi tarafından beğenilen bir şiirdi. Aynı şekilde beğenileceğini sandım. Yanıldığımı anladım. Başkalarının beğendiğini değil de kendi beğendiğimi göndermiş olsaydım, iş değişebilirdi.
Üzüldüm mü? Hayır. Şöyle bir kendime baktım. Özeleştiri yaptım. Demek ki beni halk farklı, edebiyatçılar farklı görüyordu. Şiirimin iki yöne de bakması gerektiğini anladım.
Sanat, sanat için mi? Toplum için mi? Kendimiz için mi?
Üç beş kişinin anlaması ve takdir etmesi için yazdığım şiirlerin yanı sıra, her tabakadan insanımızın anlayacağı tarzda da şiirler yazıyor, her iki tarafı da cezbetmeye çalışıyorum.”
Ben de öyle yapıyorum. Dini şiirler de yazdığım ve tasavvufi konuları da işlediğim için, tebliğde esas olan açık, apaçık anlatım yolunu tercih ediyorum. Maksadım irşat olduğu zaman açık, yalın, basit bir anlatımı yeğliyorum. Tasavvuf, yapı olarak derinin derinine giden, sonu görünmeyen, en azından şimdilik, yani yaşarken ucunu bucağını bilmemizin, bildirmemizin imkânsız olduğu bir dal. Herkesin anlayabileceği gibi nasıl anlatılabilir? Bu da ayrı bir konu... "Güçleştirmeyin, kolaylaştırın!" denmiş. Öyle yapmaya çalışıyorum. Kimseye göstermek istemediğim bir dörtlük vardı. En sona bıraktım. Okuyan herkes çok beğendi. Beğeni, göreceli. Şöyle devam ediyor:
“Jüriden tanıdığım, hemen hemen bütün şiirlerini okuduğum bir şair var. İmge imge yazar. Bir başkası için imgeden çok daha başka şeyler önemlidir. Kimin, ne gibi özellikler aradığını bilemeyiz. Jüriyi kendimize göre mi teşekkül ettirecektik?
Bir de işin ideolojik boyutu var. Zamanın en iyisi olarak adlandırılan Necip Fazıl Kısakürek, tasavvufi şiirler yazmaya başlayınca, kendi taraftarları tarafından göklere çıkarılırken, eski arkadaşları tarafından kınandı.
Gerginliğin gereği yok. Güle oynaya birbirimizle arkadaşlık, dostluk kurarak iyi vakit geçiriyoruz burada. Kırgınlıkları, dargınlıkları ortadan kaldırın! Ne olmuşsa olmuş. Bakın, olay küllenmeye başladı bile! Bir gün gelecek, bir araya geldiğimizde aynı olayı dramatize ederek anlatacağız, kendimizle bile alay ederek güleceğiz, belki de.
"Pehlivan, tartışmada gayzını, yani öfkesini yutabilendir." hadisini hatırlayalım. Tartışmada, kavgada karşıdakini mat eden değil, sinirlenmeyen, sükûnetini muhafaza edebilen galiptir. Olgun insan, kolay kolay kızmaz, darılmaz. Dinimizin güzel taraflarından biri de kırgınlığın çok kısa tutulmasıdır. Dargınlık, kırgınlık; tülbent kuruyana kadardır.
Arkadaşlıklarımıza, dostluklarımıza kaldığımız yerden devam etmek dileğiyle...”
Ona hemen iki satır yazı yazmak ve içini rahatlatmak isterdim. Ancak yine gece, el ayak çekildiğinde yazabildim. O konuda yazdıklarım şunlardı:
"Eleştiriyi kimse sevmiyor. Çoğu insan övgü bekliyor. Eleştiriye hazırlıksız yakalanınca da kişisel bir saldırı olarak algılıyor ve anında savunmaya geçiyor.
‘Ohev et a tohahot!’, ‘Eleştiriyi sev!’ demektir. Büyük iş adamları, sadece kendilerini eleştirmekle görevlendirdikleri danışmanlara astronomik paralar öderler. Çoğu yerde öneri kutuları vardır ve herkes fikrini yazıp, içine atar. Gelişime katkısı olacak her fikir yöneticilerce dikkate alınır ama aynı kişiler, yakınlarının eleştirilerine katlanamazlar. Çünkü ucunda para ödemek yoktur.
