- 1151 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIN P/İÇİ...(I)
Islak bir akşamdı. Saç baş darmadağın, hafif kararmış sokağa bakıyordum ağlamaktan yorulduğum bir anda. Saat hayli geç olmuş gibiydi, insanların yüzünü seçemiyordum.
Neden karanlıkta oturuyordum ki. Beni bu kadar üzen şeyi şimdi ben de merak ediyordum.
“Neydi bu kadar çok sarsan beni ve hayatın benimle ne zoru olabilirdi”
diye düşünürken birden öfkemin süratle kabardığını hissettim. İçimde yerine sığmayan, olduğu konumu beğenmeyen bir duygu vardı. Nasıl da içimdeki perdeyi yırtarak dışarı çıkmaya çalışıyordu.
“Sen” dedi bana,
“sen! kendini bu kadar önemseme, hayatın hiç işi yok mu kuzum senden başka, zaman dediğin şey o kadar uçarı iken, nedir senin kendini bu kadar önemsemen.”
İçimde kocaman bir boşluk oluştuğunu hissettim aniden. O çok dolu olduğunu sandığım, önemsediğim, nasıl da hızla terk etmişti yıllardır alıştığı bu coğrafyayı. Avucunun içi gibi bilirken her kıvrımını, gürül gürül akan ırmaklarını, başı dumanlı dağlarını, bereketine tanık olduğu ovalarını. Her fırtınasına, her alaborasına alışıkken,
“nasıl” dedim,
“nasıl böyle birdenbire…”
Gerisini getiremedim. Her sorunun yanıtını bir anda vermek ve hangi şekliyle olursa olsun seni tümden hayatımdan çıkarmak ürkütüyordu beni. Sorular bittiğinde tamamen çıplak kalacak ve çok üşüyecektim. Bunu çok iyi biliyordum. Ben böyle düşünürken telefon çaldı. Konsolun üzerindeki telefona kalkmak bile ölüm gibiydi. Fakat öyle ısrarla çalıyordu ki, daha fazla dayanamadım. Usulca ayağa kalktım, hem kendime şu anki halimden dolayı kızıyor hem de kendimi bilerek hasta konumuna sokmak istiyordum.
“evet” diyordum,
“ben hastayım, hem de çok hasta. İflah olmaz bir hastalık bu benimkisi.”
Ne kadar ağırdı hareketlerim. Sonradan düşünüyorum da, kendime ne çok eziyet etmişim. Camdan sızan ışığın yardımı ile telefona uzandım ve açtım. Tanımadığım bir numaraydı arayan. Yine de içimde hiçbir merak yoktu. Oysa çok merak ederdim bilinmeyen numaraları. Sadece;
“beni bu saatte kim arar ki, hem de tanımadığım”
diye düşünmeden edemedim. Sakin fakat hafif tırmalayıcı bir erkek sesiydi karşıdaki.
“iyi akşamlar. Bu saatte rahatsız ediyorum ama size ancak ulaşabildim. Eğer müsaitseniz yarın bir çayımı içmeye gelir misiniz? “
diyordu avukat olduğunu söyleyen o tırmalayıcı ses ve adresini bırakıyordu. Hemen çekmeceyi açtım ve bir kağıtla kalem çıkararak verdiği adresi not aldım. Karşı tarafa sarf ettiğim tek cümle;
“size de iyi akşamlar” oldu.
Numarasını da telefona kaydettikten sonra yine camın kenarındaki berjer koltukta yerimi aldım. Bana burası çok iyi geliyordu. Genelde oturduğum yerdi odanın içinde. Bir sigara yaktım. Aklım yeni yeni kavrıyordu sanki. Beni neden aradığını bile sormamıştım avukata. Saat kaçta beklediğini de. Sinirlenmiştim kendime.
“Hay aksi… Nasıl da unuttum saat kaçta beklediğini sormayı.. Ben bu aklın emi…”
diyerek kendime hakaretler yağdırırken bir yandan da hafifçe gülümsediğimi fark ettim. Bu hoşuma gitmişti. Kendimi biraz önemser gibi yaparak bir kahve hazırladım. Televizyon seyretmek istemiyordum. Konsolun üzerinde ne zamandır durduğunu bilmediğim yarım kitabı aldım. Şu anki durumuma çok uygun değildi ama kız kardeşim önermişti. Elif Şafak’ın bir romanı vardı elimde. Çok sevdiğimi söyleyemesem de bitirecektim. Az kalmıştı zaten. Yavaş yavaş kendime geliyordum. Hafif bir müzik iyi gelecekti bana. Artık fonda Lara fabian var ki, çok severim dinlemeyi, önümde kahvem ve bir türlü bırakamadığım, içmekten keyif aldığım sigaram. Gün sonuna doğru kendime dönmeye başlamıştım.
