- 1191 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN MAKİNESİ
1983 senesiydi. 83-84 öğretim yılında A.Ü Eğitim Bilimleri Fakültesi,(EPÖ) bölümü öğrencisi olmuştu. Birol’un okuldaki ilk yılı herkes gibi arkadaş seçimleri ile ve guruplaşmalarla geçmişti. Zaman denge ve ince ayar zamanıydı.
Benim için unutulmaz olan ikinci seneydi. Çizgiler daha netleşmişti. Yakınlaşma ve kaynaşmalar başlamıştı. Fakültede hayat hızlı akıyordu. Okul dışında da kahvehane işlettiğimiz için çok yoruluyordum.
Nispeten daha muhafazakâr kız ve erkek arkadaşlardan oluşan bir gurup kurmuştuk. Daha samimi daha yakındık ve birbirimize karşı daha alakadardık. Bilmem hangi özelliğim beni gurupta, çok sevilen gizli lider konumuna getirmişti?
Sınıfın en cüretkâr giyinen kızı Melda’yı unutmak kabilmiydi? O sol görüşlü arkadaşlarla takılıyor ve liderleri ile çıkıyordu. Uğur P, Ahmet T, Ahmet zeki G, Yücel Ü, gibi isimlerden oluşan gayet kalabalık bir guruptu.
Fındık büyüklüğünde delikleri olan kazağını beyaz sutyenin üzerinden giyip, kot ya da kısa etekle okula gelmek cesaret isterdi. Melda çok cesurdu ve sevgi doluydu. Neyini gördülerse Melda’yı guruptan dışlamıştılar. O da intikam alırcasına direk bizim kızların yanına sığınmıştı. Biz dışlamak yerine onu kabullenip, kaynaşmıştık. Aslında Melda ve diğer solcu arkadaşlarımızda zararsız, iyi insanlardı. Basit aklımızla kendi kendimize duvarlar örüyorduk esasında.
Birol böyle düşünüyordu ama dahası vardı. Melda, Birol’a âşık olmuş ve gizlemiyordu. Sağ gurubun en cazibeli kızı Meral T. İse Melda kadar cesur davranamamış, hislerini paylaşamamıştı Birol ile. Yine de ileriki aylarda cesaretini toplayıp Cebeci – Kızılay arasında dolaşırken duygularını biraz çıtlatmıştı. Yaz tatilinde Kurtuluş parkında çay yudumlarken tamamen açılmıştı Meral. Meral, evlenmek için arayıpta bulunamayacak bir kızdı. Ama Birol okuyup adam olmak istiyordu. Aşkı flört’ü düşünmüyordu. Meral ile istese de evlenecek imkânlara sahip değildi. Her kıza aynı mesafeyi koyuyor ve duygularını bastırıyordu. İnce nazik bir dil ile manilerini sıralıyor, konuyu kapatıyordu. Önlerinde koskoca iki yılları daha vardı. Gelen askere çağrı pusulaları da canını sıkıyordu.
İşte o günlerin üzerinden 25 yıl geçmişti.
Bir iş için Cebeci’deyim. Hukuk ve siyasalın arasındaki hafif rampa, dar sokak girişindeyim. Fazla değişmemişti. Ağaçlar yeşil yaprak açıyordu, gökyüzü maviydi. Yer zift kaplıydı. Oksijen de aynı maddelerden yapılıydı ki aynı şekilde soluyabiliyordum. Kuşlar, kelebekler, çiçekler aynıydı. Gürültü de aynıydı. Ama taşıtlar daha çok ve güzeldi. Labirente benzeyen Eğitim Fakültesi bu yolun sonundaydı. Bir süre tereddütten sonra, “ ölmeden bir daha dolaşayım” diye geçirdim içimden. Daha ilk adımlarımda bile sanki tarihte geri gitmiştim. Çevremdeki öğrencileri tanımıyordum sadece. 1984’te ki rutin bir gün gibiydi. Osmanlı’dan kalan binalar işte her şey aynıydı. Göz aşinalarının haricinde zaten o zamanlarda da herkesi tanımak kabil değildi. Hukuk, Basın-yayın, Siyasal, Adalet yüksek okulu, Eğitim Fakültesi ve ileride Hacettepe. Fakülte cennetiydi buralar ve ne olaylar ne aşklar yaşanmıştı.
