- 1702 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
AÇLIK! VE GDO...
AÇLIK-1
| ’Uygar Dünya’da bir gerçek:
açlıktan ölümler!
- Her 6 saniyede 1 çocuk,
- Her bir dakikada 10 çocuk,
- Her bir saatte ise, 600 çocuk, açlık nedeniyle ölmektedir.
- Her yıl, İstanbul’un nüfusunun yarısı kadar çocuk açlıktan ölmektedir.
- DÜNYA’da bugün için, 1 milyarı aşkın insan AÇ’tır...
Yani her 6 kişiden 1’i AÇ’tır... Ve açlık kaynaklı ÖLÜM’ler sürmektedir!
Geçen ay, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından, İtalya’nın başkenti Roma’da 200 ülkenin liderinin katılımıyla "Dünya Gıda Güvenliği" adıyla bir zirve düzenlenmişti. 16-18 Kasım arasında yapılan zirvenin amacı konusunda şu açıklama yapılmıştı: "nüfuslarını besleyemeyen yoksul ülkelere" yardımcı olmak, "tarımsal kalkınmaya daha fazla yatırım yapılması" için destek sağlamak!
200 ülkenin liderleri, yöneticileri bu sorun için bir araya geldiğine göre, bir çözüm bulunmuş olması gerekir değil mi? Ama hayır, öyle olmadı.
Öyle olmaması da doğal bir sonuçtur; çünkü, yüz milyonlarca insanı aç bırakanlar zaten onlardır ve sorunu yaratanlar bu sorunu çözemezler.
En başta, FAO’nun sorunu ifade ediş biçimi, tanımlaması yanlıştır. Birincisi: "Nüfusunu besleyemeyen ülkeler" değil, emperyalizm tarafından sömürülüp, halkı aç bırakan ülkeler vardır. İkincisi: halkların açlığının sorumlusu yoksul ülkeler değildir.
Fakat FAO, bu gerçeği kabul etmek bir yana, halkları aç bırakan tekellerin destekçisidir. Rakamlara göre, dünyada açlıkla karşı karşıya kalanların yüzde 80’i kırsal kesimde yaşamaktadır. Ama FAO, Asya’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da küçük üreticilerin topraklarını satın alan emperyalist tekellere destek vermektedir.
Emperyalistlerin politikalarını destekleyenlerin, zirveler de düzenleseler bu sorunu çözemeyecekleri ortadadır.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Dünya Gıda Güvenliği zirvesinde yaptığı açıklamada; her 6 saniyede 1, günde 17 bin, yılda 6 milyon çocuğun açlıktan öldüğünü belirtti.
Yani her bir dakikada 10 çocuk, her bir saatte ise 600 çocuk açlık nedeniyle ölmektedir.
Zirvenin yapıldığı 2 gün boyunca açlıktan 34 bin çocuk öldü. Her yıl ise İstanbul’un nüfusunun yarısı kadar çocuk açlıktan ölmektedir.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon açlıkla ilgili gerçeği şu sözlerle dile getiriyordu: "Dünyada gereğinden fazla yiyecek var. Ama yine de 1 milyardan fazla insan aç. Bu durum kabul edilemez."
İşte sorun tam da budur. Dünya’da gereğinden fazla yiyecek olmasına karşın, neden halen açlıktan ölümler devam etmektedir? Bu sorunun cevabı, EMPERYALİZM’in varlığıdır.
Halkları açlığa mahkum edenler sorunu çözemezler
"Dünya Gıda Güvenliği" zirvesinde, katılımcıların çoğunu emperyalist ve işbirlikçi ülkelerin yöneticileri oluşturuyordu. İşte onlar, zirvenin ilk gününde, açlığı yeryüzünden "en kısa sürede" ortadan kaldıracaklarına dair oy birliğiyle bir karar aldılar. Buna göre FAO yetkilileri "açlığı yeryüzünden kaldırma" tarihi olarak 2025 yılını hedef gösterdiler.
Emperyalist devletler 2006 yılında da açlığı 2015 yılına kadar yarıya düşüreceklerini açıklamışlardı. Ancak bırakalım yarıya düşürmelerini, bu yıl geçen yıla oranla aç insanların sayısında 100 milyonluk bir artış olmuştur.
Kuşku yok ki, bu tür zirvelerde alınan kararların, temennilerin, süslü sözlerin hiçbir kıymeti yoktur. Dahası söz konusu hedeflerin gerçekleşme gibi bir durumu da yoktur.
