- 974 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Darbeler
DARBELER
(Motifler adlı öykünün devamıdır)
Bay Kanın bilgisayarının başında iken içe dönüşlerindeki duyduğu seslere kulak kabarttım. Kendisine savaş açmıştı. Ruhundaki isyanlar kendi ihtilalinin sesiydi. Şöyle diyordu.‘Bende kendimi Olmak Şehrinde Şey Olmak yolunda ilerlerken bayan Nez gibi çırılçıplak bir nilüfer çiçeği gibi hissediyorum. Olduğum her şeyi olmaktan vazgeçiyorum! Ve işte kendimden soyunuyorum. Sonsuz bir nehirde Bayan Zen’le birlikte hiçliğe akan köksüz ve kızıl bir nilüfer gibi çırılçıplak akıyorum. Ve hep aynı şeyi soruyorum. Kendime kavuşabilmek için kendimden ne kadar soyunmalıyım? Bu öykülerdeki kahramanım ama ne kadarı gerçek benim! Öyküdeki anlatılanlar beni kendim mi yapıyor, yoksa ruhumla tenim arasındaki o büyük engellerimi oluşturuyor taşıdığım sıfatlar. Hepimizin gözlerinde biriken o ortak hüzün, ortaklaşa taşıdığımız bir yorgunluğun sırtımıza yüklediği çaresiz keder değil mi? Ve artık kendimizden, yorgunluğumuzdan ve çaresizliğimizden soyunmamız gerekmiyor mu biraz? Hepimiz bir sürüye sığınan zavallı bir koyun ve hepimiz bir sürünün parçası olmanın verdiği cesaretle bir kurt değimliyiz? Ve hep kendimizi yemiyor muyuz? Geçmişimizi, geleceğimizi ve anınızı bir anda reddetmek ve geriye eğer bir şey kalırsa, yalnızca o olmak, bir nilüfer çiçeği gibi olmak istiyorum! Sürünüzden ayrılıyorum, ne sizin koyununuz, ne de sizin kurdunuzum. Sizin kahramanlarınız benim kahramanlarım değil, benim kahramanlarım ise size yabancı, bütün antlaşmalarımı yırtıyorum, bütün savaşlarımı bitiriyorum, bütün barışlarımdan vazgeçiyorum. Nedenini soracak olursanız aşklarınızı, şiiri, barışlarınızı içine girdiğiniz sürülerin onayına sunduğunuz, hayatın anlamını ararken müziği, manayı boşalttığınız için, sizinle paylaşacak bir utançtan başka da bir şeyim yok zaten! Kendi dakikalarımı, kendi saatlerimi, kendi zamanımı kendim yapacağım. Dostlarımı, sevgililerimi, ortaklarımı satırlardan, dizelerden, notalardan başka yerde aramayacağım! Kendi korkularımı kendim yeniden yaratıyorum. Başkalarını öldürdüğünüzde duyduğunuz ortak coşkularda da beni aramayın! Kutlama törenlerinizde de ben yok um! Aykırı kadınlara aşık olup, aykırı kadınlarla aykırı aşklar yaşayacağım!’ Demişti. O dönemde Sıkıyönetim Komutanı olanlar da Bayan A’nın anlattıklarıyla aynı duygular içerisindeydiler. Bu günlerde ülkede yaşananlar hiçte öyle değildi! Şu an içinden geçenlerin de, ülkenin de içinde bulunduğu durumla örtüştüğünü hissetti. Tüm değerlerin çürümüş kokusuna dayanamayıp, nilüfer çiçeği gibi hiçliği seçtiğini yukarıdaki satırlar da anlatmıştı. Savunmasına şöyle başlamıştı. Bayan A ‘Saygıdeğer Komutanlarım; İhtilallerden de, sizden de kuşkulanıyorum artık! İsyanlara yakınlığım artıyor komutanım! Sizin cellatlarınıza selam durmayacağım! Sizin kahramanlarınıza tapınmayacağım! Sizin yalanlarınızı