İnsan, ne kadar dışa çıkıp baksa, kendi hatasını göremez. "Yegâne nokta-i rüyet iken, görmez kendini dide bile." der, Peyami Safa. Yani, tek görüş noktası göz iken, göz bile kendisini göremez. Biz, gözlerimizdeki çapağı göremeyiz; onu, karşımızdaki görebilir. Hatalarımızı da biz göremeyiz. Görebilmiş olsak, zaten yapmayız, eserlerimiz mükemmel olur. O nedenle eleştiriye sunmalı ve zahmet edip eleştirenlere de minnettar olmalıyız.
Hatalar, negatif sonuçlara gebedir. Yapılan hatalar, kişilik bozukluğunun saptanmasına kolaylık sağlar. Eleştiri, gelecekteki zararın önceden önlenmesi için çok yararlıdır. Dost başa, düşman ayağa bakar. Arkadaş, arkadaşa aynalık yapar. Yüzünde gözünde bir şey varsa söyler ki başkaları görüp de onu kınamasın.
Talmud der ki: “Dostun eleştirisi düşmanın öpücüğünden daha iyidir.”
Kusursuz kul olmaz. Potansiyeline ulaşmak isteyen, eleştirilere katlanmak zorundadır. Bunun için her türlü sataşmayı, şikâyet ve hatta hakareti bile sineye çekecek! Eleştiri almak, hatalardan kurtulmak için yardım almak demektir. Maratona çıkan, çok koşacak, terleyecek, ses çıkarmayacak.
Eleştiri, çok geçmeden meyve vermeye başlar. O zaman o kadar sevimli hale gelir ki! Birisi size ne kadar dalgın olduğunuzu, kapınızı açık bıraktığınızı söylese ne yaparsınız? Teşekkür ederek kapatırsınız, öyle değil mi? Eleştirmen de hata musluğunu kapatmanızı hatırlatır.
Kendisini eleştiriye açık hissettiği zaman insan uyarıları daha makul ve mantıklıca kabul eder. Yaptığı işin mükemmelliğine inanan, eleştiri ister.
Kriz gelmeden, eleştiri istemek ve gereken tedbirleri almaya çalışmak lazımdır. Efendimiz: “İstişare edin!” demektedir. Akıl danışın!
Bizi en iyi tanıyan objektif insanlardan alınan eleştiriler, en değerli olanlardır. Birkaç değerli dosttan üç beş çıkış yolu önermesini istersek, birinden biri bizi çıkmazdan kurtaracaktır.
Eleştiri, her zaman tüyleri diken diken eden azap kaynağı değildir. Allah gururlu insanları sevmez. Eleştirilenin canını yakan, gururunun incinmesidir.
Beceriksiz, hiçbir işe yaramaz olduğu zannına kapılır. Oysa eleştiri, çok kötü durumda olana yapılmaz. Çünkü düzelmesi mümkün değil veya çok ama çok zordur, iler tutar yeri yoktur! İyiyi, daha iyiye taşımak için yapılır.
Hemen feveran etmeden önce bir süre beklemek, hazmetmeye çalışmak, savunma içgüdüsünü bastırmaya gayret etmek gerekir. Alınan yorum nedeniyle utanmış olsanız bile ondan devam etmesini istemelisiniz. Böylece onu rahatsız eden şeylerdeki doğruluk payını öğrenmiş olursunuz.
Eleştiriden etkilenmemek için onu kişisellikten çıkarmalısınız. Kendinizi soyutlayın, aynı eleştiriye maruz kalmış birine neler önerebileceğinizi düşünün.
Hatalarımızın söylenmesi içimizi acıtırsa da ölünceye kadar o hatalarla yaşamanın daha acı verici olduğunu unutmamalıyız. Eleştiri, aşıdır. Enjektör acıtır ama tesiri hayat boyu sağlıklı kalmanızı sağlar.