Dünya halklarını yoksulluğa ve açlığa mahkum edenlerin, açlık sorununu çözmesi beklenemez. Açlığın gerçek sorumluları, işbirlikçileri vasıtasıyla ülkeleri yağmalayan emperyalistlerdir.
Bu çıplak gerçek çoğu zaman halklardan gizlenir. FAO gibi örgütler bu konuda asıl sorunu perdelerler. Boş beklentiler yaratırlar.
Ya da Roma’daki zirve de olduğu gibi emperyalist devletlerin liderlerine "yalvararak", onların "merhamet"ine seslenerek, aç bıraktırılmış yüz milyonlar için "üç-beş dolar" daha dilenilmesinin çözüm olduğunu savunurlar.
Çoğu zaman, açlıkla yüz yüze olan, emperyalistler tarafından geri bıraktırılmış ülkelerde ki açlık sorunu, "mevsimlerin kurak geçmesi", "yeterli tarım alanlarının olmaması", "bölgesel savaşlar" gibi nedenlere bağlanmaktadır.
Kuşkusuz bunlar da etkendir. Ancak açlığın yaratıcısı da, sorumlusu da doğa değildir.
Tersine, doğa Afrika’ya da üzerinde yaşayacakları doyuracak koşulları sunmaktadır. Ancak Afrika’da üretilen ürünlerin, Afrika’dan çıkarılan değerlerin büyük bölümü, Afrika halklarından kaçırılıp emperyalist pazara sürülmektedir. Afrika halkları kendi anavatanlarında bu nedenle açlığı yaşamakta, açlıktan ölmekte, açlık ve yoksulluk nedeniyle emperyalist ülkelere göç etmektedir.
Yine bizzat FAO’nun açıkladığı rakamlara göre, 2009 yılında açların sayısına 100 milyon kişi daha eklenmiştir.
Bugün için, 1 milyarı aşkın insan AÇ’tır...
İşte Amerika’nın Ay’da, uzay teknolojisinin tüm olanakları ile su bulmaya çalıştığı, cep telefonlarında "3 G" teknolojisiyle görüntülü arama yapıldığı, plazma TV’lerin evlerin, büroların salonlarını doldurduğu, bilgisayar teknolojisinin hızlı geliştiği bir dönemde çıplak gerçek budur... 1 milyar’ı aşkın AÇ!..
Bu çıplak gerçeği hiç kimse, hiçbir burjuva ideologu, hiçbir kiralık kalem, "gıda krizi", "krizin sonuçları", "gıdaya erişim hakkı olmaması", "gıda güvenliği" gibi ne idüğü belirsiz kavramlarla karartamaz.
2009 yılında, dünya da 1 milyar AÇ vardır ve milyonlar halinde açlıktan kaynaklı ölümler yaşanmaktadır.
Açlık nasıl çözülmez?
Burada söz konusu olan "yetersiz beslenme" vb. değil insanın aç bırakılması, karnını doyuramaması ve açlık nedeniyle ölümleri, hastalıkları yaşamasıdır.
O nedenle açlık, tam olarak "yetersiz beslenme" değil, tersine beslenememedir. Yiyecek yiyeceği olmadığı, günde bir kap yemek bulup-bulamayacağının bile belli olmadığı bir yaşamın adıdır.
Açlık deyince karşımıza bir deri, bir kemik kalmış, ölümün kıyısında olan karınları şişmiş Afrikalılar geliyor.
Kuşkusuz açlık ve açlıktan ölümler sadece Afrika kıtasına özgü değildir. Belki ordaki tablo en çarpıcı olanıdır. Dünya’nın geri bıraktırılmış tüm bölgelerinde açlık artık yüz milyonlarca insanı etkileyen ciddi ve kalıcı bir sorun haline gelmiştir.
Ölüm, hastalık, sakatlıklardır açlık...Ve dünya da emperyalizmin baskısı, sömürü ve egemenliği arttıkça açlık da artmaktadır. Yani doğrudan sömürünün artması ile ilgilidir açlık sorunu...
Dünya Gıda Programı, İcra Müdürü Josetta Sheeran, "acilen doyurulması gereken" insanların sayısının şimdiye kadarki en yüksek seviyesine çıkarak 1.02 milyara ulaştığını söyledi.
Sheeran, gazetecilere yaptığı açıklama’da, "İnsanlığın altıda biri, midelerine bir tas yemek girip girmeyeceğini bilmeden yeni güne gözlerini açacak" diyordu.
Bu açıklamaya göre 2 yıl önce, aç insanların sayısı 860 milyondu. Yani 2 yılda yüzde 15’lik bir artış söz konusu olmuştur.
