GÖNÜLDEN GÖNÜLLERE
4.
Merhaba Dost,
Çocukluğumu hatırladığım uzun ya da kısa her anımda yokluk-yoksullukta mutlaka vardır. Doğup büyüdüğüm memleketimde orman yoktu. Uçsuz bucaksız kırdı her yan. Kışları soğuk olurdu. Çoğu zaman yakacak olmazdı. Yaz aylarında annem yabana tezek toplamaya giderdi. Kışa hazırlık olsun diye. Beni de yanına almadan gitmezdi. Can şenliği, olabilecek tehlikelerde önümde set olursun derdi. Yazı yaban demez gün boyunca dolaşır, köyün sığırlarının gittiği her yere ulaşmaya çalışırdık. Susayınca yerine göre pınarlara ya da derelere yönelirdik. Pınar suyunu içmek sorun olmazdı. Elimizi yıkar avuç avuç kanıncaya kadar içerdik. Lakin derelerden su içmek zorunda kaldığımızda avuçla içirmezdi annem. Cebinde taşıdığı tertemiz yağlığını çıkarır bana verirdi. Kenarlarından tutar akan suyun üzerinde tutar suyu süzerek içerdim. Sonra da aynısını kendi yapardı. Neden böyle yaptığımızı sorduğumda ise göremediğimiz kirler/mikroplar olabilir derdi. Bazen dere boyunca yürüdüğümüz olurdu. Bu yürüyüşlerde zaman zaman suyun kaynadığı çıkış yerine ulaşırdık. Orada avuç avuç içer, elimizi yüzümüzü de doya doya yıkardık. En temiz yeri orasıymış suyun.
Biliyor musun dost, herhangi bir konuda da duyduğum özellikle de dini konularda beyan edilen bilgileri hep dere suyuna benzetmişimdir. Ya süzerek içeceksin ya da kaynağına gideceksin. Ne kadar süzersen süz yine de arılığından emin olamazsın. Ama kaynakla buluştuğunda tam bir güven içinde olursun.
Yıllardır bırak kaynağı dereye hasret kaldı bizim memleket. Sular çekildi dereler kurudu. Sondaj suyu içer oldu bizim memleketin insanı. Su mu değil mi tahlil ettirmek gerek. Lakin susuz kalmaktansa zehir içmeye razı ya insanlarımız, pek de umurlarında değil tahlil, mahlil. Yeter ki bir şekilde susuzlukları giderilmiş olsun. Hadi, suya bakışları böyle de bilgiye bakışları da böyle. Olsunda, varsın yanlış olsun, umurlarında bile değil. Bir de bu şekilde edinilmiş bilgileri kaynağındaki halinden de fazla temizmiş gibi sanmaları ve savunmaları yok mu aklın kabul etmesi mümkün değil.
Allahın ilk emrinin “oku!” olduğunu nerdeyse bilmeyen yoktur. Ama okumayan da ne kadar çok. Günümüz üretimin bol olduğu gün. Ve üretilen neredeyse her şeyin bir kullanım klavuzu var. Bir mevsimlik giyeceği bir giysinin bile nasıl yıkanacağını, suyunun kaç derece olacağını, hangi deterjanı ya da sabunu kullanacağını, nasıl kurutacağını vs. araştırıp öğreniyoruz da huzurlu yaşam için gereken asıl kılavuzu bir defa bile okumayı akledemiyoruz. Halbuki günün her saatinde defalarca başvurmaya o kadar muhtacız ki. Bu ihtiyacı ya Cuma hutbelerine saklıyoruz, ya da aylık tv programlarına. Oysa yüceler yücesi Dost yaratanımız ALLAH, bizi çaresiz bırakmış değil. KUR’AN’ı kılavuz olarak gönderdiği gibi bizzat uygulandığında huzurun nasıl yakalanacağını örneklemek üzere elçisini göndermiş.
Lakin kaynağı tanımak, örneği anlamak için de bilen olmalı. Annemin dereyle kaynağı bana tanıttığı gibi. İşte orada iş değişiyor. Kuzuyu kapmak isteyen kurdun suyu bulandırıyorsun diye bahane aradığı gibi kurtlaşmış bir yığın insan çıkıyor karşına. Her biri kendini Kurana uydurmak yerine, kuranı kendi bakış açısına uygun yorumlamaya kalkışıyor. Gel de bul hangisi arı hangisi duru hangisi bulanık.
Hiç gamlanma dost,
Onunda çaresi kaynak. Bulanık suyu içmeye alışık bedenlere yaramıyor arı-duru su. Onlara zehir etkisi yapıyor. Doğruları gördüklerinde zehir kusuyorlar, kalp kırıyorlar, insanlıktan çıkıp kurtlaşıveriyorlar.
Sana kaynağı tanıtacak bir isim vereyim. Veda haccında emanet edilen isim.
“size iki emanet bırakıyorum. Bu iki emanete sıkı sıkı yapıştığınız müddetçe asla sapmazsınız. Bunlardan ilki Allahın kitabı KURAN diğeri de ITRETİM.” Diyerek ne yapacağımızı bizzat belirtmiş RASULULLAH(sav) efendimiz. Itret Kuranı tanıtacak olandır. Itret, ehlibeyttir. Itret, Ali (as)dir. Itret, Fatıma(as) dır. ITRET ikisinin neslinden gelen İmamlar(as)dır.
Yine sana o rehberlerden bir demet gül gönderiyorum. Ya da bir tas su.