Allah, Yasin Suresi’nde: “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun!” der. Hiçbir karşılık beklemeden sizi uyaran, dosttur. Ona minnet duymalı, teşekkür etmelisiniz.
Gururunuzu düşünmeden memnuniyetinizi belirtin, zorla da olsa.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ -- 253
YORUMLAR
Daha iyisi, daha güzeli, daha yararlısı, daha göz alıcısı her zaman vardır. Zirvede olmamız imkansız bir hayal ise de zirveye bazen yakınlaşıp, bazen uzaklaştığımız gerçektir. Her iki durumdaki de biziz ve hem takdire hem hoşgörüye aynı nisbette ihtiyacımız vardır. Üretken arkadaşım Onur'a sevgilerimle.
Bir ara Nur cemaatinden arkadaşlarım vardı. Onların ricaları ile programlarına katıldım. Üçgünlük programın ardından çekiliş yapıldı. Herkesin bir ''HAYIRHAH KARDEŞİ '' olacaktı. Bu hayırhah, kardeşini eleştirebilecek hayıra çekecekti...Çünkü kendimizi farketdemeyecek kadar gaflete düşebilirdik. Ve incitmemek için birbirimize hatamızı söyleyemezdik. Dolayısıyla bir nevi eleştiri izni gibi birşey oldu...Çok hoşuma gitmişti. Dinimin bu ince ayrıntıyı bile gözden kaçırmamış olması beni şaşırtmıştı...Yazıyı okuyunca onu hatırladım.
Pehlivan, tartışmada gayzını, yani öfkesini yutabilendir." hadisini hatırlayalım. Tartışmada, kavgada karşıdakini mat eden değil, sinirlenmeyen, sükûnetini muhafaza edebilen galiptir. Olgun insan, kolay kolay kızmaz, darılmaz. Dinimizin güzel taraflarından biri de kırgınlığın çok kısa tutulmasıdır.
evet bencede bir fikrini görüsünü belirttiginde hosuna gitmedi diye dostlarin arasi acildigi olur
cok yalnis buldugum bir seydir.
ve elestirirken begenmedigi noktayi alayci bir üslup ile dile getirmemeli.
yapici olmak lazim her zaman icin.
algilamak tamamen anlatima bagli.
bunu uygun bir dil ile yapiyorsan ayni sekilde nazik bir cevap alir ksi.
yok tersini yapmissa hakikatten sabir göstermek bazen cok zor.
özellikle siir elestirilerinde burada da bir takim yorumlara sahit oluyoruz ki cok cirkin bir görünüm oluyor.
sadece sunu demnek lazim
edepsizligin basladigi yerde edebiyat biter.
ister siirde olsun ister yorumda farketmez.
güzel bir konuydu cok deginecek yer vardi yazinda
yine bir binbir gece öyküsüydü.
yüregine ellerine saglik.sevgim sonsuz
çok sevdiğim bir ata sözümüz var,
kaş yapayım derken göz çıkarmak...
dost dostuna koynunda yılan var diyebilmelidir evet,
ama bunu yaparken bağırmamalı,
kimseye duyurmamalı, gidip kulağına fısıldamalıdır.
aksi halde dostunun koynunda yılan olmasını bağırması, yılanı ürkütür ve önce dostunun canı yanar...
tabiki hatalarımız olacak, düzelteceğiz, bulacağız ama bunları yaparken kimseyi rencide etmemeli ve kırmamalıyız.
burası öyle bir okul ki kimse kimseden daha rütbeli veya makamlı değil,
sadece bir üst sınıfı gibi düşünülmeli ve o ölçülerde davranış sergilenmeli,
ve onurumsun hocamın verdiği örnek gibi malesef biz yapıcı bir toplum olamıyoruz,
sadece yıkmayı seviyoruz,
oysa yıkmak sadece harebe oluşturur, oysa yapıcı yaklaşırsak binalar ve gönüller yaparız...
öykünüz çok güzeldi,
ben iğneyi kendime batırdım ve canım acıdı,
çuvaldızımı hiç kullanmam ki...
tebrikler onur hanım,
sağlıcakla kalın...