Dünya Bankası’na göre; dünya nüfusunun yarısı; yaklaşık 3 milyar insan günde 2.5 dolardan (günde 4 TL’den) az bir gelir elde ediyor ve bununla yaşamını "sürdürüyor". Yine bu araştırmalara göre, dünya nüfusunun % 80’i günde 10 dolardan (15 TL) az gelir elde ediyor.
FAO verilerine göre tarıma yılda 44 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekirken yapılan yatırımın toplamı 7 milyar doları geçmiyor. Buna karşın Dünyada silah ve askeri harcamalar toplamı sürekli artarak, 2007 yılı sonunda 1.2 trilyon doların da üzerine çıktı. Dolayısıyla, rakamsal olarak açık bir gerçek ki, silahlanmaya ayrılan paranın sadece küçük bir kısmını tarıma ayırmak bile bu sorunu çözecektir. O zaman dünya’da aç insan kalmayacak, açlıktan milyonlarca insan ölmeyecek, sakat kalmayacak, yatalak ve hasta bir yaşam sürdürmeyecektir.
ABD’nin bir yıllık silahlanma harcaması ile tarıma 20 yıl boyunca yatırım yapılabilir. 20 yıl boyunca dünyanın dört bir yanında açlık tarih olur. Açlıktan ölümler diye yüzkızartıcı, insanın doğasına aykırı olan bir durum ortadan kalkar.
ABD’nin son teknoloji ile donattığı bir savaş uçağı filosuna harcanan para, milyonlarca çocuğun açlıktan ölümünün önüne geçer.
Örneğin ABD, Afganistan’a 40 bin asker daha gönderme kararı aldı. Bu ek kuvvetin ABD’ye maliyeti yıllık 40 milyar dolardır.
Amerikan emperyalistlerinin Afganistan işgali için yaptığı bu ek harcama tarıma yapılması gereken yatırım tutarına eşittir. Bu yatırımın yapılması durumunda 1 yıl boyunca açlık olmayacaktır.
Ama elbette emperyalistler, bu parayı tarıma ayırmayacak, böyle bir şey yapmayacaklardır.
Bu örnekleri sadece şunun için veriyoruz. Açlık ve açlıktan ölümler bir kader, bir zorunluluk değildir. Ya da Afrika’nın kurak olmasıyla ile ilgili bir sorun değil, emperyalist politikalarla halkın yoksullaştırılması sonucu açlığın yüz milyonlarca insanın yaşam biçimi haline getirilmiş olmasıdır.
Emperyalist sistem böylesine acımasız, vahşi bir düzen kurmuştur. Tekeller, daha çok kâr etmek için geri bıraktırılmış ülkelerdeki tarım ve hayvancılığı bile bile öldürmüşlerdir.
Hangi alan daha kârlı ise oraya yönelir emperyalist sermaye. Kuşkusuz bunlar emperyalist sistemin varlık nedeninin sonuçlarıdır. Emperyalistlerin derdi dünya daki açlığın bitirilmesi değil, halkları daha çok sömürmektir. Yağma ve talanın yayılmasıdır.
Açlığın, açların, ölümlerin sorumlusu emperyalizmdir!
FAO’nun raporuna göre; Asya ve Pasifik bölgelerinde yaklaşık 642 milyon, Güney Afrika’da yaklaşık 265 milyon, Latin Amerika ve Karayipler’de 53 milyon insan açlıkla yaşam savaşı verirken Doğu ve Kuzey Afrika’da 42 milyon insan açtır. Raporda ayrıca geri bıraktırılmış ülkelerin yanı sıra emperyalist ülkelerde de halen 15 milyon insanın açlıkla yüz yüze yaşadığı belirtiliyor.
Hindistan’da 1990’ların ortalarından bu yana açların sayısının 30 milyon arttığı belirtildi.
Bu tabloyu genişletmek mümkün. Ancak görülmesi gereken, açların sayılarının yüzmilyonları bulmasıdır.
Emperyalistler tarım ve hayvancılığa, gıda üretimine müdahale ederken, tekellerin vahşi ve açgözlü istekleri belirleyici olmuştur. Onlarca yeni-sömürge ülkeyi açlığa mahkum etmişlerdir.