Yokuşu yavaş yavaş çıkarken Hukuk Fakültesi’nin arka bahçesini gördüm. Yandaki yüksek duvara oturup, çukurda kalan sahayı izledim bir süre. Saha idi bizim için top oynardık burada. İddialı müthiş maçlar yapardık burada. Seyirci çok olurdu. Güç gösterileri burada yapılır, okullar kozlarını burada paylaşırdı. Bizde en iddialı ekibi oluşturmuştuk. Kendi okul takımımızı bile perişan etmiştik bu sahada. Buraya gelmesem, bu duvarda oturmasam nereden hatırlayacaktım bu basit hatıraları? Oturduğum bu zaman duvarı ile işte elimin kesildiği son maça dönüyorum. Pas veriyor, şut atıyor, top koşturuyorum. Şu sarı tişörtlü benim işte. Şu da Mehmet, savunmadaki gözlüklü ise Bekir Ö. Kare kare yaşıyorum işte. Arif’in saati parmağımı çiziyor şu köşede. Parmağım kanıyor ve topraklara bulanıyor. Kim tınlar maç iddialı. Maçı kazanıyoruz. Parmağım mikrop kapıyor. On gün hastane ve biriken, bunaltan dersler ile başlayan sonbahar. Stres, bunalım ve tehlike çanları. Çok ucuz sebeplerle okulu bırakış. Askerlik. Asker iken 6 ay sonra okula ilk ziyaret.
Sahadan gözlerimi ayırıp, duvardan kalktım. Hatalarıma yanarak okuluma doğru yürümeye devam ettim. İnsanlar daha bakımlıydı. Yinede bir köşeden tanıdık biri çıkacak diye kabarık yürek olmuştum. Benimle ruhum arasında 25 yıllık mesafe vardı. Gelecekten geri dönmüş gibiydim. Oysa oradakiler bu günü yaşıyorlardı. Benim kim olduğumu bilen varmıy dı ? Fakültemin binası aynı ama bahçesi çok değişmişti. “Ya Rabbim, bir tek tanıdık yoktu burada” Biraz gariplenmiştim. Bunca insan hiç mi birbirine benzemez? Niye bir teki bile bıraktığım yerde yoktu?
Bekir oradaydı işte! Melda da Hülya ile girişte sohbet ediyor. Mehmet ve diğerleri de merdivenlerde muhabbet ediyor. Ya Halit nerede? İsa ve Halit’i bir başka severdim. Ali ve Arif ile konuşurken diğerlerini gözden kaybediyorum. Bahçe çok kalabalık ve ben kantine yöneliyorum. Eskiden olduğu gibi sevgi ile kucaklaşıyoruz. Seziyordum bir şeylerin değiştiğini. Meğer gurup dağılmış. Lakin daha geniş guruplar oluşmuştu ve aralarındaki sıcaklığı benden esirgiyordular. Ne yapmıştım ki ben onlara? Solcu diye samimiyet kurmadığım insanlar daha candan karşılamıştı beni. Oysa ne hayallerim vardı. Kendimi guruptan dışlanan lider aslan gibi hissediyordum. İlk defa bu kadar derinden ve keskin bir acı hissediyordum okulumu yarım bıraktığım için. Oysa derslerimde gayet iyi idi. Sonraları çokça hissedecektim bu acıyı.
Ders arasında Melda ortadan kayboluyordu. Gelişimi, açık bir protesto idi bu. Herkesin bir işi çıkıyordu. Ben mazi olmuştum da vakit kaybıydı benimle ilgilenmek. Dostum Mehmet’i görmüştüm Meral’in yanında. Taşın üzerinde oturuyordular. Onlara yaklaşırken, Meral duvara uzanarak başını Mehmet’in kucağına koyuyor. O da Meral’in saçlarını okşuyor, hırlıyordu.” Gelme buralara biz işedik, bizim bölgemiz. Sen devrik, dışlanan bir lidersin.” Mesaj, tarafımdan telepatik olarak algılanıyordu.