çocuklarıma doğru diye öğretmeyeceğim! Ben adaleti temsil ediyorum diye mahkeme salonunu titretmişti. Tüm komutanlar Bayan Anın savunma hikayesini tekrar, tekrar okumuş ona hak vermişti. Ne günlerdi diye tekrar iç geçirdi! Bilgisayarını tıklattı. Bayan A savunmasına şöyle başlıyordu. ‘ Saygıdeğer Komutanlarım; İstanbul üniversitesi hukuk fakültesinde hiçbir zaman olaylar durulmuyordu. ‘Silahlı kuvvetlerimizin yaptığı hareket bir hırsın veya zümre menfaatinin dışında sadece hukuk, insanlık ve vatan aşkının ifadesidir’ diye söylenen ve gazetelerde büyük puntolarla yazılanlara demokrasi adına hiç aldırış etmiyorduk. Hepimiz suçluyduk; biz öğrencilerde, idarecilerde hükümette. Genlerimize işlenmiş suçumuz, asırlar öncesine aitti. Otoriteye sorgusuz teslim olmak ile hiçbir düzene boyun eğmemek arasında gidip gelen çileli memleketin zırdeli insanlarıydık! Ne tarihten ders alıyor nede yaşarken öğrenebiliyorduk işin doğrusunu! Sürekli kavga, sürekli uyuşmazlık, sürekli başkaldırı, aşırı kıskançlık, pire için yorgan yakmak bunu marifet saymak, istediklerimizi şiddete başvurarak elde etmek, baş kaldıranı şiddetle yola getirmek bu kısırdöngünün içinde yuvarlanıp gidiyorduk. İşte yine olayların olduğu 1980 yılları… Yine olaylarla dolu okulun, ilk açılış günlerinden bir gün! Öğrenci lokalini basan polislerle hukuk öğrencileri arasında bir kavga başlamış bazı öğrenciler yaralanmıştı. Polislerin yaraladığı gençleri kucaklayarak içeri taşıyordu arkadaşlar. Kurşunların karşısında dört yana savrulan bizler yeniden Atatürk heykelinin etrafında toplanmaya başladık. Tam o sırda bir gürültü oldu. Bir kaç polis cipi daha girdi bahçeye. Rektörümüz buraya geliyor diye bağırdı, içimizden biri. Az sonra cipten iri yarı bir herifin indiğini ve rektörü göğsünden ittiğini gördük. Sendeleyen rektöre iki de yumruk attı ayı herif! Donup kalmıştık. Yerde yatan rektörümüzün yanına koştuk. Rektörün gözlükleri yere fırlayıp kırılmıştı. Patlayan kaşında kan akıyordu. Beni kimse durduramıyordu. Taşın üzerine çıkmış” Türk genci, inkılapların ve devrimin bekçisidir... Bunları zayıf düşürecek en ufak bir kıpırtı duydu mu? Hemen müdahale edecektir, elle, taşla, silahla… Nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.” Diye bağırırken tüm arkadaşlar tekrar ediyordu benim dediklerimi bu Atatürk’ün Bursa nutkuydu. İçimden de baba, anne sana söz verdiğim halde bu olaylara karıştığım için beni bağışlayacağından eminim! Senin kızın olarak ben de tıpkı senin gibi devrimlerin hayranı ve bekçisiyim. Bu gün başıma bir şey gelirse, beni anla ve affet babacığım! Kızım demokrasi için, özgürlük için savaşırken gitti! Diye iftihar et benimle! İçimden hep bu sözler geçiyor, gözlerimden yaşlar akıyordu. Göz yaşartıcı bomba atıyorlardı polisler, yere düşen bombaları, geri onlara atıyorduk. Mücadeleden vazgeçip arka kapıya yöneldik. Allah’tan bu kapıyı polis değil asker tutmuştu. Askerin