Tarım alanlarını ele geçirmiş, istedikleri gibi kullanmaktadırlar. Örneğin, açlık dünya da milyonlarca insanın ölümüne neden olurken emperyalist tekeller, Biyo yakıt için ekim yaptırmakta, hem toprağa zarar vermekte hem de milyarlarca aç insanın ihtiyacını karşılayabilecek oranda tahıl üretilebilen tarım arazileri biyo yakıt üretimine ayrılarak, açlıktan ölümlere bilerek neden olunmaktadır.
Biyo yakıt; mısır, buğday, çavdar gibi çeşitli tahıllardan da üretilmektedir. Tarım alanlarının biyo yakıt için kullanılmaya başlanması, bu alanlara ekilen ürünlere, tahıllara daha çok ihtiyaç duyulması, yine bu tahıllardan elde edilen yemin azalıp, yem fiyatlarının artması elbette önemli bir sorundur. Ancak bundan da önemlisi tahılların bio yakıt için kullanılması açlık sorununun dahada büyümesini beraberinde getirmiştir.
Özellikle 1990 sonlarından itibaren yaygın bir yoksullaşma ve açlık yaşanmaya başlanmış, aç insanların sayısı artmıştır.
Elbette bu durum, emperyalist sistemin yoğun baskı ve sömürüsünün, yeni-sömürge ülkeleri talanının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Açlığa, açlara ve açlıktan ölümlere sebep olan emperyalizmin kendisidir. Tarım, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 70’inin geçimini sağlayan, halkların asgari düzeyde yiyecek ihtiyaçlarını karşılayan bir alandır ve bu alanların emperyalist tekeller tarafından vahşi sömürülerini gerçekleştirmek için ele geçirilmeleriyle açlık çok daha boyutlu bir sorun haline gelmiştir.
Günümüz dünyasında işte bunun için emperyalizme karşı çıkıyor, bunun için emperyalist köhne düzenin tarihin çöp sepetine atılması gerektiğini söylüyoruz. Bunun için emperyalizme karşı mücadele etmeden hiçbir sorunun çözülemeyeceğini ısrarla belirtiyoruz.
GDO-2
Afrika halklarından kaçırılan herşey emperyalistler tarafından pazara sürülmektedir. Afrika halkları kendi anavatanlarında bu nedenle açlığı yaşamakta, açlıktan ölmekte, açlık ve yoksulluk nedeniyle emperyalist ülkelere göç etmektedir.
Günümüz dünyasında işte bunun için emperyalizme karşı çıkıyor, bunun için emperyalist köhne düzenin tarihin çöp sepetine atılması gerektiğini söylüyoruz. Bunun için emperyalizme karşı mücadele etmeden hiçbir sorunun çözülemeyeceğini ısrarla belirtiyoruz.
Açlığa çözüm değil, tarım tekellerine pazar hakimiyeti... Köylülüğe tasfiye, kapitaliste ucuz işgücü, halka zehir!
- Emperyalistler, tarımdaki "25 milyon civarında olan üretici nüfusu 15 milyona düşürülmeli." diye talimat verdi!
- AKP, emperyalist tekellerin istekleri doğrultusunda Tohumculuk Yasası’nı çıkardı.
- AKP’nin GDO politikasıyla Türkiye’nin geleceği, genetik tohum üretici ve pazarlayıcısı olan Monsanto, DuPont, Pionerr, Syngenta, Bayer ve Hazera gibi emperyalist tekellere bırakıldı.
Önce yediğimiz ürünlerin tadı, kokusu gitti. Sentetik, tatsız, tuzsuz ürünler piyasaya dolmaya başladı. Sonra GDO’yu duyduk.
Kundaktaki bebekleri bile zehirleyen ve başka hangi sonuçlara yol açacağı da bilinmeyen ürünler çıktı piyasalara. Artık aslında kapitalizm, tüketime sunduğu ürünlerle, herkesin yaşamını tehdit eder hale gelmişti.
GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) sorunu, emperyalist tekellerin, daha fazla kâr, daha fazla sömürü için milyarlarca insanın sağlığını hiçe sayılmasının geldiği yerdir.
GDO’lu ürünlerin insanlara verdiği zarar, gelecek kuşakları da etkileyecek kadar boyutludur. Keza bu ürünler insan kadar doğayı da tahrip etmekte, zehirlemektedir.
GDO nedir?
ABD’de 1996’dan bu yana genetiği değiştirilmiş mısır, soya, pamuk, şimdilerde ise pirinç üretilmektedir. Üretim giderek genişleyecek ve daha çok ürün GDO’lu olacaktır.
GDO’ların ne olduğuna değinmek gerekirse, GDO olarak bilinen "genetiği değiştirilmiş organizma"lar, genleri ile oynanması sonucu ürünlerin çeşitli özelliklerinin değiştirilmesidir. Bu işlem, kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak yapılmaktadır.
