- 1790 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
Öğretmenlik Yolunda 2
Kars Kız İlk Öğretmen Okulu’nda Şavşatlı on dört öğrenci olmuştuk. Bizi okula götürüp getirecek bir minibüs tutulmuştu. Kaptanı aksi mi aksi biriydi. İhtiyaç molası bile vermezdi!
Ağabeyim aylık bütçesinden bana 50 lira ayırdı. Birkaç arkadaşımızın babası rehberliğinde Kars’a gidip kayıt işlemlerini yaptırdık.
Okulumuz; valiliğe yakın, bakımsız, şehirde tek kulesi olan, sobayla ısıtılan tarihi bir binaydı. İdareden gizli, sık sık kuleye ve çatıya çıkarak kitap okumak, şehrin fotoğrafını çekmek büyük zevklerimdendi.
Çok büyük olan yatakhanemiz girişine konulan sobayla ısıtılırdı! (Isıtılamazdı!) Diğer yıllarda okul açılmasına birkaç gün kala gelip sobaya yakın ranza, iyi bir dolap, rahat yatak kapma çabasına girdik.
Elli lira aylığım kantine yaklaşmama, giysi almama koşuluyla zorunlu gereksinmelerimi karşılamaya yetiyordu.
Arkadaşlarımızdan ailesinden ayrı kalamayıp dönenler oldu. Nahide dönmedi ama annesinin özlemiyle aylarca ağladı. Üç aylık bebeğini kayınvalidesine bırakıp tatile çıktığı zaman mazisini unuttuğu için çok kızmıştım.
Okulda tutsak hayatı yaşamaya başlamıştık. Haftada birkaç saat çarşı iznimiz vardı. Bir de hafta sonları Kars Kalesi yakınlarındaki şehir hamamına gitme hakkımız. Islak saçlarla yola çıksak, saçlarımız buz tutsa da çok eğlenceliydi.
Özellikle sahurlarda ve sabah kahvaltısına yemekhaneye gitmek fazlasıyla zor gelirdi. Ellerimiz soğuktan kapı kollarına yapışırdı. Yemekler soğuk, yağları donmuş olurdu!
İkinci yıl ağabeyimin fotoğraf makinesini götürerek, okulun fotoğrafçısı olmuş, harçlığımı çıkarmaya başlamıştım. Fotoğrafçılık kolu başkanıydım, törenlerde fotoğraf çekme yetkisi verilmişti. Hafta sonu izinlerim fotoğrafçıda geçerdi.
Öğretmenlerimiz genellikle gençti. Bazıları okulda kalır, arkadaşça davranırdı. Matematik öğretmenimiz Gülderen Hanım, Felsefe Öğretmenimiz Ömer Bey, Din Kültürü Öğretmenimiz Ahmet Bey, Biyoloji Öğretmenimiz Seyhan Hanım, Psikoloji (Milyarda bir olasılıkla okursa ondan özür diliyorum, adını unuttum!) arkadaşça yaklaştıkları için çok severdik. Okul Müdürümüz Oğuzhan Kılıç da baba şefkatini esirgemezdi.
Edebiyat öğretmenimiz Neşe Hanım’la aramızda kalın bir kırmızı çizgi vardı. Onun nöbetleri çekilmez olurdu!
Öğretmen okullarının dört yıla çıkarılması, derslerin ağırlaştırılması, lise diploması alma hakkı verilmesi okulu bir yıl daha zorunlu uzatma nedeni olmuştu.
Son sınıfta büyük çoğunluğumuz Edebiyat dalını seçmiştik. Sınıf mevcudumuz yetmiş üç kişiydi. Kompozisyon sınavında siyasi görüşlerimizin belli olabileceği konu verildi. Ben de her zamanki açık sözlülüğümle düşüncelerimi yazdım.
Birkaç gün sonra nöbetçi öğrenci sınıfa geldi: ‘Ayşe Yazıcı - Fatma Biber, Neşe Hanım Öğretmenler Odası’na çağırıyor.’ dedi. Neşe Hanım güzel şeyler için çağırmazdı! ‘Eyvah, yazdıklarımdan dolayı disipline verileceğim!’ düşüncesiyle korku içinde öğretmenler odasına gittim. Öğretmenlerin çoğunluğu oradaydı, sevdiğim öğretmenleri görünce telaşım büsbütün arttı! Neşe Hanım: ‘Yetmiş üç kişinin içinde sadece bu iki öğrenci iyi aldı.’ deyince derin bir ‘oh’ çektim. Ayşe iyi bir edebiyatçıydı, dokuz almış; ben de sekiz almıştım.
Ve şairliğe adım atışım…
‘Malazgirt Zaferi’ konulu şiir yarışması düzenlenmişti. İlk şiirimi yazdım ve yarışmaya katıldım.