Akşam yemeğini dışarıda yemek gibi bir karar aldığımdan rahattım. Mutfakta işim olmayacaktı. Yalnız yemeğe çıkmak fikri hiç hoşuma gitmese de bu aralar mutfakta zaman geçirmek istemiyordum açıkçası.
Fazlaca vakit geçirmiş olmalıyım. Camdan dışarı baktığımda bütün evlerin lambaları yanmış, esnaflar teker teker dükkân kepenklerini indiriyorlardı. Beynim de hayli boşalmış gibiydi. Aklım kitapta okuduğum bölüme takılı kalmıştı. Böyle bir aşk olabilir mi diye düşünmeden edemedim. İçimde tuhaf bir ılıklık hissettim. Acıkmıştım da. Giyinmek için yatak odasına geçtiğimde bir duş almam gerektiğini düşündüm. Sanki arınmak ister gibi aklımın bu kargaşalıklarından. İyi gelecekti su bana. Acele ile bir duş aldım. Özensiz bir şekilde kuruttuğum saçlarımı tepede topladım her zaman ki gibi. Çok oyalanmadım giyinirken. Bir pantolon ve bir gömlek görecekti işimi. Hangi gömleği giyeceğime karar verip üzerime geçirdiğimde kopmuş olan düğmesi bile sıkamamıştı canımı.
“Hayret !” dedim kendi kendime.
Evet! Bu oldukça iyi olduğumun işaretiydi sadece. Israrlıydım onu giymeye. Hemen dikiş kutusundan gerekli olanları alarak bu eksikliği de giderdim ve işte hazırım. Şimdi biraz boyanmalıyım. Çok renksizdi yüzüm. Aynaya baktığımda
“ soluk benizli seni” diye dalga geçtim kendimle.
Saçımı koyu renge boyamalıyım diye düşündüm bir ara. Açık renk iyi durmuyordu bende. Sürekli yüzümü canlandırmam gerekiyordu makyaj hileleriyle. Ve ben oldum olası sevememiştim bu kozmetik olayını. Zaten yıllar hiç acımadan oturmuştu yüzüme. Yaş ilerledikçe zaman insan üzerinde ne kadar çok çalışıyordu. Oysa bir yıl öncesine kadar aynaya her baktığımda mahalle ağzımı takınarak;
“taş gibi hatunsun. Hiçbir şey eskitemez seni, endişelenme” diyerek dalga geçerdim kendimle.
Bunları düşünürken balık yemeğe de karar vermiştim. Çoktandır gitmiyordum bizim balıkçıya. İşte kapının dışındayım artık. Biraz makyaj, bir iki aksesuarla doğrulttuğum ben hazırdım insanlarla karşılaşmaya.
sevgi kaya
DEVAM EDECEK...
YORUMLAR
Bu aralar ciddi madana öykü okuma girişimim var hani bu sebeple bu sayfa ayrı bir yerde. Lâkin o ayrılık pek içe dokunamıyor ya yine harflerin bedenlerine yeniliyorum. Hatta okurken bir ara baktım ki hiç anlamamışım geldim noktaya nasıl vardığımı. Birden bire bitiverdi bu da dilinin yalınlığı yok belki bu da değil hani karışık olabilir değişebilen göz değimlerini düşünürsek o zaman hakikaten konuşmuşluğu okumaktı haz veren.
Telefon konuşmasını okurken nasıl güldüm anlatamam bu sarhoşluğa. Hatta benim de aklıma gelmemişti,
“Hay aksi… Nasıl da unuttum saat kaçta beklediğini sormayı.. Ben bu aklın emi…”
neden bunu yapmadığı. Hatta a deli dedim ne zaman gideceğini bilmezken gidilebilir mi diye. Cidden çok güzeldi tam kara üstüne serilirken okurun arada çimdiklemek de gerekiyor ki okurun yaşayan değil okuyanım demesi için.
Öykünün kahramanını da sevdim ve kendini anlatmayı bilmesinden ziyade anlattıklarını da sevdim ama boyanmak neden açmadı içini anlam veremedim. Tam onun gibiyken hep gözüm aynaya değer benim gözlerle oynamayı severim kahramana da mı sevdirmeli böylesi kara içinde bir pencere dedirtir gibi...
İşte okur böyle içine girer hikayenin...Kendisini izleyen ve izleten gibi...
Zor meziyettir kalem için bu da bilirim...
Devamını heyecanla bekleyeceğim bir öyküydü ve başarılı da olacak bu zincir ki kalemin elleri ayrı motifli...
Daim olsun kalemin güzelliği...
Sevgimle.