Delikanlının biri ressam olabilmek için özel ders almaya başlar. Aradan yıllar geçer ve çok güzel bir tabloyu bitirip hocasına koşar "Hocam, bir bakar mısınız, bu resimde eksikliklerim nelerdir" Hoca şöyle bir bakar. "Bu resimde eksiklikler nedir diye eleştiri almak istiyorsan, resmini meydana as, yanına her türden kalem koy ve "bu resimde eksikliklerim nedir litfen kalm ile çarpı işareti yapın" diye de yaz" der.
Delikanlı kablosunu alıp meydana gider ve hocasının dediğini yapar. Bir hafta sonra gittiğinde, tablosunda çarpı işareti konulmamış hiç bir yere göremez. Büyük bir umutsuzluğa kapılıp, resmi alıp doğruca hocasına koşar." Hocam, ben iyi bir ressam olamayacağım. Baksanıza resimde boş bir alan kalmamış, her yeri çarpı işareti dolmuş"
Hocası " Şimdi aynı resmi yeniden meydana götür ve üstüne de" bu resimde düzeltilmesi gereken yerleri lütfen çarpı işareti ile gösterin yaz" diye yazıp kalemler ile bırak " der.
Öğrenci hocasının dediğini yapar ve bir hafta sonra gittiğinde resminde bir tek çarpı işareti bile görmez. Şaşkınlıkla hemen hocasına gelir. "Hocam ben şimdi ressam oldum. Bakın kusursuz olmuş, kimse çarpı işareti koymamış" der.
Hocası" bak oğlum, insanlara neyin yanlış olduğu konusunda eleştiri hakkı verirsen, insanlar aklına geldiği gibi eleştiri yapar ama neyin düzeltilmesi gerektiği konusunda eleştiri hakkı verirsen kimse bu konuda eleştiri yapmaz. Yani ehil olmayana eleştiri hakkını vermeyeceksin ki, kendini yetersiz hissetmeyesin" der.
Eleştiri her şekilde yapılmalıdır. Ama bu eleştirilerin bir dozu olmalıdır. Kötü eleştiri hem kişinin kendini, hem de karşısındaki kişiyi incitir. Bazen bu kötü olan eleştiriler kişilerde olumsuz etki bırakarak, hayat küsmesine bile neden olabilir kişinin. Onun için, kırıcı değil yapıcı eleştiri yapmayı bilmeliyiz hepimiz.
Güzel bir konu idi sevgili Onur bilge. Sevgiler yüreğinize
Bu yazıyla yaraya parmak basmışsın.
Eleştiri dozunu ayarlayamıyan,elini versen kolunu kopartır.Aylardır ne sorunları paylaştık, hiç kırılmadan öğretici yanının özel tutumuyla hep minnet duygusu duydum.Sana olan sevgimin belkide en belirgin özelliği bu.
Seni hiç tepemde hissetmedim. Yanımda duruşunu sevdim
Senden bir şeyler öğrenme çabam oldu.
Ve en önemlisi bilğine inandım,doğal halin yansıdı bakışıma hayranlık duydum, kendinden emin asla yapmacık olmayan samimi halini hissettim
Beni Onur Bilge gibi eleştirene kapım açıktır arkadaşım
Yok karşıma geçip, beni yamalarcasına aşağılamaya çalışarak dışlayan, benden cezasını mutlaka alır.
Ne döverim ne söverim
Şiir yazarım habire makinalı tüfek gibi.
Ben beni dostca eleştirenin 80 yıl kölesi olurum.
ZOR GELMEZ
Fakat naneden anlamayan maydonoz olmasın, sonra onu kekik yaparım, köftede güzel kokar
Anlayış lı olmak gerek
Herkez ünüversiteli degil...Yazdığın gibi,bende ne edebiyat ögretmenleri tanırım
iki sıra yazamaz fakat yazıyorum benim edebiyat kültürüm var ben iyi bilirimide ben yemiyorum.
Düzmece mısralarla şairlik olmaz...Sen hem iyi bir yazar hemde çok kaliteli şairsin
Varol daim ol bana ders ver,Kapasitemin alabildiği kadar ögrenebilirim.
Yüregin kalemin dost
Çok saygılar Onur Bilge
Sevgiler