O dönemde okulumuzda uyuz salgını vardı. Birçok arkadaşım uyuzdan raporlu idi. Bitişik ranzamdaki Nursen de çok kaşınırdı. Ben de kaşınmaya başlayınca doktora gittik. Bir haftalık tedavi verdi, kontrole çağırdı. Teşhisi açıklamadığı için uyuz olduğumuza inanarak revire gittik, bir hafta derslere girmedik. Kontrole gittiğimizde uyuz olmadığımızı, rapor verilmediğini öğrendik!
Çorapsız ayağımda terlik, üzerimde yakasız önlük ( Tatil kıyafetimiz genelde böyleydi.) koridordan hafta sonu törenini izlerken yarışma sonuçları açıklanmaya başlandı. İlk şiirimle dereceye girme ümidim kesinlikle yoktu. Adım okununca o halimle merdivenlerden koşarak inip dereceye girenlerin içine karıştım. Bir anlık sevincimin yerini utancım almıştı. Zira düzenli bir öğrenciydim, o güne kadar yakasız derslere girmemişken törene terlikle ve yakasız katılma saygısızlığını göstermiştim! Yarışmanın üçüncüsü olmuştum, hediye olarak kalem verilmişti.
Öğrencilik yıllarımda şiir yazmaya devam ettim, mezun olduktan sonra 2008’de Antoloji ile tanışana kadar çok nadir ve amatörce şiirler yazdım. Antoloji’de usta şairleri okuyup, şiirlerini inceleyerek kendimi geliştirmeye, düzenli şiir yazmaya başladım.
Bir şiirimde:
‘Hapsettiğim duyguları
Saldım işte yazıyorum
Ellisinden sonra şair
Oldum işte yazıyorum’ demiştim.
Öğretmenlik yolunda ölüme ramak kala…
Yarıyıl tatilinde evlerimize giderdik. Ardahan-Şavşat arasında bulunan, 2799m yükseklikteki Sahara Dağı’nda tipi vardı ve yolumuz kapanmıştı. Minibüsü bırakıp, yayan devam edişimiz unutulmaz anılarım içine girmiştir. Gece kar ışığında, bazı yuvarlanarak, bazı kayarak, bazı yürüyerek ayaklarımız donmak üzereyken Kadriye Abla’mın evine gidişim, moraran ayaklarımı tuzla, soğuk suyla ovma çabaları…
Acı-tatlı anılarla dolu dört yılı bitirmiş, mesleğe adım atmış, Trabzon Yavuz Selim İlk Okulu’na depo öğretmeni olarak atanmıştım. Orta Okul’a geç gittiğim için yeteri kadar zaman kaybetmiştim. Eylül’ü beklemeden, 29 Ağustos 1974’de göreve başladım. İlk maaşımı Kıbrıs Harekâtı için bağış olarak kestiler.
Of’un Sivrice Köyü’ne stajyer öğretmen olarak atandım. Eşyalarımızı okula taşıdık ve bir hafta okulda kaldık. İki arkadaşımla tek göz oda kiraladık, tuvaletimiz bahçede idi. Diğer gereksinmelerimizi üç yıl o odada karşıladık.
Aramızda çektiğimiz kurada yetmiş üç kişilik, on dört yaşında öğrencilerin bulunduğu 4-5. sınıfta (Birleştirilmiş sınıf) göreve başladım.
O yıla kadar o köyde kız öğrenciler İlk Okul’dan sonra okutulmazmış. Hanife Akyüz ve Ayşe Meriç adlı öğrencilerimi Orta Okul’a kayıt yaptırtma başarısını gösterdim. Ayşe üniversiteyi okuyamadı, Hanife doktor oldu.
Kardeşim de Çorum Öğretmen Okulu’nda okuyordu ve bir yıl sınıf tekrarı yapmıştı. Onun sorumluluğunu üstlendim, üç yıl ağabeyime maaşımın büyük kısmını göndererek maddi yönden borcumu ödemeye çalıştım.
Yazımın birinci bölümünde sizleri hüzünlendirdiğim için özür dilerim. Yazdıklarım yaşadıklarımın yanında küçük şeyler!
Özellikle son on yıldır her yönüyle hayatımdan memnunum. Şiir yazmak, aranızda bulunmak ayrı bir mutluluk kaynağım. Ekrana fazla bakamadığım için yorumlarınıza yeteri kadar gelemiyor, sizlerden özür diliyorum.
Çocuklarından ayırmadıkları, bizim için her türlü fedakârlığa katlandıkları için Kâmil Amcam, bibim (halam) ve çocuklarına, Kadriye Ablam ve rahmetli İlyas Amcam’a, ağabeyim ve yengeme, rahmetli Ahmet Dayım’a sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
YORUMLAR
Bibim.....En çok bu hoşuma gitti sevgili Fatma..Babamın ve annemin bibi demelerini hatırladım..Küçükken çok merak ederdim bibi ne diye ..Sonra keşfettim ve halama bir süre bibi dedim gizlice. Şimdi ne zaman bibi kelimesini duysam çok güzel anılara dalar giderim.
Okumak güzeldi, ben ise bu bölüme takılıp kaldım...Teşekkür ediyorum sevgili arkadaşım..Yüreğine sağlık.))