Elmaya ayvadan veya herhangi bir hayvandan çeşitli özellikler gen yoluyla aktarılabiliyor. Örneğin, GDO’lu ürünler bugün "kolera bakterisi geni taşıyan yonca", ya da "akrep geni taşıyan pamuk", "tavuk genli patates", "balık genli domates "gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Bizler bunları göremiyor olsak da, bu ürünler sofralarımıza böyle gelmektedir. Kısacası canlıların hücre yapısıyla oynanması ve o canlının doğal yapısının değiştirilmesi sonunda elde edilen ürünlere "genetiği değiştirilmiş organizmalar" deniliyor.
Emperyalist tekeller GDO’lu ürünleri "dünya da açlık sorununu çözecek proje" olarak savunmaktadırlar. Ancak bu doğru değildir.
En başta, GDO’lu ürünlerin insan sağlığı üzerindeki etkileri tam olarak bilinmemektedir; deney fareleriyle yapılan bazı deneylerde, farelerinin büyümesinin durduğu ve kansere yol açan gelişmeler yaşandığı biliniyor.
Tüm genetik teknolojisi, GDO’lu ürünleri doğuran teknoloji de dahil, Rockefeller, Bill Gates vakıfları, Monsanto, Sygenta, Dupont gibi emperyalist tekellerin ellerindedir. Tohum üretimi ve ticareti ile ilgili politikaları, fiyatları da bu tekeller kararlaştırmaktadır.
Türkiye tarımı, tamamen emperyalist tekellerin tahakkümü altına alındı
Kuşkusuz, GDO teknolojisini de elinde bulunduran emperyalist tarım tekellerinin yeni-sömürgelerde tarımı ele geçirmesi, yeni başlamadı; bizim gibi ülkelerde tarım yıllardır, adım adım tasfiye edilmekteydi zaten.
Önce işe tarımdaki nüfusun azaltılmasıni istemek ve bunun için tedbirler alarak başladılar.
Emperyalistlerin dayatmalarında tarımın tamamen kapitalistleştirilmesi vardır. Tarım, "kırsal alanın küçültülmesi" adı verilen plan dahilinde, tekellerin denetimine verilecektir.
6 Ekim 2004’te açıklanan Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda bu hedef açıkça ifade edilmiştir: "25 milyon civarında olan üretici nüfusu 15 milyona düşürülmeli."
İkinci adımda, üretici nüfusun "toplam nüfusun yüzde 10’u" düzeyine indirilmesi hedeflenmektedir. Tarımda topraksız, işsiz kalacak milyonlarca köylünün bu durumda kentlere göç edeceği, kapitalizmin ucuz işgücü olacağı açıktır.
AKP iktidarının gerek IMF’yle gerekse de Avrupa Birliği emperyalizmiyle sürdürdükleri "müzakere" lerin en temel yanlarından biri tarımda ki, bu tasfiyedir.
Tarımın yeniden şekillendirilmesiyle, üretici nüfusu azaltılırken, o azaltılmış nüfus da ekeceği tohumdan tarlaya koyacağı gübreye, hangi kalitede ve ne kadar üreteceğine kadar herşeyiyle emperyalist tekellere bağımlı kılınmıştır.
Özellikle AKP hükümetinin yaptığı düzenlemelerle, emperyalist tekeller ülkemiz tarımını tamamen kontrol eder duruma gelmişlerdir.
AKP, emperyalist tekellerin girişimleri ile 31 Ekim 2006’da Tohumculuk Yasası’nı çıkardı. Bu yasa ile ABD’li tohum üretimi-satışı yapan tekeller ülkemizde tek söz sahibi ilan edildi. Artık bu yasaya göre köylünün yerli tohum kullanması ve yerli tohum üretmesi yasaktır. Böylelikle doğal ortamlarda yetiştirilen herşey ortadan kaldırılmakta, tartışılmaz olan GDO’lu (genetiği ile oynanmış) tohumlar yaygınlaştırılmaktadır.
Artık halkın sofrasındaki, Anadolu topraklarında yetiştirilmiş ürünler, zehir içeren, suni, insanları beslemeyen, GDO’lu ürünlerle yer değiştirecektir.
Tohum üreticisi emperyalist tekeller, dünyanın dört bir yanında köylülerin belki de yüzyıllardır üretip, geliştirip, kullandıkları tohumları alıp patentlemekte, tekellerine almaktadırlar.
