- 1341 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
250 - İÇSEL KONUŞMA
Onur BİLGE
Beklentilerimi karşılayacağını umduğum, aradığım ideal ölçülere uyduğunu sandığım, görmek istediğim özellikleri taşıdığına inandığım, kendisinde var olsun veya olmasın, ona bazı değerler yüklediğim için varlığını anıtlaştırdığım ve tamamen transa geçmiş vaziyette tek kişiye odaklanıp, düşüncelerimi ısrarla üzerinde yoğunlaştırdığım için beğeniyle sevgiyi aşka dönüştürdüğümün farkındayım.
Kişiye Allah yeter ama insanın insana da ihtiyacı var. Benim de insana ihtiyaç duyduğum zamanlar oluyordu. O zamanlarda Allah’a gidiyordum. Bir can aradığımda, çevremde kimse yoktu, O’ndan başka; konuşacağım, dertleşeceğim... Belki de vardı birileri, fakat aradığım özelliklere sahip kişiler değillerdi.
Hep bir can yoldaşı düşledim, yıllarca aradım durdum. Hiç kimse o olamadı. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. Sadece Allah’ı düşünmeye gayret ediyordum. Gece gündüz, sabah akşam... Düşüncelerim kişilere kaydığı zaman kendimi topluyor, tekrar O’nu düşünmeye çalışıyordum. Ancak o şekilde huzur buluyordum. Hiç kimse, onunla olduğum zamanlardaki ruh dinginliğine ulaştıramıyordu, beni.
Dünyevi sevgilere; kıskançlık, şüphe, nefret, kin gibi kötü duygular karışıyordu, ister istemez ve ruhum alabora oluveriyordu! Her şey bitiyordu o zaman! Kristal kule yerle bir oluveriyordu!
Çocukluğumdan beri gittikçe büyüyen ve korkunç bir boyuta ulaşan yalnızlığımda, bir cana şiddetle gereksinim duyduğum anda karşıma çıktı, İlhan.
Emin adımlarda, dans edercesine yere basışından, konuşmasına, gülmesine kadar bana Allah’ı anımsatıyordu. Her zaman başı dik, alnı açık, secde mahallinde beni mahveden ışık... Dik ve geniş omuzlarında İslami sorumluluk, bileğinde Allah’ın bahşettiği kuvvet, beyninde sormak istediğim yüzlerce sorunun cevabı, yüreğinde İlahi titreyiş, vücudunda huşuyla ürperiş, ruhunda Allah aşkı, nakış nakış...
Onu tutmak istiyordum ve sorgu sual yağmuruna tutmak...
“Dur! Geçip gitme öyle! Bana da söyle, bunu nasıl başardın? Beni de senin ılık iklimine götür. Yeryüzündeki cennet nerede? Yolunu göster! Adresini ver! Huzura, mutluluğa götür beni! Senin gittiğin yere... Huzur Ülkesi’ne... Harikalar Diyarı’na, Alis gibi... Benim çilem nereye kadar? Daha bitmeyecek mi? Huzur ne tarafta? Mutluluk nerde? Neden stres yok sende? Yüzünde neden asabi bir ifade yok? Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Neden pırıl pırıl yüzün? Neden herkesten farklısın? Benden ve gördüğüm yüzlerce insandan... Neden kimse senin gibi değil?
Namazdan mı? Abdestten mi? Fakat çokları abdest alıyor, namaz kılıyor. Beş vakti camide kılanlar da var ama senin gibi huzur okunmuyor yüzlerinde. Bir şey eksik onlarda ya da sende fazla...
Abdest, sadece yıkanmak olsa, vücuttaki elektriğin boşalmasına yarayan, ben beş kere değil, hele sıcak yaz günlerinde on beş kere elimi kolumu, yüzümü ayaklarımı yıkıyorum. Neden öyle değil ayağım, elim, yüzüm? Yaratılışından mı o güzellik? Ruhundan mı? Benim mayam mı kötü? Ruhum mu habis?
Namaz mı? İlle namaz mı? Neden?” demek istiyorum.
Biliyorum aslında. Sürekli uygulayamıyorum. Sanki sesi geliyor kulağıma. Dudakları hafifçe kıpırdıyor, belli belirsiz, acı bir tebessümle:
“Namaz, kutsal görevlerin en gereklisi, en güzeli ve en önemlisi...” diyor. “Acınacak haldesin. Çünkü bilemiyorsun. Bilsen de gelemiyorsun. Zamansa akıp gitmekte... Dönüşsüz yere her an biraz daha yaklaşmaktasın!”