Hanginiz beni alt edip liderliği almıştınız? Bir saat kordonunun kurbanı olmuştum sadece. Ben sadece güzel yüzlerinizi bir daha görmek, sesinizi duymak istemiştim. Koşarak kantinde Halit’e sordum her şeyi. Meral ile Mehmet çıkıyormuş. Tadı yok kimsenin dedi. Hüzünle ve vedasız ayrıldım o gün oradan.
Şu an yine okulun bahçesindeydim ama maziden geri dönmüştüm. Bir aslan ne kadar keskin kokulu işese de bölgeden uzak kalınca yeri dolduruluyordu. Meziyet idrarda değil aslanın varlığındaymış meğer. Bu gün burada, o gün beni orada dışlayan aslanların idrarı da kokmuyor. Bam başka aslanların idrarı kokuyordu. Ama ben de kükrüyordum;” ben buradayım, siz neredesiniz?” mahkeme kadıya mülk olacak mı sandınız?
Akman da çay içip, taraçada bilardo oynadım. Kurtuluş parkında kuşlara simit attım. Cebeci Kızılay arasında eskiden olduğu gibi çok yürüdüm. Birlikte gittiğimiz sinemalara gittim. Zafer çarsısını, Soysal’ı ve diğerlerini gezdim. Denizatı cafe ve hotsa da soluklandım. Geçlik parkında sizsiz, balerin ve gondola bindim. Daha neler neler. Birde face book’a yükledim resimlerimizi. Sizinle yaptıklarımızı yalınız yapacağım. Yanımda
başkaları aklımda siz olacaksınız.
YORUMLAR
YALNIZ ŞUNUDA YAZMAK İSTİYORUM.BİR İNSANIN SAĞCI VEYA SOLCU OLMASI,MEZHEBİ,DİNİ BUNLAR HİÇ ÖNEMLİ DEĞİL.BEN İNSANLARIN 3 ŞEYİNE DİKKAT EDERİM.1 )BEYNİ VE DÜŞÜNCELERİ, 2 ) KALBİ VE DUYGULARI, 3 ) DİLİ VE SÖYLEDİKLERİ.KİŞİDE BU ÜÇÜDE İYİ VE GÜZELSE BU İNSAN İYİ İNSANDIR.AMA 1 TANESİ BİLE KÖTÜYSE KÖTÜ İNSANDIR.SEVGİYLE KALIN HOŞÇAKALIN.GÜLHAN KESKİN.
ENGİN BEY YAZINIZ ÇOK GÜZELDİ DOĞRUSU.YALNIZ OKURKEN BİRAZ GÖZLERİM YORULDU ÇOK YAKIN YAZMIŞSINIZ.BENDE 34 YILDIR İÇ CEBECİ'DE OTURUYORUM.CEBECİ'Yİ ÇOK SEVERİM.ÇOCUKLUĞUM BURDA GEÇTİ.ŞUAN HALA CEBECİ'DE OTURUYORUZ.BENDE CEBECİ KIZILAY ARASI ÇOK YÜRÜMÜŞÜMDÜR.GÜZEL HAVALARDA YÜRÜMEYİ ÇOK SEVERİM.SEVGİYLE KALIN HOŞÇAKALIN.GÜLHAN KESKİN.
Enginciğim, biraz "Arabesk" bir yorum kaçacak ama;
Hani demiştimya "45 yaş sendromu" diye.Bu aralar banada sık, sık olmaya başladı. Albümleri daha sık karıştırıyorum artık, siyah beyaz yada soluk renkli fotağraflarımı arıyorum. Odanın kapısını da kapatıyorum, ne olur, ne olmaz biri görmesin kızarmış buğulu gözlerimi. Karizmayı çizdirmeyelim;)
Sen Birol dedik çe, "hı efendim bana mı seslendin" diyesim geldi bir an .Söz vermiştim de, artık içmeyeceğim diye.
Ne "mnagoduum" sendromuş be. Doktora sordum 50'yi geçince azalır alışırsın, bir şeyin kalmaz dedi bana. Ee beş sene daha katlanacağım mecburen.
Yüreğine sağlık dostum
Saygılar, selamlar