Tekeller bu tohumları, "hibrit tohum" teknolojisiyle üreterek, köylüye satmaktadırlar. Hibrit tohum, bir sonraki yıl için üreticinin tohum olarak kullanamadığı bir üründür. Köylü, ertesi yıl, yine tekellerden tohum almak zorundadır.
Bu, köylüleri ve tarımı tamamen tekellere bağımlı hale getirmektir. Bir gerçektir: "Tohumu kontrol eden gıda piyasasını kontrol eder." Emperyalist tekeller bu nedenle önce tohumları patentlemekle işe başladılar. Bu alanda kurdukları tekelle dünya tarımını kontrol edecek duruma geldiler.
Böyle bir durumda köylünün başka seçeneği de yoktur. Zira, köylülerin artık kendi bildiği usullerle üretim yapması engellenmiştir.
Nitekim, emperyalist tekeller tüm dünyada 30 milyar dolarlık bir pazarı olan bu alana hakim olmak için kıran kırana savaşmaktadırlar. AKP Hükümeti bundan bir süre önce emperyalist tekellerin istekleri doğrultusunda, ülkeyi GDO’lu ürünlere açan, bir yasa tasarısı çıkarmak istedi.
Bunun için "Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı" hazırladı. Ancak göreceği tepkiler ve başka çelişkiler nedeniyle taslak Meclis’te yasalaştırılamadı. Çıkarılması düşünülen yasa GDO’u ürünlerin "üretim ve satışının serbest bırakılmasını" içerecekti; Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek açık söylemişti: "Kanunun yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkilerin önü açılacak..."
Gerekçe olarak da, "genetiği değiştirilmiş tohumlar, verimliliği arttırır, daha az ilaç kullanmayı sağlar, açlığa ve yoksulluğa çare olur" diye gösteriyorlar. Yalandı. Tek gerekçe, emperyalist tekellerin isteklerini yerine getirmeleriydi.
Yasayı çeşitli nedenlerden dolayı çıkaramayan AKP Hükümeti, bunun yerine "tepki çekmeden" GDO’lu ürünlerin önünü bir yönetmelik ile açtı.
AKP Hükümeti yasa ile yapamadığını 26 Ekim’de yayınladığı GDO yönetmeliği ile yapmaya çalıştı. Bu yönetmelik de şimdilik yasal bazı engellere çarpmış olsa da, AKP iktidarı, Türkiye tarımını ve 70 milyonu, genetik tohum üretici ve pazarlayıcısı Monsanto, DuPont, Pionerr, Syngenta, Bayer ve Hazera gibi emperyalist tekellere teslim etmeye kararlıdır.
Emperyalistler "besin" değil, zehir yediriyorlar!
Emperyalist tekeller, tarımsal alanda sömürü ve talanı, önce tohumları tekeline geçirerek, sonra da GDO’lu ürünleri ve tarımı devreye sokarak sürdürmektedirler.
Emperyalist tarım tekelleri bugün 4 temel üründe GDO’lu ürün üretimine ağırlık vermiş durumdadırlar. Bunlar; mısır, pamuk, soya fasülyesi ve kanoladır.
2000 yılı verilerine göre dünyadaki 140 milyon hektar mısır ekili alanının % 7’si yani 10.3 milyon hektarı genetiği değiştirilmiş mısır ile kaplıdır. Bu oran giderek artmaktadır.
GDO’lu tohum ile mısır, pamuk, soya ve şimdilerde pirinç üreten ABD, bu ürünleri dünyanın dört bir yanına satıyor.
AKP gizlemeye çalışıp, sorunu geçiştirse de, Türkiye ABD’den mısır, soya ve pamuk ithal etmektedir.
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, net rakamlar veriyor: "...Türkiye’ye 2003’te 1.8 milyon ton mısır, 900 bin ton soya girdi. 2005’te bu rakam 1.2 milyon tona çıktı.(...) Bisküvi, kraker, puding, bitkisel yağ, bebek maması, çikolata ve gofret gibi pek çok gıda ürününde GDO olmasına rağmen, tüketicinin bundan haberi olmuyor."
Keza, Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık’ın şu sözleri de durumun vehametini gayet net gösteriyor: "Mısır ve soya 1500’ün üzerinde gıda maddesinde katkı olarak kullanılıyor. (...) çikolatadan meşrubata birçok üründe katkı maddeleri yoluyla bu ürünleri tüketeceğiz. GDO’lu ürün yemiyorum demek mümkün olmayacak."