“Duyuyorum. Hem bütün bunları biliyorum ama gelebilmek kolay değil öyle hemen. Hayatın dazıra dazır çalışma akışı içinde namaz benim için çok zor! Özellikle benim için... Hem öğrencilik, hem öğretmenlik... Örtü gerekiyor, kapalı alan falan... Oysa bulunduğum yerler ve durumum... Anlasana, anla işte!
Senin beni anlayacağın yok. Belki de gerçekten mazeret değil benimki. Tercih meselesi, değil mi? Rasyonel düşünce gereği, nereye daha çok önem veriyorsam, oraya daha çok yatırım yapmalıyım. Sen nasıl bulabildin yolunu? Nasıl kurabildin dengeyi?
Alay eder gibisin. Aptal gibi hissetmeye başladım kendimi! Öylesine kendinden eminsin ki! İnancın o kadar güçlü ki gerçeği bulmuş olmanın rahatlığı aksediyor yüz hatlarına. Onun için o kadar sakin o çizgiler. Huzur veren uçsuz bucaksız, masmavi, durgun bir deniz gibisin. Sonsuza uzanan, büyük, sakin, içinde sayılamayacak kadar canlı türü barındıran; paha biçilmez incilere, hazine ve nimetlere malik olduğu halde hiçbir şeye sahip değilmiş gibi sade, tek bir örtüyle her şeyi setretmiş, gizlemiş; gösterişsiz fakat pırıl pırıl, ışıl ışıl, yalbır yalbır bir güzelliğe sahip olduğu halde, yeryüzü seviyesinden metrelerce aşağıda, tevazu içinde; ilim zenginliğine sondajlarla ulaşılabilen, her zaman namazda gibi hareketsiz, huzur içinde secdeye varmış gibi arz üzerine kapanmış, tam öğle vaktinde huşuyla ürperen güzel yüzüne tüm parlaklığıyla güneş vurmuş, göz kamaştıran Akdeniz gibisin. Nasıl bu kadar güzel ve heybetli olabildin?”
“İnsanlar, yapmak istediklerini yaptıkları zaman rahatlarlar. Ruhlar, Allah’a karşı sorumluluk duyar. Ruh, bedene istediğini yaptırabiliyorsa, insan iradesine hâkim, yani büyüktür. Beden ve ruh bir arada sorumluluklarını yerine getiriyorlarsa; insan, borcunu ödeyen borçlunun rahatlığını hisseder. O rahatlık ve huzur, bedene yansır. Mimiklerle ve jestlerle akseder. Yapılması gereken yapıldığında, telaşa ve gerginliğe gerek kalmaz. O nedenle asabiyetin yerine sükûnet yerleşir.”
“Ruh, ne denli Allah’a yakınsa, o kadar huzurlu ve mutlu... Ne kadar yalnız olursak olalım, O hep bizimle... Doğarken, yaşarken, ölürken... Ölürken, yüzlerce kişi olsa etrafta, doktorlar, profesörler; onun için kim, ne yapabilir, ne fayda sağlayabilir? En yakın olan Allah’tır. O halde başkalarıyla olmaya ne gerek var? Öyle değil mi?"
“Ahrette bize: “Ben hep seninleydim. Sen kiminleydin?” diye sorarsa, ne diyeceğiz? Hiç düşündün mü?”
“Biz kiminleyiz? Herkesle, her şeyle... Önümüze gelenle ilgileniyoruz. O kadar çok değer veriyoruz ki dünya ve içindekilere! Şu otobüste beraber yola çıkanlarla olduğu yolculuk ediyoruz, bu gezegende. Son durağa kadar beraber gitmek üzere yola çıkmış olsak da ya yolun bir yerinde ya da sonunda onlardan ayrılacağız. Oysa onlara ne kadar değer vermiştik!”
“Yalnız geçer mi bir ömür? Koca bir hayat yapayalnız yaşanır mı? Tabi ki birileri olacak hayatımızda. Her canlı gelişimini tamamladığında eşini buluyor, yavrusu oluyor. Ben de yalnız bitiremem bu hayatı. Hem herkesin birbirine ihtiyacı var, az veya çok. Allah, kulunun ihtiyacından haberdardır. Neye ihtiyacı olduğunu bilir. Nasibini kısmetini önüne çıkarıverir. Seni benim karşıma çıkardığı gibi...”
“Allah’ı, tasavvufta kastedilen şekilde, büyük bir aşkla sevip sevmediğimi bilmiyordum, seni tanıdığımda. Sadece Allah’a samimiyetle ibadet edenlere hayranlık duyuyordum. İbadet eden çoktu. Kimisi bir şeyler umarak kimisi korkudan o huzura çıkıyordu. Fakat bazılarındaki ihlâs dikkatimi çekiyor, onları gerçek ibadet edenler olarak nitelendiriyordum.”
“Ya sonra?”