“Resulullah’a ne kadar yakın olduğumu, yanında nasıl bir yere ulaştığımı bilirsiniz. Çocukluğumda beni bağrına basar, yatağına alır... Lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne yaptığımda bir kötülük bulmuştur. Allah, sütten kesildiği andan itibaren meleklerin büyüklerinden birini ona arkadaş etmişti; O melek, ona gece gündüz yüceliklerin yolunu, alemin güzel ahlakını öğretirdi. Ben de yavrusu devenin ardından nasıl giderse onu öylece takip ederdim; her gün huylarından birini öğretir, ona uymamı isterdi. Her yıl Hira dağına çekilirdi, onu ben görürdüm, benden başkası da görmezdi. O gün İslam Resulullah ve Hatice’nin evinden başka hiçbir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım
O’na vahiy geldiği zaman, şeytanın feryadını duydum da; “Ya Resulullah! Bu feryat nedir?”dedim. “Bu kendisine kulluk edilmesinden ümidi kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin, vezirsin ve hayır üzeresin” dedi”
“Ben Peygamber’e bir şey sorunca beni bilgilendiriyordu. Ben sessiz kalınca da O konuşmaya başlıyordu.”
“Her gün iki defa, sabah ve akşam olmak üzere -özel olarak- Peygamber’in huzuruna varıyordum.”
“Allah’a yemin olsun ki inen bütün ayetlerin ne hakkında, nerede ve kimin hakkında nazil olduğunu biliyorum. Allah bana düşünen, sorgulayan bir kalp ve açık bir dil vermiştir.”
“Ashab Resulullah’dan her şeyi soran ve açıklama isteyen bir konumda değildi. Öyle ki oradan geçmekte olan bir Arap Bedevi’nin gelip Peygambere sormasını ve bu vesileyle ilgili konunun açıklamasını, duymalarını istiyorlardı. Ama ben öyle değildim. Aklıma gelen her şeyi Peygambere soruyordum ve duyduğum her şeyi de ezberliyordum.
“Resulullah (s.a.a) Taif günü Ali (a.s)’ı yanına çağırdı ve kulağına eğilip uzun süre bir şeyler söyledi. Bazıları, “bu gizli konuşmanız ne kadar da uzun sürdü?” diye sorunca Peygamber şöyle buyurdu: “Bunu kendi başıma yapmış değilim; Allah böyle istediği için yaptım.”
“Allah’ın Resulu bana her birisinden bin kapı açılan tam bin ilim kapısı öğretti.”
“-Ben ilim şehriyim Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir.”
“-Ben hikmet eviyim Ali ise kapısıdır.”
“-Ali benim ilmimin kapısıdır ve benden sonra uğruna gönderildiğim şeyi beyan eden kimsedir.”
“-Ey Ali sen benden sonra ümmetin ihtilafa düşeceği hususları beyan edecek kimsesin.”
“-Peygamber (s.a.a), Fatıma (a.s)’a şöyle hitap etmiştir: “Eşin (Hz. Ali), ümmetin en hayırlısı, ilim açısından en bilgini, hilim ve sabır açısından en üstünü ve İslam’ı kabul açısından insanların ilkidir.”
“-Ali ilmimin kapısıdır.”
“-En iyi hüküm vereniniz Ali’dir.”
Onun hakkında başkaları da güzel tespitlerde bulundular:
İbn-i Abbas şöyle diyordu: “Benim ve ashabın ilminin, Ali (a.s)’ın ilmi karşısındaki konumu bir damlanın yedi deniz karşısındaki konumu gibidir”
“Allah’a and olsun ki ilmin onda dokuzu Ali’ye verilmiştir. Geri kalan onda biri hususunda da Ali insanlarla ortaktır.
Abdullah bin Mesut şöyle diyordu: “Şüphesiz ki Kur’an yedi harf üzere nazil olmuştur. Her harfin bir zahiri ve bir de batını vardır. Kur’an’ın zahir ve batın ilmi Ali’nin yanındadır.”
“Ali Peygamber (s.a.a)’den sonra insanların en bilginidir. Onu sürekli akan bir deniz gibi gördüm.
Said bin Museyyib ise şöyle diyordu: “Ali’den başka insanlardan hiç kimse “istediğinizi bana sorun” diyememiştir.
Ebu Tufeyl ise şöyle demiştir: “Ali (a.s)’ın halka şöyle hitap ettiğine ben de şahidim: “Bana istediğinizi sorunuz, Allah’a and olsun ki kıyamete kadar olacak her neyi sorarsanız cevaplarım. Bana Allah’ın kitabını sorunuz, Allah’a and olsun ki bütün ayetlerin tek tek gece mi veya gündüz mü, çölde mi ya da dağda mı nazil olduğunu bilirim.”
II.Halife sürekli: “içinde Ali’nin olmadığı bir sorunla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım”
“Eğer Ali olmasaydı şüphesiz ki rezil rüsva olurdum”
“Eğer Ali olmasaydı helak olmuştum” sözlerini tekrarlamıştır.
SUYUN KAYNAĞINA ULAŞABİLMEN UMUDUYLA.
MSG
YORUMLAR
Evet, sonuna kadar haklısınız, tüm cümlelerinizde. Ama şundan eminimki, peygamberimizin en sediklerinden olan Hz.Ali, bugün onu nasıl andıklarını, hangi kalıba sokmak istediklerini, nasıl çarptırdıklarını bilse, yaşamamış olmayı tercih ederdi. O alimi ,İslam kılıcını bile böyle çarptmışlarsa, vay gerisine...