Zengin tarımsal üretim imkanları olan Türkiye, dışarıdan mısır, pamuk ya da diğer tarım ürünlerini alacak hale getirilmiştir.
İkincisi, ithal olarak da, sağlıklı ürünler yerine emperyalist tekellerin zehirli, insan sağlığını riske sokan ürünleri alınıp, halka gerekli bilgilendirme bile yapılmadan tüketime sunulmaktadır.
Kimi kapitalist ülkelerde GDO’lu ürünlerin üzerine "GDO’lu olduğuna" dair uyarılar konmaktadır. Yani hem sağlığa zararlı ürünler üretiyor, bir de bunu üzerine "uyarı" olarak yazıyorlar. Bu kapitalist sistemin iki yüzlülüğüdür.
Ki, AKP iktidarı "bu uyarı"nın yapılmasını da istemiyordu. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, eleştiriler karşısında teşhir olunca, GDO yönetmeliğinin bu yanını değiştirdi; ancak bu değişikliğin GDO’lu ürünlere kapıları kapattığını düşünmek saflık olacaktır. Tersine bazı kısıtlamalar da "esnetilerek" GDO’lu ürünlerin ülkemize girişi kolay hale getirilmiştir. AKP’nin emperyalist tarım tekellerinin diğer isteklerini karşılamak için de fırsat kolladığına kuşku yoktur.
GDO’lu ürünlerin ülkemize zaten kolayca girdiği, bu ürünlerin bir çok gıda maddesinde katkı maddesi olarak "özgürce" kullanıldığı düşünüldüğünde tek başına uyarıların yapılmasının sorunu çözmeyeceği açıktır.
AKP iktidarının;
Birincisi; tarımda emperyalist tekellerin istediklerini yerine getirerek, tohumda köylüyü emperyalistlere bağımlı hale getirdiği,
İkincisi; tarımın doğrudan emperyalist tekeller tarafından yönlendirilmesini sağladığı, köylülüğün tasfiyesini amaçladığı açıktır.
Üçüncüsü; GDO’lu ürünlerin ve üretimin önünü açmasından da anlaşılacağı üzere, halkın sağlığını düşünmediği açıktır.
Her politikasıyla halka karşı olan işbirlikçi AKP iktidarı, GDO’lu ürünler konusunda da tercihini emperyalist tekellerden yana yapmıştır.
Emperyalist tekeller dünyanın topraklarını doğrudan ele geçiriyorlar
Emperyalist tekeller, yoksul ülke topraklarını ele geçirerek, buralarda kurdukları dev çiftliklerde üretim yapmaktadırlar. Özellikle ABD tekelleri Orta Amerika ülkelerini bu amaçla yıllardır sömürmektedir.
Yine son dönemde, GDO’lu üretim ve bioyakıt üretimi için daha fazla toprağa ihtiyaç duyan büyük uluslararası tekeller de, Brezilya, Arjantin, Ukrayna’da aynı stratejiyi uygulamaya başladı...
Şimdi de, Suudi Arabistan, Kuveyt, Çin, Güney Kore gibi ülkeler, emperyalist tekellerle ortaklık içinde Afrika ve Güney Asya’nın en yoksul bölgelerinde tarım amaçlı büyük toprak alımlarına giriştiler.
Yoksul ülkelerde toprak hem ucuz, hem işlenmediği, ekilmediği için çok. O nedenle bu topraklar emperyalist tekeller için yağmalanacak yerler olarak durmaktadır.
Tüm bunlar yanında yoksul ülkelerde tarımdaki işçilik ise neredeyse sudan ucuzdur.
YORUMLAR
kesinlikle haklısınız ve tabiki yazınız emek harcanıp okunacak kadar güzel ve anlamlı olmuş. benim değinmek istediğim konu aslında yazınızla pek ilgisi olmayan bir açıdan bakıyor olaya. GDO,yu karalama çılgınlığı ki yazınız bu amaca hizmet etmese de dolaylı yoldan ediyor, bu kesin, insanlar bu çılgınlığı daha fazla ileri taşırlarsa saf bilimin önünün tıkanacağı konusunda şüphelerim var. tabiki tehlikeli olup olmadığı henüz kesin olmayan ürünleri tüketmek istemeyiz fakat şuan vücudumuzda bulunan her genin patenti alınıyor ve biz ilerde bir hastalığı gen düzeyinde tedavi etmek istediğimizde bu patenti alan kişilere astronominin ilgileneceği düzeyde büyük meblalar ödemek zorunda kalacağız. neden biliyor musunuz; halk bilimi korkunç bulup dışladığı ve bilim bir avuç insanın elinde tekel olduğu için. bilime sahip çıkmalıyız ve insanın doğası gereği bilgiyi kötüye kullanma alışkanlığını GDO'yu iterek değil benimseyerek yapabiliriz. bu her buluş için geçerli, tek bir buluş bir avuç insanın elinde korku verecek sonuçlar doğurabilir.