biz ateş açmayacağından emindik. Kapıda usul, usul çıktık. Guruplar halinde toplanarak arka sokaklardan Beyazıt Meydanına doğru ilerledik. Pencerelerden, balkonlardan dışarı fırlayan insanlar bize alkış tutuyordu. Biz de boğazımızı yırtarcasına “Başbakan istifa, katil polis” diye bağırıyorduk. Atatürk köprüsünden geçerek Taksime çıkmak istedik. Köprüde polisler barikat kurmuşlardı. Mecburen yol değiştirip Eminönü’ne yürüdük amacımız Beyazıt meydanına gitmekti yeniden. Polisler havaya rastgele ateş ediyorlardı. Biz de onlara taşlarla karşılık veriyorduk. Yaklaştılar, daha yaklaştılar. Göğüslerimizi açıp “ vurun haydi! ” diye bağırdık. Polisler kurşunlarını göğsümüze değil de havaya sıktılar. Sonun da mermileri bitti. Medresenin arkasına çekildiler. Yerlerini yeni ekipler aldılar. Yerlerde sürüklendik, coplandık, tekmelendik, uzun saçlarım bir polisin avucundaydı canım o kadar acıyordu ki kafa derim kopacak ve saçlarım polisin elinde kalacak sanıyordum. Sürüklenmekten dizlerim parçalanmıştı. Arkadaşımın sırt üstü dönerken akan kanları görmüştüm ama daha başka bir şey hatırlamıyordum her zamanki gibi kan görmeye dayanamamıştım, bayılmışım! Polisler yaralıları görünce bizi bırakıp kaçmışlardı. Arkadaşlar beni ve yaralıyı en yakın eczaneye taşımışlardı. Gözümü açtığımda eczacı kafa derime bakıyordu. Saç diplerim ödem yapmıştı. Çekilmekten o gün bu gün çekilen yerde saçlarım çıkmadı saçsız kalmıştım. Biz o gün asker gelip bizi kurtarana kadar çok yaralı ve şehit verdik. Beyazıt meydanında özgürlük ve barış için! O gün düzeni değil iktidarı değiştirmek için kavga etmiştik. Bizim elimizde sadece Atatürk’ün resmi dilimizde nutku vardı. Şimdikiler gibi silah, cop, bomba yoktu’. Hani değişiyor ülkemiz demiştiniz! Bu mu sizin değişiminiz! Demişti. Mahkeme koridorlarında özgürlük işareti yapan Bayan Anın yıllar sonra çok başarılı bir avukat olmasının yanı sıra gazetemi okurken de zamanın bana göstereceğini nereden bilebilirdim? Bu günlerde Avukat Bayan Anın müvekkili Bayan Naz’ın yaşadıkları gazetelerin baş manşeti idi.’Değiştim! Avrupalı oldum. Demişti! Ailesini ve ülkesini terk ederek gitmişti! Bir yola girip, bir köşe dönmek, eğer değişmekse! Bir kadın gittiğinde de ne çok kişinin yok oluşunu göstermişti bize gazetedeki yazılan bir kadın değişiminin hikayesi! Değiştim diyen bir ülke de değişiyoruz diye elden giderse neler anlatırdı tarihler kim bilir!’ Diye başlık atmışlardı gazeteler! Bayan Naz’ ın değişimini anlatan Marka adlı öyküsünde buluşmak üzere. Sevgilerimle.
Nezihe ALTUĞ 3.12.2002
YORUMLAR
Bizim elimizde sadece Atatürk’ün resmi dilimizde nutku vardı. Şimdikiler gibi silah, cop, bomba yoktu’. Hani değişiyor ülkemiz demiştiniz! Bu mu sizin değişiminiz!...... yaşamışlığın.....yürek sesiydi....romanda....diğer bir karekteride öğrendik....kalemin hiç susmasın....dolu yürek......usta bir uslup...harika bir çığlık...
saygılar....