“Seni ve Mehmet Amca’yı, onlardan ayıran bir özellik vardı. Hüzünlü görünüşlerinizin ardında kutsal bir sevinç gizliydi. İkisinde de görür görmez hissettiğim o huzur ve sükûnet büyüledi beni. Yıllardır yana yakıla aramakta olduğum İlahi huzuru bulmuşsunuz, hedefe varamadıysanız da epey yol almışsınız.”
“İnsan, ne için yaratılmış olduğunun farkında olmalı.”
“Ne yapıp da bu kadar başarılı olabildiğinizi çok merak ediyorum. Ulaşmış olduğunuz yere varmak istiyorum!”
“Mehmet Amca hacı... Başka nasıl olabilir?”
“Birçok hacı var. Onun gibi değil. Farklı bir şey var onda. Velilik gibi... Nasıl olur, hacılık? Neler hissedilir acaba orada? Ya onun gibi nasıl olunur? Namaz, örtü, Kur’an... Okullar, öğretenler, öğrenenler...”
“Allah âşığı olmak gerekiyor. İstemeyle olacak bir şey değil. Gönül işi...”
“Görüneni sevmek kolay... Görünmeyeni sevmek kolay mı? Hissetmek gerekiyor. Hem de öyle ki her yerde, her şeyde ve her zaman... Evliyalar Tarihi’nde, çok hoşuma giden söz okumuştum. Evliyanın biri şöyle diyordu: “Allah’ı aşla sevemiyorsan, Allah’ı seveni sev!”
“Yani?”
“Yani sizi sevmek... Allah’ı sevenleri...”
“Peki, sevebiliyor musun bari?”
“Tabi ki seviyorum.”
“Fakat beni tanımıyorsun ki! Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun.”
“Biz, birbirimizi biliriz. Ben seni tanıdım. Sen beni tanımadın mı?”
“Nerden tanıyacağım?”
“Kal-u Bela’dan... Orada yan yana söz vermiştik, Allah’a. Unuttun mu?”
“Orada görmemişim. Kimsin sen?”
“Antalya’ya hiç gitmedin mi? Bizi orada herkes tanır. Antalya’nın kara kızlarındanım.”
“Saçların sarı... Kumralsın.”
“Sahte sarışınım. Rengim sonradan açıldı. Antalyalı olup da yanık tenli olmayan var mı?”
“Yok mu?”
“Yok tabi.”
“Orada amcamlar var. Yengem Antalyalı ama beyaz tenli...”
“Mutlaka siyah saçlıdır. Gözleri de koyu renktir. Koyu kahve, siyah falan...”
“Gözleri simsiyah... Saçları da öyle... Nerden bildin?”
“Annem de Antalyalı... Sarışın, sarı saçlı, mavi gözlü... İstisnalar kaideyi bozmaz.”
“Antalya’ya çok gidip geldim ama sana rastlamadım. Görseydim, asla unutmazdım. Unutamazdım.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 250
YORUMLAR
"Dünyevi sevgilere; kıskançlık, şüphe, nefret, kin gibi kötü duygular karışıyordu, ister istemez ve ruhum alabora oluveriyordu! Her şey bitiyordu o zaman! Kristal kule yerle bir oluveriyordu!
Çocukluğumdan beri gittikçe büyüyen ve korkunç bir boyuta ulaşan yalnızlığımda, bir cana şiddetle gereksinim duyduğum anda karşıma çıktı, İlhan. "
allah kimseyi yalnızlık duygusuna bırakmazsın
çok anlamlı bir yazıydı paylaştığınız ellerinize sağlık
Kişiye Allah yeter ama insanın insana da ihtiyacı var
evet yalnizlik sadece Allaha mahsus.
_ “Ruh, ne denli Allah’a yakınsa, o kadar huzurlu ve mutlu... Ne kadar yalnız olursak olalım, O hep bizimle.
evet cok cok güzel ifadeler.
yine cok güzel bir yaziydi.
emegine yüregine saglik.sevgim saygim sonsuz
Bence en güzel nur, insanın yüzüne yansıyan,dürüstlüktür. Onur Bilge
Sahtekar insan beş vakit namaz kılıp, şeytanlık peşinde ömrünü tüketirse, beynamaz bakar gözleri.
Kendine doğru olmayan masum olamaz. Yalan her daim, her boyutuyla çirkindir. İnsan merhamet duygusunu yitirmediği sürece hayat doludur, amaç acımak değil, acındırmak hiç degil
En güzeli dürüst olmak
Hatalar her insanın temelinde vardır
Yok diyen kendini kandırır, ve bizlere inandırma çabasıda gafleti olur
Çünkü ruhun aynası, gözlerden bakar. İşte orda sen varsın
Nur Onur Bilge
Çok saygılar Can Dostum
Seni okumak ayrıcalıktır