evet haklısınız... sizin ve okuyucuların gözlerini yoran bir yazı yazdığım için özürü bir borç bilirim...hakeza bu yazı benim köşe yazarlığını yaptığım ( ki 20 gün çalıştıktan sonra kovuldum.. ve kovulma gerekçesindede bu yazı vardı .. hatta o dilekçeyide yakında sizlerle paylaşacağım) küçük bir yerel gaztede 4 bölüm olarak yayınlamıştım... önerinizi dikkate alıp buradada bölerek tekrar yayınlayacağım...
yazımı büyük bir özveri gösterip okuduğunuz ve hissettiklerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim...
çağ ilerledikçe vicdanlarımız gerilmiyor.. insanlar bencinleşiyor daha doğrusu bencinleştiriyor .. ama görüyorumki herşeye rağmen sizler gibi toplumsal gerçeklikleri düşünen insanlar var ... iyiki var.. iyi ki varsınız
saygı ve sevgilerimle
murat
yazınız çok uzundu öncelikle, keşke dedim iki kısma bölebilseydiniz,
(okuyucunun ciddi dikkati gerek ve göz yoruyor uzunluğundan)
rakamlarla acı bir belge/gerçek sundunuz bizlere,
malesef aylık minik rakam dolarlarla geçim sıkıntısı çeken ülkeler var,
ve açlıktan ölen insanlarımız, bebeklerimiz hatta...
ve biz bunları okur iken, elimizde çayımız, yanında aparatiflerimiz oluyor...
sanki normal birşey okuyor veya izliyor gibi hiç istifimizi bozmadan, devam ediyoruz yaşamaya...
çağ ilerledikçe vicdanlarımız geriliyor ve zayıflıyor,
keşke bu yazınız daha çok okunabilse idi,
tebrik ederim çok güzel bir araştırma ve paylaşımdı...
öncelikle, emek harcayıp yazımı okuduğunuz ve aynı inceliği gösteripte yorum yaptığınız için teşekkür ederim...
lakin emperyalistlerle onlara karşı duruşu simgeleyen insanları aynı kefeye koyduğunuzu sezinledim yorumunuzdan. ( yanlış anladıysam af buyrun) zira ben olaya emperyalist mantıkla ve ya yüzeysel bakmadığım için gdo'yu sadece gdo olarak değilde niye oluştuğunu kime hizmet ettiğini ve kimin için acı bir gerçek olduğunu ortaya koymaya çalıştım dilim döndüğünce... zira bir ameli ele alırken önce kimin niye yaptığını ve kimin işine yaradığını görmek gerekir haksızmıyım... ve şunuda hiç bir zaman karıştırmayın ırak'ı işgal eden amarikan askerlerin insan öldürmesiyle ırak'ta bulunan halkların amerikan askeri öldürmesi arasında fark vardır... bir emperyalizme hizmet içindir, işgaldir... diğeri bağımsızlık mücadelesidir.. bundan dolayı siz eğer yazdığınız düz mantık ilkesiyle her olayı açıklamaya çalışırsanız iki tarafıda katil ilan edersiniz ki buda ( bana göre) olması gereken düşünce yapısı değildir..
neyse ben kısa keseyim yazdıkça yazasım geliyor.. eğer daha detaylı yazışmak istersen. ve ya ben senin anlatmak istediğini anlayamadıysam tekrar yazarsın bana...
tekrar teşekkür ederim
hoşça kal
saygı sevgilerimle
murat
geninde değişiklik yapılmış organizmaları içeren bilimsel çalışmaları karalayan binlerce yazı var. tavukta fare geni olabilir, bunun yanında bir bardak su içtiğimizde muhtemelen bir zamanlar leonardo da vincinin hayalarını oluşturan moleküllerden miğdemize indiriyoruzdur. olaya yüzeysel yaklaşmak emperyalizmi icat eden beyinlerle ortak bir kader paylaşmamıza neden olacaktır. einstein atom altı mekanında olağanüstü şiddette bir enerjinin yattığını anladığında olaya yüzeysel yaklaşan insancıklar atom bombasını çoktan icat edip bunu bir milletin tepesinde patlatmıştı bile.